Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'nın bir ilçesi olan Haymana
şehrin güneyinde yer alır. Haymana'nın Ankara şehir merkezine uzaklığı
74, Polatlı'ya 42, Gölbaşı'na 55 kilometredir. İlçe toprakları 39 – 40
kuzey enlemleri, 32 – 33 doğu boylamları arasında yer alır; yüzölçümü
2976 km 2 , rakımı 1259'dur. İlçenin doğusunda Bala ve Gölbaşı,
güneyinde Kulu ve Cihanbeyli, batısında Polatlı ve kuzeyinde Gölbaşı
İlçeleri yer alır.
Karasal iklimin hüküm sürdüğü İlçemizde en soğuk ay olan Ocak ayının
ortalama sıcaklığı -2 o C, en sıcak ay olan Temmuzun ortalama sıcaklığı
ise +19 o C' dir. Yıllık yağış ortalaması 414 mm 3 'tür.
İlçe topraklarının 2/3 sini Haymana Platosu oluşturur. Ormanlık alan yok
denecek kadar azdır. Haymana Platosunun rakımı 1100 m. dir. İlçemiz
sınırlarında bulunan dağlardan Karacadağ'ın yüksekliği 1724 m, Mangaldağ
1436 m. ve Çaldağı 1351 m.dir. 297.6 Hektar alanda tarım yapılmaktadır.
Devlet Planlama Teşkilatınca yapılan İlçelerin gelişmişlik sırasında
ülkemizdeki 850 içerisinde Haymana 504. sırada yer almaktadır.
Ankara'nın İlçeleri arasında ise 17. sıradadır.
Haymana ilçesi kaplıcasıyla ünlüdür. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık
Hizmetleri Genel Müdürlüğünden alınan belgede “hekim kontrolünde banyo
uygulamaları şeklinde ortopedik ve nörolojik sekellerin
rehabilitasyonunda, kronik dönemdeki romatizmal hastalıkların
rehabilitasyonunda kullanılabilir” denmektedir. Mülkiyeti Haymana
Belediyesine ait otellerden biri Atılım Üniversitesi tarafından, ikisi
de özel şahıslar tarafından işletilmektedir. Ayrıca bir kaplıca ve iki
hamam belediye tarafından işletilmektedir. Mevcut kuyudan saniyede 56
litre su 44 c derece sıcaklıkta çıkmaktadır. Belediye tarafından yeni
bir su bulma çalışmaları devam etmektedir.
6 belde, 70 köy ve Büyükşehir Belediyesine bağlanan 4 mahallemiz
arasındaki yol ağı 772 km. dir. 132 km. olan Karayolları yolunun tamamı
asfalttır. Köy Hizmetlerine ait 640 km. yolun 260 km.si asfalt, 380 km.
si stabilizedir.
Anadolu'nun her bölgesinde olduğu gibi Haymana'nın çeşitli yörelerinde
(Gavur Kalesi, Culuk Köyü, Oyaca, Höyük) yapılan kazılarda bölgede
Hititler, Frigyalılar ve Romalıların izlerine rastlanmıştır. 1071
Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu'nun Türkleşmesiyle birlikte XII.
Yüzyılda Haymana'nın da yer aldığı bölge Türk egemenliğine girmiştir.
23 Ağustos 1921'de başlayıp 12 Eylül 1921'de Düşmanın Haymana'dan
çıkarıldığı Sakarya Meydan Savaşının bir kısmının İlçemiz sınırlarındaki
Mangaldağı,Türbetepe ve Çaldağ mevkilerinde geçtiği bilinmektedir.
Haymana isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır.
Osmanlı Devletinin Kurucusu Osman Gazi'nin annesinin adının Hayme Ana
olduğu, şimdi İlçe merkezinin bulunduğu yerde vefat ettiği ve buraya
defnedildiği; mezarının burada bulunması nedeniyle de Hayme Ana adının
değişerek Haymana olduğuna inanılmaktadır. Haymana kelimesinin, Divan-ı
Lugat-ı Türk'te mera, otlak, yeşillik anlamına geldiği bilinmektedir.
XVIII. Yüzyıl Ankara çevresinin idari yapısında bu bölgeden Haymanateyn
diye bahsetmektedir. 1588-1590 yılları arasındaki Ankara Şeriye
Sicilinde bu bölgeden Büyük Haymana ve Küçük Haymana diye
bahsedilmektedir.
Dereköy'de bulunan ve 1930 ve 1998 yıllarında kazı çalışmaları yapılan
Gavurkale önemli bir Frig yerleşim alanıdır. Türkhöyük köyü ve Oyaca
kasabalarında bulunan höyükler, buraların Hititler döneminde bir
yerleşim alanı olduğunu göstermektedir.
Son yıllarda tanıtım faaliyetleri ve modern altyapı tesislerinin
yapılması sonucunda kaplıca turizminde önemli gelişmeler olmuştur. Her
yıl ortalama 200.000 kişi şifa bulmak üzere kaplıcalara gelmekte,
İlçemize önemli gelir sağlamaktadır.Belediyeye ait 3 otel özel
şahıslara kiraya verilmiştir.Otellerimizde termal su bulunmakta
olup,Ankara'ya yakın olması sebebiyle sezonda oteller dolmaktadır.
Merkezde kaplıcaların olması nedeniyle yaz aylarında iç turizmle ilgili
olarak sezonluk pansiyonculuk yapılmaktadır.
20 Şubat 2012 Pazartesi
Haymana / Ankara
Denizli
DENİZLİ'NİN ADI VE YERİ
Denizli şehri, ilk defa bugünkü şehrin 6 km. kuzeyinde, Eskihisar Köyü
civarında kurulmuştur. Bu şehir M.O.( 261 - 245 ) yılları arasında,
Suriye Kralı II. Antiyokustheos tarafından kurulmuş ve karısının adına
izafeten Laodicia denilmiştir. Türkler Denizli havalisini zaptettikten
sonra, şehrin suyunun bol bulunduğu bugünkü Kaleiçi mevkiine
naklettirmişlerdir.
Denizli adına, tarihi kaynaklarda başka başka isimler olarak
rastlamaktayız. Selçuklu kayıtları ve Denizli mahkemesi serciye
sicilleri (Ladik) ismini vermektedir. Ibni Batuta'nın seyahatnamesi
(Tunguzlu) denilmektedir. Mesalikullebsar'da da (Tunguzlu) olarak
kaydedilmiştir.
Timurlenk'in zafer namesini yazan, Ser afettin Zemdi (Tenguzlug) ve
(Tonguzlug) gibi iki isimden bahsetmektedir. Tensiz kelimesi eski
Türkçe'de Deniz demektir. Tunguzlu ise bugünkü imlasıyla Denizli
demektir. Netice olarak Denizli adi, Tunguzlu ve Tunguzlu
kelimelerinin zamanla ağızdan agıza, Denizli kelimesi haline
gelmesinden bugünkü seklini almıştır.
KRONOLOJİ
M.O. 4000'ler
Kalkolitik donem
M.O. 3000 - 2000
ilk Tunç Cağı
M.O. 2000 - 1200/1100
Orta Tunç cağı ve Son Tunç cağları
M.O. 1800
Denizli'nin Arz ava Sayasal Birliği içinde yer olması
M.O. 1200
Deniz kavimleri göçü
M.O. 1100'ler
Deniz kavimleri göçüyle Hitit Devleti'nin yıkılması
M.O. 546
Ahamenis Kralı II.Kiros'un Lidya Krallığı'nı ortadan kaldırması
M.O. 360
Hellespontos, Misya, Lidya ve Karya satraplarının Pers merkezi yetkesine bas kaldırışı
M.O. 334
Büyük İskender'in Anadolu seferi ile Denizli yöresindeki Pers etkinliğine son verilmesi
M.O. 246
ll.Antiokus'un karisi Laodikeia'yı ziyareti sırasında Laodikeia kentinin kurulması
M.O. 188
Roma, Bergama, Selevkoslar arasında barış antlaşmasının yapılması
649
Muaviye'nin Kıbrıs seferi
1070
Türklerin Denizli'de ilk kez görülmeleri
1077
Denizli'nin Türklerce fethi
1097
Kentin Bizansın eline geçmesi
1102
l.Kılıç Arslan'ın Denizli'ye fethi
1119
Denizli'nin yeniden Bizans'ın eline geçmesi
1148
Haçlılar'ın Denizli'den geçmeleri
1190
Frederik Barbaros komutasındaki bir Haçlı Ordusu'nun Denizli'den geçmesi
1207
Denizli'nin yeniden Türkler'in eline geçmesi
1259
Türkmenlerin Denizli'nin yönetimini ele geçirmeleri
1288
Denizli'nin Germiyanogulları egemenliğine girmesi
1300 - 1368
Denizli'de İnançogulları egemenliği
1368
Denizli'ni yeniden Germiyanogulları egemenliğine girmesi
1391
Denizli'nin Osmanlılar'ın eline geçmesi
1403
Timur'un Denizli'yi Germiyanoğulları'na geri vermesi
1429
Denizli'nin kesin olarak Osmanlı egemenliğine girmesi
1874
Denizli'de ilk Rüştiye Mektebi'nin açılması
1876
Denizli'de ilk Belediyenin kurulması
1879
İzmir-Aydın demiryolunun Sarayköy'e dek uzatılmasına ilişkin bir antlaşmanın yapılması
1883
Yapılan yönetim değişikliği ile Denizli'nin Sarayköy, Buldan ve Tavas kazalarının bağlandığı bir sancak haline getirilmesi
1884
Çal Kazası'nın Denizli sancağına bağlanması
1888
Acıpayam Kazası'nın, Denizli sancağına bağlanması, Sarayköy demiryolu hattının Dinar'a dek uzatılmasının kararlaştırılması
1910
Denizli'nin "Bağımsız Mutasarrıflık" haline getirilmesi
22 Mart 1919
İzmir'de toplanan Reddi İlhak Kongresi'ne Denizli'den bir kurulun katılması
25 Nisan 1919
İstanbul Hükümeti'nin Şehzade Abdurrahim Efendi başkanlığındaki bir öğüt kurulunun Denizli'ye göndermesi
15 Mayıs 1919
İzmir'in Yunanlılar'ca işgali üzerine, Denizli'de bir protesto mitingi düzenlenmesi
16 Mayıs 1919
Yunan işgalinin protesto edilmesi amacıyla Tavas'ta da bir miting düzenlenmesi
17 Mayıs 1919
İşgale karsı Çal'da bir miting düzenlenmesi
29 Mayıs 1919
Denizli'de Redde-i ilhak Cemiyeti'nin kurulması
8 Haziran 1919
Sarayköy'de bir Kuka-yi Milliye Cephesi'nin oluşturulması
10 Haziran 1919
Denizli Heyet-i Milliye'nin kurulması ve Sarayköy cephesinin oluşturulması
3 Ağustos 1919
İstanbul Hükümeti'nin Denizli'de incelemelerde bulunmak üzere Jandarma Genel Komutanı Ali Kemal Paşa'yı göndermesi
7 Ağustos 1919
Denizli Mutassarrıfı Faik Bey'in Dahiliye Nezareti'ne bir telgraf
çekerek, Kuka-yi Milliye'nin dağıtılması buyruğunu geri çevirmesi
18 Ağustos 1919
Denizli delegelerinin Sivas Kongresi'ne katılmak üzere kentten ayrılması
12 Ocak 1920
Emin Efendi ve Faik Bey'in İstanbul'da toplanan Meclis-i Mebusan'a Denizli milletvekili olarak katılması
21 Haziran 1920
Çopur Musa çetesinin Çivril'i basması
5 Temmuz 1920
Yunanlılar'ın Buldan'a ve Çal'ın bazı köylerine girmesi
8 Temmuz 1920
Demirci Mehmet EFE'nin adamlarından Soketli Ali EFE'nin Denizli'de öldürülmesi
9 Temmuz 1920
Denizli'ye giren Demirci Mehmet EFE'nin, Soketli Ali EFE'nin ölümünden sorumlu tuttuğu 60 kişiyi öldürtmesi
29 Temmuz 1920
Yarbay Nazmı Bey'in 57.Tümen Komutan ive Mutasarrıf vekili olarak Denizli'ye gelmesi
18 Ocak 1921
Çivril'in Yunan işgaline uğraması
1 Nisan 1921
Çivril'in ikinci bir kez işgale uğraması
30 Ağustos 1922
Çivril'in Büyük Taarruzla birlikte Yunan işgalinden kurtarılması
4 Eylül 1922
Buldan'ın işgalden kurtarılması
İLK FETİHLER
Denizli ve havalisinde Türkler ilk defa 1070 yılında görüldüler. Afşin
Bey bütün Anadolu'yu kastettikten sonra Laodikya'yı yağma ederek,
Honaz'ı zaptetmiştir. 1071 yılından sonra Denizli ve çevresi
Kutalmışoglu Süleyman Bey'in mahiyetindeki beyler tarafından
fethedilmiştir.
1097 yılında Bizans İmparatoru Alexis Komnenos, Juannis Dukas'ı Bati
Anadolu'nun fethi için görevlendirdikten sonra bu yöre Bizanslılar'ın
eline geçti. Bu sırada Türk Kuvvetleri Orta Anadolu'da bulunuyordu.
Bizanslıların elinde kısa bir sure kalan bu güzel beldemiz 1102 yılında
yeniden Kılıç Arslan tarafından zapt edilmiştir. Bu tarihten sonra Türk
Kuvvetleri Alparslan'ın komutasında Bizans topraklarına sürekli akınlar
yapıyordu. 1119 yılında Bizanslılar, büyük bir ordu ile Denizli ve
havalisine saldırdılar. Az sayıda Türk Kuvvetlerine sahip olan Alplara
bu yöreyi terletmek zorunda kalmıştır. Ertesi yıl tekrar gelen
Bizanslılar Uluborlu taraflarına kadar istila ettiler.1147 yılında
II.Haclı Ordusu Fransız Kralı VIDI Louis'in komutasında, Ege
Bölgesi'nden güneye doğru hareket ederek, Denizli civarını işgal
etmiştir. Buradan Antalya istikametine hareket eden Haclı Ordusu'nun
oncu birlikleri Acıpayam Ovası'nı geçtikten sonra, ordusunun ağırlıkları
ve artçı birlikleri ayni yolu takip ederek, Kazıkbeli'nden geçmek için
hareket etmişlerdi. Fakat orada yapılan çetin gerilla savaşlarında
Haclı Ordusu çok büyük kayıp vermiştir.
1577 yılında Bizans İmparatoru Manuel Komnenos, Selçuklu topraklarına
yeni bir sefer düzenleyerek Laodikya ve civarını yağma ederek İstanbul'a
donmuştur. Ertesi yıl Türkler Laodikya'ya gelerek şehri
zaptetmislerdir. Manuel Komnenos 1176 yılında büyük bir ordu ile
Laodikya ve Honaz civarını geri almışsa da Selçuklular'la yaptığı
savaşta yenilmiştir. II.Kılıç Arslan bundan sonra sınırlarını
genişleterek Bizans topraklarına akınlar düzenlemiştir. Atabey
komutasında yapılan bu akınlardan Selçuklular büyük ganimetler elde
ediyordu. Bizanslılar Atabey komutasındaki bu orduyu Sarayköy
yakınlarında pusu kurarak mağlup ettiler. Bu savaşta Atabey şehit oldu.
Bu tarihlerden yavaş yavaş sonra Denizli ilinin doğu kısımlarına Türkler
yerleşmeye başladı. Böylece Türk akıncıları, Küçük Menderes Vadisi'ne
kadar ilerleme fırsatını bulmuşlardır. 1190 yılında II.Haclı Ordusu
Laodikya'ya gelmiştir. Haclı Ordusu Komutanı Frederik Barbaros,
Bizanslılar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Buraya yerleşmiş olan
Türk boyları, çadırlarını bırakarak dağlara çekilmişler ve devamlı Haclı
ordusuna düzenlemişlerdir. Denizli ve havalisi takriben 13. asrin ilk
yıllarında Gıyasettin Keyhusrev tarafından 4 defa fethedilmiştir. Diğer
bir rivayete göre Laodikyalılar tarafından bir Türk kervanının
soyulması üzerine, Selçuklu beylerinden Mehmet ve Servet beylerin
komutasında bir Selçuklu Ordusu Laodikya Ordusu'nu yenmiş ve haraç
olarak bu bölgeyi antlaşma ile almıştır.
Diğer bir rivayet ise sudur: 12.yüzyıl sonlarında Bizanslıların
Burdur'a kadar ilerlemeleri üzerine Konya Sultani Osman ve Hüsamettin
beyleri bu bölgeye göndermiştir. Osman Bey Acıpayam Ovası'nı, Hüsamettin
Bey de Çal taraflarını zaptetmişlerdir. Denizli ve havalisinin
Selçuklulara bağlı bir beylik halinde teşekkülü Selçuklu Hükümdarı
Kiyasettin Keyhusrev zamanında 1207 yılında olmuştur. 1209 yılında
İznik'i başkent yapan Theodore Laskaris ile Selçuklular'ın arası
açılmıştır. Kiyasettin Keyhüsrev, Laskaris'e Alexios'us tahtına iadesini
isteyince, İznik Devleti ile Selçuklular, Denizli'nin batısında
Alaşehir ile Antiokhia arasında savaşa tutuştular. İlk seferde savası
kazanan Türkler yağmaya dalınca hücuma gecen Rum askerleri KiyasettinKey husrev'i şehit ettiler. Böylece savasın sonunda galip gelen
Bizanslılar, Bati Anadolu'ya bir sure sahip oldular. Selçuklular ile
Bizanslılar arasında Denizli ve yöresi sinir olarak kaldı. Bugünkü
DENİZLİ şehri bu sıralarda kurulmaya başlamıştır.
İlk olarak Denizli Kalesi Abdullah oğlu Karasundur tarafından
yaptırılmıştır. Ayrıca bu devrede birçok camii, han ve çeşme de inşa
edilmiştir. 13.yüzyıl baslarında Denizli ve havalisi yeni göçlerle "Uç
Bölgesi" olarak önceden gelenlerle birlikte yoğun bir Türk Topluluğu
meydana getirdiler. Buradaki Türkmenler Rum diyarını fetheden Türk
soyundan çokluk bir kavimdir. Bunlar muhtemelen Menderes Nehrinden deniz
kıyısına kadar olan yerlerdeki yasayanları yağma ederek çocuklarını
Müslümanlar arasında satmayı adet edinmişlerdi. Bu sırada
Topurlu-Toguzlıdağı eteklerinde 200 bin Müslüman çadırı bulunduğu
söylenir. Bu Türkmenler uç bolgesinde kona göce yasarlar ve bati
sınırlarını muhafaza ederlerdi.
1257 yılında Denizli'ye gelen Bizans garnizonu, şehirdeki Türklerin
çoğunluğu karsısında uzun sure kalamadı. Böylece 1259 yılında Denizli
tekrar Türkmenlerin eline geçmiş oldu. Bu tarihlerde Denizli etrafında
kümelenen Türkmenler, Hulagu Han'a müracaat ederek bu bölge için
kumandan istediler. Bu konuda ilhanlı Hükümdarı Hulagu de bir ferman
çıkararak Kulsak isimli bir zati bu bölgeye göndermiştir. Bölgenin
merkezi "Asi Karaağaç" diye bilinen Acıpayam yöresidir.
Bu Türkmenlerin manevi Türk Lideri "Yatağanbaba " olması muhtemeldir.
1261 yılında bu yöredeki Türkmenler, Selçuklular'a bas kaldırınca
Selçuklu Sultani Ruknettin ile Moğollar anlaşarak Türkmenleri mağlup
ettiler. Bu sırada birçok Türkmen Bizans sınırını geçerek
yerleşmişlerdir. Konya'daki "Cimri İsyanı'nın" bastırılmasından sonra
II.Kiyasettin Keyhüsrev kendisine yardim etmeyen Karaağaç Bölgesi
Komutanı Ali Bey'i oldurtmuştur. Bundan sonra Denizli
germiyanogulları'nın eline geçer. Bir sure sonra Konya'ya karsı hareket
yapılınca Denizli havalisindeki Türkmenler Karaman, Eşref ve Menteşe
Türkmenleriyle birlikte isyan çıkardılar. Bunun üzerine ilhanlı Sultani Keyhaku 31 Ağustos 1291 de Türklerin üzerine yürüdü. Böylece ilhanlı
hakimiyeti bu bölgede başlamış oldu.
Bu tarihlerde Germiyanlılar, Alsıroglu'nun kumandasında bugünkü Buldan
olan Tripolisi zaptettiler(1306). Böylece Denizli'nin Türkleştirilmesi
tamamlanmış oldu. 14.yüzyılın ilk yıllarında Denizli arazisinin düzlük
kısımlarına İnançoğulları yerleşmişti. Kuzey doğusunda Germi yan
Beyliği bulunuyordu. Sucaeddin Bey bir ara istiklal için hareket edince
öteden beri Anadolu'da kuvvetli bir birliğin kurulmasını istemeyen
İlhanlı Hükümdarı Timur tas 1327 yılında Denizli'ye geldi.Suca ettin Bey
ona itaat etti. Denizli 1366'da bir deprem ile harap olduğu sırada
şehir Germi yan hakimiyetine geçmiştir.
1391 yılında Yıldırım Beyazıt, Denizli topraklarını Osmanlı topraklarına
katmıştır. 1402 yılında Timur, Ankara Savası'nı kazandıktan sonra
Denizli'ye gelmiş, burada bir sure kaldıktan sonra İzmir yöresini fethe
gitmiş. 1403 yılının ilk aylarında tekrar Denizli'ye dönerek çadır
kurmuştur. Timur bu bölgeyi Germiyanlılara bırakarak ayrılmıştır. 1411
yılında bir ara bu bölge Karamanogullarının eline geçmişse de 1429
yılında tekrar Osmanlılara bağlanmıştır.
14.yüzyılın ilk yarısında birbirine akraba olan Türkmenler parçalanmış bir halde bulunuyorlardı
TÜRKMENLERE AİT BEYLİKLER VE KAPLADIKLARI SAHALAR İNANÇOĞULLARI BEYLİĞİ
Denizli'nin kurulduğu düzlükte bulunmaktaydı.
GERMİYANOGULARI BEYLİĞİ
Honaz'dan Buldan taraflarına kadar uzanan bir alanda kurulmuştur.
HAMITOGULLARI BEYLİĞİ
Yören dağı- Bozdoğan'ın doğusundaki saha Karaağaç mıntıkasına sahiptir.
TAVAS BEYLİĞİ
Babadağ'ın güneyindeki araziyi, şimdiki Tavas ve Kale
ilçelerinin sahalarını kaplamaktadır. Denizli şehri Osmanlıların
hakimiyetine girdikten sonra, yaşantısına sakin bir şekilde devam
etmiştir. 1702 - 170 yıllarında vuku bulunan depremlerde 12.000 kişi
olmuş, o zamanki Kale civarında bulunan şehir oturulamayacak hale
gelmiştir. Bundan sonra şehir daha yukarıya, şimdiki merkezine doğru
çekilmiştir.
LADİK BEYLİĞİ (İnançoğulları)
Laodikya şehrinin sürekli harpler
depremlerle yıkılması üzerine halk Laodikya'nın bağ ve bahçelerinin
bulunduğu, bugünkü Denizli'ye gelip yerleşmişlerdir. Türkler Laodikya
adini kısaltarak Ladik şehrine sokulmuşlardır, bu şehirde beyliğin
ismini de Ladik olarak kullanmışlardır. Ladik Beyliği'nin kurulusundan
önce Denizli, vali ve komutanlar tarafından idare ediliyordu. Bu vali
ve komutanlar arasında Ladik'te eser bırakmış olan Seyfettin
Karasungur'dur. 30 yıllık valilik ve komutanlığı sırasında Denizli
Kalesi'ni, Akman Kervansaray'ını, birçok çeşme, camii, han ve hamamlar
yaptırmıştır. Karasungur'un San Kuvvetlerine esir düşmesi üzerine
yerine Ladik ve Honaz emimi olarak Sahip Ataoğulları'ndan Tabettin Hasan
Nasreddin Ali gönderilmiş. Bunların da Cimri İsyanı'nda öldürülmeleri
üzerine Ladik emirliğine Ali Bey gönderilmiştir. Böylece Sahip
Ataogullarının 1277 tarihine kadar Ladik ve Honaz emirliğinde
kaldıkları anlaşılmaktadır. Sahip Ataoğulları’ndan Ladik
Germiyanogulları'na geçmiştir. Fakat halkın Germiyanogulları'ndan Ali
Bey'i, Giyaseddin II.Keyhusrev'e şikayeti üzerine Ladik tekrar sahip
Ataogulları'na geçmiştir.
Sahip Ata'nın vezirlikten azledilmesi üzerine(1288) Germiyanogulları
Ladik'i tekrar ele geçirmiştir. Ali Sirkin kızının oğlu Bedrettin
Murad'ı Ladik emirliğine tayin etmiştir. Mollaya sinirlenen Selçuklu
Sultani Ladik'e kuvvetli bir ordu göndermiş ve burası tekrar geri
alınmıştır. BU tarihten sonra Sucaettin İnanç Ladik'te 50 yıla yakın
beylik yapmış ve adaletli ve iyi idaresi sayesinde halk tarafından
sevilmiştir.
Ölümünden sonra yerine gecen oğlu Murat Aslan Bey de memleketi iyi idare
etmiş, zamanında Türkçe fatiha tefsiri yazılmış, 3 çeşit para
basılmıştır. Bu paraların biri üzerinde Murat Bey'in adi geçmektedir.
Ibni Batıda Murat bey;i Denizli'ye gelişinde bugünkü Devlet
Hastanesi'nin bulunduğu tepedeki sarayında ziyaret etmiştir.
Seyahatnamesinde bundan bahsetmektedir. Murat Bey'in iktidara geçiş ve
ölüm tarihleri kesin olarak bilinmiyor. Hatta Murat Bey'in mezarına bile
rastlanmamıştır. Fakat Hastane yakınındaki Murat dede mezarı, halk
tarafından Murat Bey'e addedilmekte ve ziyaret edilmektedir. Buğun
Denizli'de Murat Dede adıyla bir mahalle bulunduğundan, bazı kaynaklara
göre bu mezar Ladik Beyliği ile ilgi derecesi tespit edilemeyen ve
Hisar Savası'nda ölen Murat Bey'e aittir.
Murat Aslan Bey'den sonra oğlu Issak Bey yerine geçmiş kendi adına para
bastırmış fakat 1402'de Timur Anadolu'yu istila edince Denizli'nin
idaresi Germiyanoglu Y akıp Bey'e geri verilmiştir. Ankara Savası'ndan
sonra bütün Anadolu'yu ele geçiren Timur, bir müddet sonra Kütahya ve
Altıntaş'tan geçip, Ladik'e gelmiş mevsimin sonbahar olması sebebiyle
karargahını Denizli'de kurarak askerlerini kışlaklara göndermiştir.
O vakitler Tonguzlu denen Denizli'de askerlerin hastalanması sebebiyle,
Timur karargahını havası ve suyu daha iyi olan Karcı ve Hisar Koyu
sırtlarına çekmiş, Menteşeoglu Mehmet Bey ile İsfendiyer Bey Timur'u
burada ziyaret ederek ona 1000 at hediye etmişlerdir. Timur bir sure
Denizli'de kaldıktan sonra, Serinhisar yoluyla Denizli'den ayrılmıştır.
Timur'un Denizli'deki kalış günlerinde Germiyanoglu Yakup Bey kendisini
ziyaret etmiş, Kütahya ve Denizli'nin idaresini üzerine almak için onu
ikna etmiştir.
LADİK'İN OSMANLILARA GEÇİŞİ
Ladik Germiyanoglu Süleyman Sah idaresinde
iken, Osmanlı Devleti günden güne kuvvetlenip sınırlarını
genişletiyorlardı. Süleyman Sah ergen Osmanlılar tarafından gelecek
tehlikeyi sezerek, kendini emniyete almak için kızı Devlet hatunu,
I.Murat'ın oğlu Şehzade Beyazıt'a vererek akrabalık kurmuştu (1381).
Kızına çeyiz olarak verdiği yerler arasında Ladik'te vardı. Beyazıt Han
Denizli'de hamam ve bahçe satın almıştır.. Ladik Ankara Savası'na kadar
(1402) Osmanlılar'da kalmış, savaştan sonra Germiyanogullarının yeniden
hakimiyetine giren Ladik, nihayet yerine geçecek kimsesi bulunmayan
Germi yan Hükümdarı Yakup tarafından, II.Murat'a bir vasiyetname ve
bütün Germeyen ülkesiyle birlikte verilmiştir (1428). Böylece Ladik
kesin olarak Osm ali Devleti'ne bağlanmıştır.
Ünlü gezgin Evliya Celebi Denizli'ye uğramış ve 300 yıl öncesinin
Denizli'sini söyle dile getirmiştir. "Şehrin çevresinde pek çok
akarsular ve goller bulunduğu için bu isim verilmiştir. Yoksa denizden 4
merhale uzaktadır. Kalesi düz yerde dörtgen seklindedir. Hendeği
yoktur. Çevresi 470 adimdir, 4 kapısı vardır.Kuzeyinde boyacılar,
doğusunda semerciler, güneyinde Yeni Camii, batısında bağlar kapısı
bulunur. Kalede 50 kadar silahlı bekçi vardır ki dükkanları bekler. Asil
şehir kalenin dışında 44 mahalle ve 3600 evlidir. Büyüklü küçüklü 57
camii ve mahalle mescidi, 7 çocuk mektebi, 6 hamamı, 17 tekkesi vardır.
Herkes bağlarda oturduğundan ehil ve ayalleri birbirinden kaçmaz.
Birbirleriyle akraba gibi olmuştur. halkı beyaz ve mavi feraceler giyer.
Pamuğu, pamuk ipliği, beyaz ince sade bezli olup, Anadolu'ya sevk
edilir. Halkın kazancı "Beyaz Denizli Bezi" dir.
DENİZLİ'NİN ADI VE YERİ
Denizli şehri, ilk defa bugünkü şehrin 6 km. kuzeyinde, Eskihisar Köyü
civarında kurulmuştur. Bu şehir M.O.( 261 - 245 ) yılları arasında,
Suriye Kralı II. Antiyokustheos tarafından kurulmuş ve karısının adına
izafeten LAODICIA denilmiştir. Türkler Denizli havalisini zaptettikten
sonra, şehrin suyunun bol bulunduğu bugünkü Kaleiçi mevkiine
naklettirmişlerdir. Denizli adına, tarihi kaynaklarda başka başka
isimler olarak rastlamaktayız. Selçuklu kayıtları ve Denizli mahkemesi
serciye sicilleri (Ladik) ismini vermektedir. Ibni Batuta'nın
seyahatnamesi (Tunguzlu) denilmektedir. Mesalikullebsar'da da (Tunguzlu)
olarak kaydedilmiştir. Timurlenk'in zafer namesini yazan, Ser
afettin Zemdi (Tenguzlug) ve (Tonguzlug) gibi iki isimden
bahsetmektedir. Tensiz kelimesi eski Türkçe'de Deniz demektir. Tunguzlu
ise bugünkü imlasıyla Denizli demektir. Netice olarak Denizli adi,
Tunguzlu ve Tunguzlu kelimelerinin zamanla ağızdan agıza, Denizli
kelimesi haline gelmesinden bugünkü seklini almıştır.
KRONOLOJİ
M.O.
4000'ler Kalkolitik donem
M.O. 3000 - 2000 ilk Tunç Cağı
M.O. 2000 -
1200/1100 Orta Tunç cağı ve Son Tunç cağları
M.O. 1800 Denizli'nin Arz
ava Sayasal Birliği içinde yer olması
M.O. 1200 Deniz kavimleri göçü
M.O. 1100'ler Deniz kavimleri göçüyle Hitit Devleti'nin yıkılması
M.O.
546 Ahamenis Kralı II.Kiros'un Lidya Krallığı'nı ortadan kaldırması
M.O.
360 Hellespontos, Misya, Lidya ve Karya satraplarının Pers merkezi
yetkesine bas kaldırışı M.O. 334 Büyük İskender'in Anadolu seferi ile
Denizli yöresindeki Pers etkinliğine son verilmesi M.O. 246
ll.Antiokus'un karisi Laodikeia'yı ziyareti sırasında Laodikeia kentinin
kurulması
M.O. 188 Roma, Bergama, Selevkoslar arasında barış
antlaşmasının yapılması
649 Muaviye'nin Kıbrıs seferi
1070 Türklerin
Denizli'de ilk kez görülmeleri
1077 Denizli'nin Türklerce fethi
1097
Kentin Bizansın eline geçmesi
1102 l.Kılıç Arslan'ın Denizli'ye fethi
1119 Denizli'nin yeniden Bizans'ın eline geçmesi
1148 Haçlılar'ın
Denizli'den geçmeleri
1190 Frederik Barbaros komutasındaki bir Haçlı
Ordusu'nun Denizli'den geçmesi
1207 Denizli'nin yeniden Türkler'in eline
geçmesi
1259 Türkmenlerin Denizli'nin yönetimini ele geçirmeleri
1288
Denizli'nin Germiyanogulları egemenliğine girmesi
1300 - 1368 Denizli'de
İnançogulları egemenliği
1368 Denizli'ni yeniden Germiyanogulları
egemenliğine girmesi
1391 Denizli'nin Osmanlılar'ın eline geçmesi
1403
Timur'un Denizli'yi Germiyanoğulları'na geri vermesi
1429 Denizli'nin
kesin olarak Osmanlı egemenliğine girmesi
1874 Denizli'de ilk Rüştiye
Mektebi'nin açılması
1876 Denizli'de ilk Belediyenin kurulması
1879
İzmir-Aydın demiryolunun Sarayköy'e dek uzatılmasına ilişkin bir
antlaşmanın yapılması
1883 Yapılan yönetim değişikliği ile Denizli'nin
Sarayköy, Buldan ve Tavas kazalarının bağlandığı bir sancak haline
getirilmesi
1884 Çal Kazası'nın Denizli sancağına bağlanması
1888
Acıpayam Kazası'nın, Denizli sancağına bağlanması, Sarayköy demiryolu
hattının Dinar'a dek uzatılmasının kararlaştırılması
1910 Denizli'nin
"Bağımsız Mutasarrıflık" haline getirilmesi
22 Mart 1919 İzmir'de
toplanan Reddi İlhak Kongresi'ne Denizli'den bir kurulun katılması
25
Nisan 1919 İstanbul Hükümeti'nin Şehzade Abdurrahim Efendi
başkanlığındaki bir öğüt kurulunun Denizli'ye göndermesi
15 Mayıs 1919
İzmir'in Yunanlılar'ca işgali üzerine, Denizli'de bir protesto mitingi
düzenlenmesi
16 Mayıs 1919 Yunan işgalinin protesto edilmesi amacıyla
Tavas'ta da bir miting düzenlenmesi
17 Mayıs 1919 İşgale karsı Çal'da
bir miting düzenlenmesi
29 Mayıs 1919 Denizli'de Redde-i ilhak
Cemiyeti'nin kurulması
8 Haziran 1919 Sarayköy'de bir Kuka-yi Milliye
Cephesi'nin oluşturulması
10 Haziran 1919 Denizli Heyet-i Milliye'nin
kurulması ve Sarayköy cephesinin oluşturulması 3 Ağustos 1919 İstanbul
Hükümeti'nin Denizli'de incelemelerde bulunmak üzere Jandarma Genel
Komutanı Ali Kemal Paşa'yı göndermesi
7 Ağustos 1919 Denizli
Mutassarrıfı Faik Bey'in Dahiliye Nezareti'ne bir telgraf çekerek,
Kuka-yi Milliye'nin dağıtılması buyruğunu geri çevirmesi
18 Ağustos 1919
Denizli delegelerinin Sivas Kongresi'ne katılmak üzere kentten
ayrılması
12 Ocak 1920 Emin Efendi ve Faik Bey'in İstanbul'da toplanan
Meclis-i Mebusan'a Denizli milletvekili olarak katılması
21 Haziran 1920
Çopur Musa çetesinin Çivril'i basması
5 Temmuz 1920 Yunanlılar'ın
Buldan'a ve Çal'ın bazı köylerine girmesi
8 Temmuz 1920 Demirci Mehmet
EFE'nin adamlarından Soketli Ali EFE'nin Denizli'de öldürülmesi 9 Temmuz
1920 Denizli'ye giren Demirci Mehmet EFT'nin, Soketli Ali EFE'nin
ölümünden sorumlu tuttuğu 60 kişiyi öldürtmesi
29 Temmuz 1920 Yarbay
Nazmı Bey'in 57.Tümen Komutan ive Mutasarrıf vekili olarak Denizli'ye
gelmesi
18 Ocak 1921 Çivril'in Yunan işgaline uğraması
1 Nisan 1921
Çivril'in ikinci bir kez işgale uğraması
30 Ağustos 1922 Çivril'in Büyük
Taarruzla birlikte Yunan işgalinden kurtarılması
4 Eylül 1922 Buldan'ın
işgalden kurtarılması
Akçakoca / Düzce
Bu kez istikametimiz Karadeniz kıyısında fındık diyarı Akçakoca. Denizle ormanın buluştuğu yerde doğayla başbaşa bir gün geçirmeyi planlıyoruz.
Akçakoca, Düzce'ye bağlı tipik bir Karadeniz yöresi. Akçakoca'ya gitmenin en kısa yolu ücretli otoban üzerinden. Düzce'den otobandan saptıktan sonra sahile doğru yol alıyoruz. Yol kenarındaki fındık üretim tesisleri kısa bir süre sonra yerini sonsuz bir yeşilliğe bırakıyor. Yol keyifli ve rahat.
Akçakoca, Türkiye'nin ilk turizm beldesi aslında. Henüz güney turizminin başlamadığı yıllarda büyükşehirlerden özellikle yazları çok sayıda ziyaretçi gelirmiş. Şimdi hem denizin tadını çıkarmak hem de Bolu-Düzce civarını gezmek isteyen yerli ve yabancı turistleri ağırlıyor.
Akçakoca'da güneş denizden doğar denizden batar diyorlar. Buranın eski adı da zaten Diapolis, yani parlak şehir.
Akçakoca'nın iklimi ılıman. Karadeniz Bölgesi'nin yağmurlu havasına burada daha seyrek rastlanıyor. Denize girmek isteyenleri ise Karadeniz'in dalgaları bekliyor. Deniz sığ değil, hemen derinleşiyor, ama tertemiz.
Akçakoca'nın 30 km'lik upuzun bir sahili var. Özellikle haftasonları burası oldukça kalabalık oluyor.
Beldenin girişinde ve Ereğli yolunda çok sayıda plaj var. Tüm plajlar halka açık. Ayrıca bazı otellerin önünden de denize girilebiliyor.
Sahilde deniz ürünleri yenebilecek balık lokantaları var. Ayrıca yöresel lezzetler yaprak sarma, mancarlı pide ve Akçakoca'nın özel tatlısı melengüçeyi deneyebileceğiniz yerlerden birine de girebilirsiniz.
Akçakoca'da ayrıca fındıkla yapılabilecek her türlü yiyecek var ama yemeğin üstüne fındıklı tahin helvası en güzeli.
Sahilde teknelerin arasında biraz dolaştıktan sonra, biraz da Akçakoca'nın tepelerine doğru yol alalım diyoruz. Yukarı Mahalle, yöreye özgü yapıyı görebileceğiniz bir yer.
Akçakoca'da bazı evler Karadeniz yapı tarzına sadık kalınarak korunmuş. Çanak antenler ve beton binalar geleneksel dokuyu bozsa da çiçekli kapıların arasında bir tur atmaya değer.
Evlerin ve çiçekli bahçelerin arasında biraz dolandıktan sonra asırlık çınarların altında piknik yapanların yanına gidiyoruz.
600 yıllık çınarların yanında Evliya Cami ve eski bir hamam kalıntısı var. Zaten Akçakoca'da gittiğiniz her yerde tarihin izlerini görüyorsunuz.
Çevredeki şelale ve mağaraları görmek isteyenlerin ise yarım saatlik bir yürüyüşü göze almaları gerekiyor.
Şimdi istikametimiz Akçakoca'nın sembolü niteliğindeki Ceneviz Kalesi. Ceneviz Kalesi 1216 yılında ticaret gemilerine yol göstermek için kurulmuş. Şimdi ise sahil bölümü ile birlikte 5000 kişilik bir tesis olarak hizmet veriyor.
Akçakoca'nın Falezleri ya da diğer adıyla Beyazkayalar kaleden görülebiliyor.
Büyük dilek kuyusu ise, hemen dikkati çekiyor. Burasını aslında Kale Müdürü Alaaddin Küçük, çöp atılmasın diye dilek kuyusuna çevirmiş. Şimdi hem temiz kalıyor hem de atılan paralarla kaleye gelir sağlanmış oluyor.
Dilek kuyusunda biriken para, Ceneviz Kalesi'nin personeli arasında bölüştürülüyor. Biz de bir dilek tutup, Akçakoca otellerine doğru yolumuza devam ediyoruz.
Akçakoca'da 25'in üzerinde konaklama tesisi bulunuyor. Dört yıldızlı otellerden pansiyonlara her bütçeye göre konaklama imkanı var.
Akçakoca Otel ve Diapolis Otel'de fiyatlar iki kişi yarım pansiyon 120 -160 YTL arasında. Odalar ferah ve konforlu. Her iki otel de sahil kenarında. (Güncel fiyatlar farklı olabilir bilginize)
Otellerden tekrar kasaba merkezine doğru gidiyoruz. Akçakoca'ya gelip de dünyada pek başka bir örneği olmayan Merkez Cami'yi görmeden dönmek olmaz. Mimar Ergün Subaşı, klasik kubbe yerine sentez mimari uygulamış. Sekizgen köşelerden oluşan kubbe ve mavi dokulu minarelerle eşsiz bir cami ortaya çıkmış.
Akçakoca'dan sönerken fındık ve fındık ürünlerinden yanınızda götürebilirsiniz. Bunun için Fiskobirlik'in marketine uğramalısınız.
Mudanya Trilye
Bu seferki istikametimiz Mudanya'nın yanıbaşındaki Zeytinbağı ya da eski adı ile Trilye. Mudanya, Mütareke Binası ve eski Rum Mahallesi ile çok daha fazla bilinen bir yer, ama 10 dakika mesafedeki Trilye, tam anlamıyla korunmuş köyü, zeytinleri, tarihi yerleri ve tertemiz havası ile özellikle günübirlik geziler için bire bir.
Trilye, Güney Marmara'da küçücük bir belde. İstanbul'dan araçsız gelecekler için en kolay yol Mudanya'ya kalkan deniz otobüsüne binmek. Oradan yarım saatte bir kalkan minibüslerle hemen Trilye'ye ulaşılıyor. Deniz yolunu katınca İstanbul Trilye arası 135 km.
Ama biz araçla feribota binip Yalova'ya ulaşıyoruz. İstanbul Deniz Otobüsleri'nin Yenikapı ya da Pendik'ten kalkan feribotları, hem çok rahat hem de yolu çok kısaltıyor. Fakat özellikle yaz aylarında biletleri önceden almak en iyisi.
Biz feribottan indikten sonra Gemlik yolundan devam ediyoruz. Deniz kokusu burnumuzda, zeytin ağaçları arasından Mudanya'ya varıyoruz.
Mudanya sahili denize girmek için pek uygun değil ama yöredeki turizm belgeli tek tesis Montana Otel, hem turistik amaçlı hem de iş toplantıları için gelen konukları ağırlıyor.
Mudanya'nın dar sokaklarında ve cumbalı evlerin arasında kısa bir tur attıktan sonra esas istikametimiz Trilye'ye doğru yola koyuluyoruz. Yol biraz keskin virajlı olduğu için dikkat etmek gerekiyor. Tam yemek saatinde kırmızı kiremitleri hemen göze çarpan Trilye'ye varıyoruz.
Trliye sahilinde dört tane balık lokantası ve çay bahçeleri var. Tesislerin hepsi tertemiz aile işletmeleri. Balık lokantaları, yöresel tarzda döşenmiş. Tahta masalar ve rengarenk örtüler, daha masaya oturmadan insanın içini açıyor doğrusu.
Trilye barbunya balığının ana vatanı. Mevsimine göre balık yemek en iyisi. Ama yemeklere esas lezzeti katan zeytinyağı. Bu yüzden önce o meşhur zeytinyağına geleneksel olarak kekik ve pul biber ekip odun ekmeği banılıyor. Bu, o kadar lezzetli ki, balığa yer bırakmaya dikkat etmek gerekiyor.
Sahildeki restoranlar Şekerev, Liman ve Savarona, deniz ürünleri ağırlıklı menüleri ile haftasonu köy havasını yaşayabileceğiniz yerler.
Lokantaların biraz ilerisi deniz. Aslında Trilye bir sahil kasabası ama denizin temiziliği rüzgara göre değişiyor. Kimileri denizin tadını çıkarsa da kimilerine göre Marmara Denizi'ne güven olmuyor. Fakat Trilye, dar sokakları, tarih dolu mekanları ile turistlere farklı imkanlar sunuyor.
Trilye bölgesi Sit alanı olduğu için doğallığını hiç yitirmemiş. 1920'lerdeki Trilye resimlerinde yörenin görüntüsü nasılsa şimdi de hemen hemen aynı. Tabii bakımsızlıktan eski havasını yitirmiş tarihi yerler hariç.
Son yıllarda yaşanan turist sayısındaki artış ile birlikte yöre de gelişme göstermiş. Bu yüzden özellikle haftasonları esnaf hayatından memnun. Esnaf Hatice Çelik, Mudanya'ya yanaşan vapur saatlerine göre çiğ böreklerini hazırlıyor ve çevredeki tüm yörelerden gelenleri ağırladıklarını söylüyor.
Trilye'nin ismi ile ilgili birkaç varsayım var. Rumca üç aziz anlamına geldiği ya da ismin barbunya balığı demek olan "trigliya"dan geldiği rivayetler arasında. Aslında belde Cumhuriyet döneminde Zeytinbağı adını almış, fakat hala yaygın olarak Trilye olarak biliniyor ve kullanılıyor.
Trilye'nin içinde evi olan dışardan gelmiş birkaç aile var. Yerleşik olanlarla son derece uyumlular. Trilye halkı güleryüzlü ve sıcak. Yöreye girer girmez bunu fark ediyorsunuz zaten. Bizi gezdiren Zeytinci Hasan, gururla gösteriyor, evlerinin önünde zeytin satan köylüleri. "Biz eskiden Gemlik ve İstanbul tüccarlarına satardık, şimdi sadece burada evimizin önünde satıyoruz" diyor.
Trilye halkının başlıca geçim kaynağı zeytin. Zeytin ve yan ürünlerini burada her köşeden almak mümkün. Ama açıkçası buraya henüz turistik bir yer demek güç. Köy havasını hala muhafaza ediyor.
Trilye zeytini gerçekten başka zeytinlere benzemiyor. Başka yerlerde bulmak da mümkün değil, bu yüzden köylüler daha sonra isteyenlere zeytinleri kargo ile gönderiyorlar. Orta boyda, küçük çekirdekli ve çekirdeği meyvesine yapışmayan Trilye zeytini salamura yöntemiyle 3-4 yıl saklanabiliyor. Ayrıca olgunlaşmış yeşil zeytinlerden kırma, çizme ve az tuzlu konserve zeytin üretiliyor. Yörenin zeytini yağ yapımı için de çok uygun.
Eski zamanlarında Trilye'de bağcılık da yapılırmış. Şimdi artık üzüm üretilmiyor ama başka yerlerden gelen üzümler Trilye'deki tesislerde işlenip şarap yapılıyor. Kırmızı ve beyaz şaraplar için Türkiye'nin dört bir yanından boğazkere, merlot, sultaniye ve narince gibi üzümler getiriliyor. Baküs Şarapevi'nde satılıyor. İstenirse tadım da yapılabiliyor.
Zeytinler ve şarap yapımı bir yana, Trilye'nin her yanı tarihle dolu ama bölgenin geçmişi ile ilgili kesin bilgiler yok çünkü burada hiç arkeolojik kazı yapılmamış.
Trilye ve çevresi antik çağlardan beri yerleşime açık olmuş. Bu yüzden attığınız her adımda tarihi bir eserle karşılaşıyorsunuz. Hatta bazı eserler köylülerin bahçelerinin içinde kalmış. Zeytinci Hasan'ın bahçesindeki tarihi çeşme gibi...
Tarihi kayıtlara göre Trilye'de 1908 yılında 820 hane varmış. 19. yüzyılın sonlarında ise beldede 109 Türk ve 3657 Rum'un yaşadığı kayıtlara geçmiş. Zaten köyde Rum ve Türk mimarisinin örnekleri görülebiliyor.
Fakat Trilye'de hiç Rum kalmamış. Sadece Yunanistan'da kurulan yine aynı isimli kasabada, Trilye'de oturanlar turistik amaçla beldeye sıkça geliyor. Zaten Yunanistan'daki Trilye ile Türkiye'deki, kardeş belde ilan edilmiş.
Tarih içinde Trilye ve çevresinde çok sayıda kilise, manastır ve ayazmalar inşa edilmiş. Ancak bunlardan günümüze 3 kilise ve bir manastır kalmış. Onlar da şu anda son derece bakımsız durumda.
Osmanlılarca camiye dönüştürülen ve Fatih Cami adını alan Büyük Kilise, ev olarak kullanılan Yuannes Kilisesi, Türklerin yaptırmış olduğu hamam Trilye'de görülmesi gereken tarihi yerler.
Tarihi eser niteliğindeki Yuannes Kilisesi'nin mesken olarak kullanılması insanı şaşırtmıyor değil. Resimli Kilise'nin 3. yüzyıldan kalma olduğu rivayet ediliyor. Duvarlarına kazınmış isimlere ise hayret etmemek elde değil.
1909'da Papaz Okulu olarak inşa edilen ve 1980'li yıllara kadar okul olarak hizmet veren Taş Mektep ise görkemli bir bina, ancak o da çok bakımsız durumda.
Taş Mektep'in yanından taş evlerin arasından yukarıya doğru çıkıyoruz ve Trilye'nin balkonu tabir edilen yerde bir mola veriyoruz. Buranın her daim estiği söyleniyor. Biz de bu sıcakta doğal klimadan biraz yararlanıp Tarihi Çamlı Kahve'ye çıkacağız.
Trilye'ye gelip de Çamlı Kahve'ye uğramadan dönmeyin. Burada asırlık çınarların altında, denize ve zeytin bahçelerine bakarak çay içebilirsiniz.
Çamlı Kahve bu sene hizmete girmiş. Daha önce kullanılamaz durumda olan bu alan şimdi pırıl pırıl bir çay bahçesi. Püfür püfür esiyor ve manzara şahane. Tam bir tepe olduğu için çevredeki yöreler kuşbakışı görülebiliyor. Bir tek kahvenin karşısında önce otel olarak inşa edilen ama şimdi site olarak kullanılan bina göz zevkini bozuyor. Bu yapı bölgenin dokusuna hiç uymuyor doğrusu.
Trilye'de tarihle ve doğayla içiçe bir gün geçirdikten sonra şehre doğru yola koyulabilirsiniz. Konaklamak isteyenlerin ise restore edilmiş iki pansiyondan birini ya da Trilye Otel'i tercih etmesi gerekiyor.
Otel Trilye'nin odaları sokağa bakıyor ama temiz ve bakımlı. Pansiyonlar ise çok kısıtlı sayıda odası olmasına rağmen, hem konforlu hem de geleneksel yapıyı bozmadan inşa edilmiş. Özenle dikilmiş perdeler ve yatak örtüleri bile yöresel dokuyu yansıtıyor ve tamamen şehirden uzak olduğunuzu size sonuna kadar hissettiriyor.
Tertemiz havası ve zeytinleri ile ünlü Trilye'de yavaş yavaş akşam oluyor. Biz de Yalova'dan feribotla şehre dönmek üzere yola koyuluyoruz.
Derinkuyu Nevşehir
Derinkuyu
Nevşehir'e 30, Kaymaklı'ya ise 10 km. uzaklığında olan Derinkuyu'nun
yeraltı şehri Kaymaklı yeraltı şehrine göre plan olarak farklılık
göstermektedir. Kaymaklı yeraltı şehri bir tepenin altına yapılmışken,
Derinkuyu daha düz bir alana oyulmuştur.
Daha derin olarak oyulan bu
yeraltı şehrinin derinliği 55 m. dir. Ancak, 7. katındaki su kuyusunun
derinliğini de hesaba kattığımızda, bu rakam 85'e çıkmaktadır. Toplam
sekiz kat olan yeraltı şehrinin beşte birinin gezilebildiği
söylenmektedir. Bir yeraltı şehrinde bulunması gereken tüm özellikleri
taşımaktadır. Ayrıca, bir misyonerler okulu bulunmaktadır.
Misyonerler
okulunun birinci katta bulunması, bu okulun normal zamanlarda da
kullanıldığı görüşünü getirmektedir. 1965 yılında hizmete açılmış olan
yeraltı şehrinin 5. katından sonra, tek bir tünelle 7. ve 8. kata kadar
inilmektedir.
Bir kilise ile başka odalara ulaşan tünelleri içeren bu
katta ayrıca bir 30 m. derinliğinde bir su kuyusu vardır. Sekizinci kat
küçücük bir oda olup havalandırma bacasına açılan bir de pencere vardır.
Bu pencere, havalandırma bacasının dibine çok yakındır.
Kaymaklı Nevşehir
Kaymaklı
Nevşehir'e 20 km. uzaklıkta, Nevşehir-Niğde yolu üzerinde bulunan ve
eski adı Enegüp olan Kaymaklı kasabasındaki yeraltı şehri 1964 yılında
ziyarete açılmıştır. Yöre halkı, evlerini yeraltı şehrinin etrafına
yapmış ve yeraltı şehrinin yüzeye yakın bazı mekanlarını depo, kiler,
ahır olarak kullanmaktadır. Sadece 4 katı gezilebilecek durumda olan
Kaymaklı yeraltı şehrinin tünelleri dar, alçak ve eğimlidir. Birden çok
havalandırma bacası olan şehirde, bugün sadece bir baca
görülebilmektedir.
Yeraltı şehrinin bugünkü girişindeki ahır bulunmaktadır. Ahırdan sonra
dar bir tünelden alt kata inilirken yan taraflarda oturma odaları
bulunur. İkinci kata inildiğinde birçok tünel, iniş tünelinin tam
karşısında bir mezarlık ve yanında küçük, tek nefli, iki apsisli,
ortasında bir altarın bulunduğu bir kilise vardır. Kilisenin içindeki
tünelden geçildiğinde erzak depolarının olduğu bir bölüme oradan da
biraz daha aşağıdaki, içinde bir şaraphanenin, yine erzak depolarının ve
bu bölüme inen başka bir tüneli kapatan değirmen taşı şeklindeki
kapının olduğu kata inilir. Daha da aşağıya inildiğinde, uzun bir
koridorun içinde, küçük bir pencereyle tünele bağlantısı bulunan
havalandırma bacası görülür. Dördüncü kattaki şaraphane ve erzak
depolarından sonra yukarı doğru çıkan tünelin sağ ve solunda sıra sıra
oturma odaları vardır. Bu tüneli çıktıktan sonra mutfağa geçilir. Mutfak
iki kat halinde yapılmıştır. Ocağın karşısındaki merdivenlerle altta
bulunan ikinci kata inilir. Dört tünelin açıldığı mutfaktan sonra ise
farklı tünellerden geçilerek yeniden giriş bölümüne varılır. Erzak
depolarının çok fazla olması bu yeraltı şehrinin nüfusunun kalabalık
olduğu fikrini güçlendirmektedir.
Göreme Açık Hava Müzesi
Göreme Açık Hava Müzesi
M.S. 2. yüzyılın sonlarında Kapadokya'da önemli sayıda Hıristiyan
toplumu bulunmakta idi. Bu devirde önemli piskoposluk merkezi olarak
Malatya ve Kayseri görülmektedir. Bunlardan Kayseri (Ceaserea), asırlar
boyunca Hıristiyanların merkezi olarak önemini korumuştur. 4. yüzyılda
Kayseri başpiskoposu olan Aziz Büyük Basilius'un Hıristiyanlık
doktrininin düzenlenmesi ve yeni bir şekil verilmesinde büyük payı
vardır. Nitekim, bu görüşler bugün bile, bir takım Hıristiyan toplumları
ve Gregorian kiliseli Aziz Büyük Basilius'un izinden gitmektedirler.
Kıtlık zamanında, tek parça ekmeği olan bir Hıristiyana, "o ekmeği ikiye
bölüp yarısını karnı aç birisine vermesini ve kendisini Allah'ın
himayesine bırakmasını" öğütlemiştir. Büyük Basilius çok kapalı, halktan
soyutlanmış şekildeki manastır hayatı yerine halka yakın, halkla iç içe
bir hayatı tercih etmiş; bu zihniyet sonucunda ise kardeşi Nyssa'lı
Gregorius ile Nazianos'lu Gregorius'un da büyük çabalarıyla
Kapadokya'da, yerleşim merkezlerine çok uzak olmayan manastırlar, kilise
ve şapeller kurdurmuş; buralarda din adamlarının nezaretinde günlük
ibadetlerin yapılmasını sağlamıştır. Kapadokya'daki din adamları, Büyük
Basil'in döneminde, Mısır ve Suriye'deki gibi halktan ayrı, imtiyazlı
hala sokulmamışlardır. İnzivaya çekilen keşişlerin dışında, diğer din
adamları cemaatle ibadeti tercih etmişlerdir. Bu tür bir dini eğitim
sistemi Göreme'de başlamış ve Soğanlı, Ihlara, Açıksaray gibi
Hıristiyanlık merkezlerinde sürdürülmüştür.
Kapadokya kiliseleri, fresk adını verdiğimiz duvar resimleriyle ünlüdür.
Bu resimler genelde iki aşamalıdır. Birincisinde resimler, doğrudan
duvarın üzerine yapılmış ve kırmızı renkli aşı boyası kullanılmıştır. Bu
tip resimler çeşitli bezeme, şekiller ve sembollerden oluşmaktadır.
İkincisi ise, kaya duvarın üzerine alçı, kum, saman karışımı bir sıva
yapılmış ve bu sıvanın üzerine, konuları İncil'den alınmış ve Hz.
İsa'nın hayatını anlatan sahneler resmedilmiştir.
Göreme
Göreme
Nevşehir'e 10 km. uzaklıktaki Göreme kasabası Nevşehir-Ürgüp-Avanos
üçgeni arasındaki etrafı vadilerle çevrili bölgede yer alır. "Korama,
Matiana, Maccan ve Avcılar" Göreme'nin eski adlarıdır. Göreme ile ilgili
6. yüzyıla ait bir belgede ilk olarak "Korama" adına rastlanılmıştır.
Bu belgede, Hieron adındaki bir azizin 3. yüzyıl sonlarında Korama'da
doğduğu, Malatya'da 30 arkadaşı ile birlikte şehit olduğu ve elinin
kesilerek annesine, Korama'ya getirildiğinden bahsedilmektedir. Aziz
Hieron'un, Göreme Açık Hava Müzesi'ndeki Tokalı Kilise'de bir freski
bulunmaktadır.
Göreme ve çevresinin Roma döneminde Venessa (Avanos) halkı tarafından
mezarlık olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Göreme'nin merkezindeki
büyük peribacasının içine oyulmuş olan iki sütunlu Roma mezarı ile
çevrede bulunan çok sayıda mezar bu görüşü ortaya çıkarmıştır.
Orta çağın başlarında, Hıristiyanlar için önemli bir dini merkez olan
Göreme, 11 ve 13. yüzyılda bir başpiskoposluk merkezi durumundadır.
Nitekim Göreme ve çevresinde çok sayıda dini yapılar mevcuttur. Ancak,
bu yapıların yapılış tarihleri hakkında yeterli doküman bulunmamaktır.
Bu itibarla tarihleme, yapının mimari özelliğine göre ve varsa
fresklerine bakılarak yapılmaktadır.
Ürgüp
Ürgüp
Nevşehir'in 20 km. doğusunda olan Ürgüp ilçesi, Kapadokya'nın en önemli
turizm merkezlerindendir. Çok sayıda isme sahip olan Ürgüp, Osiana,
Hagios Prokopios, Başhisar, Burgut Kalesi gibi isimlerle anılmış,
Cumhuriyetin ilk yıllarında bugünkü adını almıştır.
Ürgüp ve çevresindeki bilinen ilk yerleşim, antik adı Tomissos olan
Damsa Çayı'nın doğusundaki Avla Dağı etekleridir. Roma dönemine ait kaya
mezarları da önemli bir yer tutmaktadır. Bizans döneminde de önemli bir
dini merkez olan Ürgüp, çevresinde bulunan yerleşim yerlerindeki ve
vadilerdeki kilise ve manastırların piskoposluk merkezi durumundaydı.
2002 yılında, Ürgüp'ün Şahinefendi kasabasında yeni bir yerleşim merkezi
bulunmuş ve kazı çalışmalarına başlanmıştır. Arkeolog Halis Yenipınar
ve Murat Gülyaz denetiminde yapılan kazılarda, bir hamam ve tabanında
mozaikler olan, rezidans/kilise ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının içinde
bulunan mezarlardan mumyalanmış ceset bulunmuştur. (Henüz yeni bir kazı
çalışması olduğu için çok fazla bilgi elde edilememiştir. Bu itibarla,
ben de bu kadar bilgiyle yetinmek istiyorum.)
11. yüzyılda Ürgüp, Selçukluların önemli kentleri olan Konya ve Niğde'ye
giden yolların üzerinde önemli bir kale konumundadır. Bu döneme ait iki
yapı kentin merkezindeki Altıkapılı ve Temenni Tepesi Türbeleridir. Bir
anne ve kızına ait olan Altıkapılı Türbesi, adından da anlaşılacağı
üzere, altı cepheli, her cephesinde kemerli pencere olup üstü açıktır.
Temenni Tepesi'nde de, kime ait olduğu bilinmeyen iki türbe mevcuttur.
Ürgüp, Osmanlı döneminde de önemli bir kenttir. Şemsettin Sami 1888-1900
yıllarında yazdığı Kamus-ül Alam adlı kitabında Ürgüp'te 70 cami, 5
kilise ve 11 kütüphane olduğunu belirtir. Ancak, 1515 yılında Osmanlı
topraklarına katılan Ürgüp, 18 yüzyılda Sadrazam Nevşehir'li Damat
İbrahim Paşa'nın kadılık makamını Muşkara'ya (Nevşehir) taşıması sonucu
eski önemini yitirir. Buna tepki gösteren Ürgüp halkının gönlünü almak
isteyen Sadrazam, Ürgüp'ün içine künklerle (çamurdan pişirilerek
yapılmış boru) su hattı döşetir.
Kapadokya
Kapadokya Genel Tarihçe
Erozyonun oluşturduğu Peri Bacaları ve inanılmaz görüntülerle herkesi
şaşırtan vadileri, insanların inanç uğruna oyarak inşa ettikleri ve
günümüze kadar canlılığını koruyabilmiş freskleriyle kaya kiliseleri,
canlarını kurtarabilmek amacıyla yerin metrelerce altını -kimi zaman
sekiz kat- oyarak yeraltı yerleşim yerleri bugünkü Kapadokya'yı meydana
getirir. İnsan ve doğa el ele vermiş ve dünyanın harikalarından birini
ortaya çıkarmıştır.
Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış olan Strabon, Geographika adıyla
yazmış olduğu kitabında Kapadokya'yı, doğuda Malatya, batıda Aksaray,
güneyde Toros Dağları ve kuzeyde Doğu Karadeniz'e kadar uzanan b ir
bölge olarak sınırlandırır. Bugün ise Kapadokya eşittir peribacaları,
kaya kiliseleri, yeraltı şehirleri olduğu için bugünkü Kapadokya, bu
oluşumların en yoğun olduğu Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Ortahisar,
Gülşehir, Derinkuyu ile Aksaray yakınındaki Ihlara vadisi akla
gelmektedir.
Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumu Erciyes, Hasan, Melendiz, Göllüdağ
ile daha birçok küçük volkanik dağların, Üst Miyosen çağda patlamaları
ile başlamıştır. Bölgeye yayılan lavlar, göller, akarsular üzerinde
100-150 metreyi bulan değişik sertlikte tüf tabakasından oluşan yüksek
bir plato meydana getirmişlerdir. Zamanla bu platonun, erozyonun
etkisiyle inanılmaz derecede aşınması sonucu bugünkü vadiler ortaya
çıkmış, peri bacası adı verilen üzerinde daha sert ve geniş bir kaya
tabakasının bulunduğu konik şekiller oluşmuştur. Dünyanın birkaç
bölgesinde de görülen Peri Bacaları, hiçbir yerde Kapadokya'da olduğu
kadar yoğun bir şekilde bulunmamaktadır. Tabiatın bu cömertliğinden
yararlanan insanoğlu ise, oyulmaya çok elverişli olan bu kalın kaya
kütlesini oyarak, günün şartlarına göre evler, manastırlar, kiliseler ve
yeraltı sığınakları yapmışlardır. Özellikle Hıristiyanlığın Anadolu'da
yayılmaya başlamasıyla birlikte, Kapadokya'nın jeolojik yapısının
verdiği bu avantajla manastır ve kilise sayısı binlerle ifade edilen
sayıya ulaşmış ve Hıristiyan keşişlerin merkezi durumuna gelmiştir.
M.Ö. 2000'lerden başlayarak Hititler bölgeye yerleşmiş ve yerli halkla
kaynaşarak Büyük Hitit İmparatorluğunu kurmuşlardır. Bu dönemde Kayseri
yakınlarında bulunan Kültepe (Neşa,Kaniş) Asur Ticaret Kolonilerinin
önemli bir ticaret merkezi durumundadır. M.Ö. 1200'lere kadar hüküm
süren Hitit İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Geç Hitit Devletleri
kurulmuştur. Friglerin, Geç Hitit Devlerine son vermesinden sonra
Kimmerlerin, Medlerin ve M.Ö. 547'den itibaren ise Perslerin
hakimiyetinde kalmıştır. Persler Anadolu'yu Satraplık adı verilen
bölgelere ayırarak yönetirler. Bu bölgelerden biri olan bugünkü
Kapadokya bölgesine ise Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen
Katpatuka adını verirler.
Pers İmparatorluğu'nu yıkan Büyük İskender Katpatuka'da beklemediği bir
direnişle karşılaşır. Bunun üzerine, komutanlarından biri olan
Sabistas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirir. Buna karşı
çıkan halk bir Pers asilzadesi olan I. Ariarathes'i (M.Ö. 332-352) kral
ilan eder. Büyük İskender ile iyi ilişkiler kuran I. Ariarathes,
Kapadokya Krallığının sınırlarını da genişletir. Büyük İskender'in
ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, yeniden bir savaş
dönemine girer ve Pontus, Galat, Makedonya ve Romalılarla mücadele
eder. M.S. 17 yılında Tiberius Roma İmparatorluğuna bağlayarak eyalet
haline getirir. Batıya açılan yeni yolların yapılması, eyaletin merkezi
durumundaki Kayseri'nin önemini artırmış, ticaretin Asur Ticaret
Kolonilerindeki parlak dönemindeki canlılığına kavuşmuştur. Daha sonraki
yıllarda İran'dan gelen Sasanilerin akınlarından korunmak için şehrin
etrafı surlarla çevrilmiştir. Hıristiyanlığın yayılması sırasında,
Kapadokya bölgesi bu bakımdan da önemini artırmış ve Hıristiyanlık Roma
İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilince Kayseri
Başpiskoposluk merkezi haline gelmiştir. IV. Yüzyılda Başpiskopos olan
Aziz I. Basilius'un büyük çabalarıyla Hıristiyanlık bölgeye yerleşmiş ve
kayalar içinde mistik bir manastır hayatı başlamıştır.
Roma İmparatorluğu M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca, Kapadokya doğal
olarak Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kalır. VII. Yüzyıl
başlarında Bizanslılarla Sasaniler arasında yoğun savaşlar meydana
gelmiş ve Sasaniler 6-7 yıl bölgeyi ellerinde tutmuşlardır. M.S. 651
yılında, Halife Osman Sasani Devletini yıktıktan sonra, Arap-Emevi
akınlarına maruz kalır Kapadokya halkı. Bu karışıklık sırasında, bir
süredir devam eden hıristiyan mezhep çatışmaları, özellikle İmparator
III. Leon'un ikonaları yasaklamasıyla, doruk noktasına ulaşır ve
İkonaklazm (726-843) denilen dönem başlar. İkonaklastik dönemde
Kapadokya'ya büyük bir göç yaşanmış, ikona taraftarı olan Hıristiyanlar
bölgeye gelip kayalara oyulmuş manastırlarda gizlenerek ibadetlerine ve
faaliyetlerine devam etmişlerdir.
1082 yılında Kayseri'nin Selçuklular tarafından fethedilmesini müteakip
Kapadokya halkı huzurlu bir döneme girer. Selçuklu hakimiyetindeki
Hıristiyanlar serbestçe ibadetlerini yaparlar ve kiliselerini inşa
ederler. Ancak, 1308 yılında Moğol kökenli İlhanlılar Kayseri'yi ele
geçirip, şehri yakıp yıkarlar. Bu durum çok sürmez ve Osmanlılar
döneminde bölge artık rahat ve huzura kavuşur.
Olimpos - Çıralı - Yanartaş
ÇIRALI - OLİMPOS- YANARTAŞ
Dünyanın en iyi plajlarından biri olan Olimpos sahili geniş ve uzun kumsalı, fıstık çamları, okaliptus ağaçları gölgesinde ekonomik tatil imkanı doğa ile başbaşa tatil imkanı veriyor...
Son yılların moda tatil yerinin lacivert berrak denizi bir yana, mitolojik hikayeleri ile Yanartaş, Olimpos antik kent kalıntıları, Ulupınar mesire yeri, çevre gezilerine meraklı olanlara sunduğu zengin ve alternatifli seçenekleri cazibesini daha da artırıyor.
Çıralı, gezginlerin yakın zamandaki keşiflerinden biri, ekonomik bütçe ile tatil yapmak isteyenlerin birinci tercihi. Köyde mütevazi pansiyonlar, ağaç evler, kamp olanakları elverişli olunca her yıl biraz daha gelişme gösteriyor. Marketler, barlar, kır lokantaları kumsal çardak barları, fast-food kafeler hızla açılıyor. Ayrıca kasap ve eczane Çıralıyı tercih edenlere hizmet veriyor. Sırtını Akdeniz'in manzarası doyulmaz güzellikteki Toros Dağlarına dayamış.
Mitolojik öyküye sahip Olimpos, yöreyi kışın bile tatil yapılabilir şekilde koruyor. Musa Dağı ve Tahtalı Dağı en yakın görüş alanınız içinde göz okşayan siluetler sergiliyor.
Anıtlaşmış biçimleri ile çınar ağaçları, Akdeniz'e özgü fıstık çamları, makiler, okaliptuslar teneffüs etmesi hoş kokulu bitki dokusunu oluşturuyor.
Karaburun'dan başlayıp Olimpos'ta sona eren 3 km uzunluğundaki kumsal özgür biçimde denizden ve plajdan ücretsiz yararlanma imkanı sağlıyor.(Olimpos antik kent girişi ücretli) İsteyenler antik kent içinden geçerek denize ulaşan deltada denize giriyor, isteyenler kendilerini güneşe teslim edip kumsalın her hangi bir yerini tercih ediyorlar. Bir başka seçenek ise Çıralı Köyü sahiline günübirlik giriş ücreti ödeyip, araçları park ederek denizden yararlanmak.
Birinci seçenekte bir avantaj derenin denize dökülmesi, zira denizde yüzüp Akdeniz'in binde 28 ya varan tuz oranı nedeniyle kavrulanlar, akabinde dağlardan gelen tertemiz kaynak sularla beslenen dereye girerek bir ölçüde duş yapar gibi tuzlu sudan arınıyorlar. Haliyle zakkumlarla bezeli sık bitki dokusu içinde antik kent duvarları ve kalıntıları seyrederek yüzmek isteyenlerle bu bölge, bilhassa hafta sonları daha fazla ilgi görüyor. Olimposta deniz dibinde de devam eden kumsal iklim ve alışkanlıklar nedeniyle Caretta caretta kaplumbağaların yumurta bırakmaya geldikleri sahillerden biri. Bu nedenle sahilde ateş yakmak yasak. Birkaç çardaklı kır lokantası haricinde bakirliğini sürdüren kumsalda kaplumbağa yumurta yuvaları metal kafeslerle belirlenip korunuyor.
Işıklı büyük tesis ve çevre aydınlatmak için güçlü ışıklar olmayınca gece her yerden daha fazla yıldız görebiliyorsunuz, sessizlik alabildiğine fazla. Buna rağmen Ağustos böceği kuş korosu, uçan kuşların kanat sesleri gün içersinde sıkça duyulan ses efektleri olarak kentte olmadığınız konusunda ikna edici oluyor. Gün doğumu ise başlı başına bir şölen, seremoni, hatta doğum. Bu sahillerde coğrafi konum gereği güneş denizden doğuyor, dağların arkasında akşam üzeri kaybolurken batışını gören olmuyor. Stresten uzak ortamda tatil yapanlar, hemen hemen her yerde rastladıkları limon, portakal bahçeleri veya ağaçlı bölgelerde gövdelere kurulu hamaklarda yorgunluk atıyorlar. Yılın yorgunluğunu hamak keyfi ile atanlar nedeniyle yaz aylarında en çok satılan piknik malzemesi sıralamasında hamaklar ilk sırayı kapıyorlar. Hamak keyfine bir başka alternatif ise su kenarı veya ağaç gölgeli alanlarda yapılan ağaç sedirler, köşkler, taraçalar, halılar, kilimler ile kaplanıp yastıklarla oda rahatlığı sunuluyor. Buralara yerleşenler kısa süre sonra yıl boyunca TV de seyredip, basında okudukları sinir bozucu olayları unutup, temiz havaya teslim olarak gündüz gözü uyuma moduna geçiyorlar.
Çevrede ne var ne yok ?
Çevre gezilerine meraklı olanlar için Çıralıya komşu yakın koylar bulunuyor. Bunlar arasında Porto Ceneviz ve Sazak koyları en çok gidilenler arasında yer alıyor. Olimpos sahilinden 10.00 - 10.30 saatlerinde kalkan kişi başı 20 milyon TL ücretli tekne turları ile gün boyu gezenler, sahillerde yüzüp doğa yürüyüşleri yapanlar, vücutlarında biriken toksinlerden kurtulup teknede verilen balık veya kanat, makarna, salata, karpuzdan oluşan tekne mönüsünü büyük iştahla yiyorlar. Dönüş ise 17.30 da yapılıyor.
Doğa yürüyüşlerine meraklı olanlar için iki seçenek bulunuyor. Birincisi Likya Yolu devamı olan 25 km lik Tekirovaya kadar uzanan araçlarında geçebileceği ağaçlı toprak parkur. İkinci alternatifte ise Çıralı sahiline 3 km kala araçlar park edilip dere atlanıyor, çam ve çınar ağaçları gölgeli orman içinde iki saatlik yürüyüş bu alanda yapılabiliyor. Bir çeşit saklıkent görünümlü güzergah içinde Ulupınardan gelen dere suyunun oluşturduğu küçük gölcüklerde yüzme imkanı da bulunuyor. Yola biraz daha devam edenler Antalya'nın buzdolabı sayılan Ulupınar Değirmen Restorana geliyorlar.
Çıralıda gölgede 40 dereceyi bulan sıcaklara tezat Ulupınarda sıcaklık 25 derece oluyor bu nedenle Antalya'nın en soğuk yeri olarak bilinen doğal klimalı Değirmen Restorana gelenler yanlarına uzun kollu giyecekler alıyorlar.(Abartmıyorum, lokantanın battaniye servisi de var.) Kulakları sağır eden bir su sesi, ne yalan söyleyeyim kuş sesini bastırıyor, yine de ardıç kuşları seslerini duyurmak için avazları çıktığı kadar ötüyorlar. Dağlardan aşağı inen içilebilir lezzete, biraz kireçli pınar suları yanınızdan koşarcasına akıp ilerlerde antik köprü civarında bir yerlerde yer altına girip kayboluyor. Ağaç köşk ve sedirlere yerleşenler keyif düşkünü Romalıları çatlatırcasına yemeklerini yiyorlar. Rehavet çökenler ise bir de güzellik uykusu çekiyorlar.
Tereyağında alabalık, ızgarada çipura, levrek veya et ızgara yiyenlerin yanı sıra, uzun sürede yendiği ve soğumaması için altında ateşle gelen çoban kavurma da tercih edilen yemekler arasında yer alıyor. Yörük kökenli bir ailenin kurduğu işletme olan Değirmen restoranda öyle özel bir spesiyalite yemek yok, başınızda bekleyen garson yok, niye uyuyorsun, kalk git artık gibi bakan da yok, hepsi saygılı, hizmette pervane oluyorlar, herkes kendi halinde kimi sevgilisi, kimi çoluk çocuk ailece ağaç gölgesi, serin hava, su sesi, temiz havanın keyfini çıkartıyor. Yandaki köşke göz ucuyla bakıyorum anne, baba bebeğiyle oynuyor, hayatın renkleri, herkesin yüzünde mutluluk ifadesi var. Bir patates tava, bir gözleme, bir salata, bir bira, acıktıkça siparişleri yeniliyorsunuz. Masalar da var ama, yer sofrasında yemek yiyenler bir süre sonra mideleri katlanıp şişiyor, sırt üstü tuş oluyorlar!. Fiyatları merak edenlere bir örnek vereyim. Çipura ızgara, limonlu çoban salata, soğuk iki bira, ketçaplı bir patates tava, su, ekmek, hesap gelirken bir de çay, 13.500 TL, kısacası 15 milyon verip çıkıyorsunuz. (Temmuz. 2003 itibariyle - Fiyatlar bugün nasıldır bilemiyoruz maalesef)
Çıralıda tatil yapanların bir bölümü ise Kadir'in Yeri olarak bilinen ağaç evlere gidiyorlar. Burada son yılların gözde mekanlarından "Öküz Bar" ise, sabaha kadar ateş etrafında dans edip kızılderili gibi zıplayıp, dönenlerle dolup taşıyor.
Şimdi de Çıralıya üç buçuk km uzaklıkta bir başka alevli gezi yerine uzanıyoruz.
Yanartaş
Toprak altından çıkan gazların yanmasıyla burada çeşitli yerlerde devamlı alev görülür.
Efsaneye göre bu, Belerefon tarafından öldürülen Kimera adlı canavarın dilidir. Anlatılanlara göre: Bir zamanlar Belerefon adlı yakışıklı bir delikanlı vardı. En büyük isteği Pegasus denen kanatlı ata binmekti. Ancak çok zordu bu ata binebilmek. Pegasus'u ne yapıp yapıp ele geçirmek isteyen delikanlı uğraşır, didinir, sonunda karşısına çıkan iyi yürekli bir yaşlının öğüdü ile Athena'nın Tapınağında bir gece uyur ve rüyasında tanrıçadan bir gem alır. Uyandıktan sonra atı arar, bulur ve altın gemi takarak üstüne atlar. Böylece gökler hakimi olur. Bir gün kaza ile kardeşini öldüren Belerefon çok üzülerek gurbete çıkar. Bir çok serüvenden sonra baş tarafı arslan, ortası keçi, kuyruğuda yılan olup ağızından alevler saçan Kimera canavarı ile karşılaşmak zorunda kalır. Yayını ve oklarını alarak uçan atına atlar, Kimera'nın bulunduğu yere gelir. Canavar üstünde uçan Belerefon ve Pegasus'a bir şey yapamaz. Delikanlıda onu oklayarak öldürür. Fakat canavarın ağızından çıkan alevi söndüremez. İşte bu alev yıllardan beri dağın yamacında hala yanmaktadır. Homer ve diğer ozanların eserlerinde sözünü ettikleri alev bu efsanedeki alevdir...
Hikaye böyle, tepeye çıkmak ise biraz zahmetli aracı bıraktığınız yerden itibaren taşlarla işaretlenmiş dar patikadan yarım saatlik bir yürüyüşle bahsi geçen bölgeye ulaşıyorsunuz Yazın Beyoğlu Caddesi gibi kalabalık olan yolu akşam serinliğinde çıkanlar olduğu gibi, aynı yere mehtaplı gecelerde çıkıp, çeşitli yerlerde yanan ateşi ay ışığı karanlıkta ayin gibi bir şölen seyredenlerde oluyor. (Yıllar önce büyük bir alevle karşılaşmayacağımı bildiğimden fotoğraf çekerken alev çok görünsün diye birazcık şişe içinde gaz götürmüş alev içine dökmüştüm.)
Bir başka gezi yeri Phaselis antik kenti. Tarihte çevresinde bulunan çiçeklerin yoğun kokusu nedeniyle Parfüm Deposu olarak anılan Phaselis Roma İmparatoru Hadrianus'un kış aylarında tatil yeri olarak zamanını geçirdiği yer olarak da biliniyor. Bir liman kenti olan Phaselis Çıralı'nın doğusunda 20 dakikalık uzaklıkta yer alırken karadan ve denizden gelenlerle en fazla rağbet gören günü birlik mesire yeri olarak ziyaret ediliyor. (Giriş için ücret ödeniyor).Çıralının batısında yine 20 dakikada ulaşılan bir başka gezi yeri ise Adrasan (Çavuşköy) bulunuyor. Kendine has özelliklere sahip Adrasan Çıralı da tatil yapıp gezmeyi sevenlere bir başka seçenek oluyor.
NE YENİR?
Olimpos sahilinde ve Çıralı yerleşim merkezinde sahil lokantaları, çardaklar, bahçeli fast-food türü cafeler hizmet veriyor. Menide balık tercih edenler Sahil Restoran'ın manzara farkını da ödüyorlar. Ulupınar'da yemek yiyenler ızgaralar, meze ve salatalar, gözlemeler ve kavun dondurması yiyebiliyor. Piknik imkanı olanlar soğuk sulara bıraktıkları kısa sürede doğal soğukluğa kavuşmuş olarak tüketiyorlar. Hobbit Evi'nde yemek yemek isteyenler otelde kalmasalar bile restoranda önceden verdikleri siparişleri hazırlatabiliyorlar. Restoran deniz ürünleri, alabalık, güveçte kalamar yahnisi, et çeşitleri, zeytinyağlıları ile tercih ediliyor. Tüm yemekler Kumluca'da kurulan renkli köy pazarındaki yöresel ürünlerden hazırlanıyor.
13 Şubat 2012 Pazartesi
Alanya
Alanya, geniş plajları, tarihi eserleri, modern otel ve motellerin
sayısız balık lokantaları, kafe ve barlarıyla mükemmel bir tatil
merkezidir. Gelenleri ilk karşılayan, Alanya Yarımadası'nın üzerinde bir
taç gibi kurulmuş olan ve 13. yüzyıldan kalma şahane Selçuklu
Kalesidir. Etkileyici kalenin yanı sıra eşi benzeri olmayan tersanesi ve
anıtsal güzellikteki sekizgen Kızıl Kule görülmeye değerdir.
Limanı çevreleyen kafeler ve barlar akşam saatlerinde liman yolu boyunca
el sanatları, deri, giysi, mücevherat, el çantaları ve yöreye özgü
ilginç renklere bezeli su kabaklarının satıldığı butikler yer alır. Eğer
mağaraları keşfetmekten hoşlanıyorsanız Damlataş Mağarası'nı gezmeniz
gerekir. Mağara yakınında Etnografya Müzesi yer almaktadır. Tekneyle üç
deniz mağarasına ulaşabilirsiniz: fosforlu kayalarıyla Fosforlu Mağara,
korsanların kadın esirleri tuttukları Kızlar Mağarası ve Aşıklar
Mağarası.
Alanya'nın 15 km. doğusunda yer alan Dim Çağı Vadisi gölgelerin
serinliğinde dinlenmek için ideal bir yerdir. Tüm sahillerinden denize
girilebilen Alanya tam bir güneş, deniz, kum cennetidir.
Tarihçe: Alanya bazen Kilikya bazen de Pamfilya topraklarından
sayılmıştır. Daha sonra sırasıyla Hititler, Yunanlılar, Romalılar
bölgeye egemen olmuşlardır. Çeşitli istilalar ve savaşlarla harap olan
kent Romalılarca yeniden inşa edilir. Bizanslılar döneminde ise Alanya'
ya ''Güzel Dağ'' anlamına gelen Kolonoros adı verilir. 13. yy. da
Selçuklu Hükümdarlarından I. Alahaddin ***kubat kenti alarak adını
Alaiye olarak değiştirir. 13. yy. ortalarında Karamanlıların eline geçen
Alanya 1471 yılında Osmanlı topraklarına katılır.
İklim: Alanya' da tipik Akdeniz iklimi hüküm sürmektedir. Kışları
yağışlı ve nemli, yazlar kurak ve sıcaktır. Yıllık ortalama hava
sıcaklığı 19ºC'dir. Deniz suyu sıcaklığı 21ºC'dir.
Arkeoloji Müzesi : Arkeolojik ve etnografik eserlerin korunup ve
sergilendiği bölümlerden oluşan müzedeki en eskieser Alanya çevresinde
bulunan ve İ.Ö. 625 yılına tarihlenen Fenike dilindeki yazıtdır.
Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemine ait bronz, mermer, pişmiş toprak,
cam ve mozaik buluntular ile Karamanlıca dilindeki bir yazıt ve Arkaik,
(İ.Ö.7-5.yy) Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve
Cumhuriyet Dönemine ait sikkeler arkeoloji ****iyonunda yeralmaktadır.
İkinci bölüm olan Etnografya ****iyonunda ise, Türk İslâm eserleri ve
dönemin İlköğretim Müdürlüğü'nden devredilen eserler ile Alanya
çevresinden derlenen ve bölgenin etnografik özelliklerini yansıtan,
yörük kilimleri, alaçuvallar, heybeler, giysiler, işleme örnekleri,
silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı
takımları gibi objeler ile bir Alanya evine ait günlük oda bölümü
oluşturularak sergilenmektedir.
Kızılkule Etnografya Müzesi : Askerî amaçla ve limanı kontrol
altında tutmak için 1226 yılında yapılmış olan bu anıtsal yapı, Selçuklu
sanatının eşsiz örneklerinden olup; Alanya'nın simgesi durumundadır.
1951-1953 yıllarında onarıldıktan sonra 1979'da yapının giriş katında
Alanya yöresine özgü, halı, kilim, giysi, mutfak gereçleri, silahlar,
tartı aletleri, aydınlatma aletleri, dokuma tezgâhı ve yörük kültürünü
yansıtan çadır gibi etnografik nitelikte eserler sergilenerek, yapıya
etnografya müzesi işlevi kazandırılmıştır.
Alanya Kalesi: Alanya Kalesi zamanımıza kadar korunan tek
Selçuklu kalesidir. 1225 yılında Roma Kale kalıntılarının yerine
Selçuklu Sultanı Alaaddin ***kubat tarafından yeni bir kale
yaptırılmıştır. 83 kule ve 140 burca sahip , üç sıra surlarla çevrili
olan kale bütün olarak iç ve dış kale bölümlerinden oluşur. Aya Yorgi
Kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi Selçuklu
Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı,
irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri ve zindandan oluşan kale bir
tarih hazinesidir.
Kızıl Kule: Adını alt ve üst kısımlardaki kesme taşlardan alan
Kızıl Kule 1226 yılında yapılmıştır. Bugün bile sapasağlam ayakta duran
kulenin doğu cephesi ile batı cephesi arasındaki oturduğu yerin konumu
nedeniyle, 2m.lik bir yükseklik farkı vardır. Sekizgen şeklindeki kule
beş katlıdır. Zemin katın ortasından yukarı doğru, beşinci kata kadar
yükselen bir bölüm bulunmaktadır. Su sarnıcı görevini üstlenen bu bölüm
kulenin omurgası durumundadır. Zemin kat etnografik müze olarak hizmet
vermektedir
Antik Kentler
Leartis-Learti (Mahmutlar Harabeleri): Büyük ören yada büyük kilise
diye de adlandırılan bu yer ilçenin kıyı boylarındaki irili ufaklı
tepelerin yamaçlarında kurulmuştur. İlçe merkezine 22 km. uzaklıktaki
kentte kiliseler, hamamlar, sarnıçlar, iskan merkezleri, küçük bir
stadyum tiyatro, sütunlu caddeler ve tapınakar mevcuttur.
Syedra Harabeleri: Syedra Kenti M.Ö. 3. yy. da, bugünkü Kargacı
ve Seki köylerinin sınır oluşturduğu bir tepede kurulmuştur. Tepe
üstündeki bölümün kentin merkezi olduğu bilinen Syedra ve yöresinde
bulunan kitabelerden kentin Roma kalıntısı olduğu anlaşılmaktadır.
Kentin anıtsal giriş kapısının lentosu hala sağlamdır. Sütunlu
caddenin iki yanında, çeşitli amaçlarla yapılmış tarihi eserler ve
mozaikler görülür. Şehrin içinde muhtemelen su deposu olarak kullanılmış
üç havuz vardır.
Lotape (Aytap) Liman Kenti: Aytap Alanya'nın 30 km. doğusundadır.
Bugünkü Akdeniz kıyı yolu bu Roma kentinin ortasından geçmektedir. Kral
Antichus'un karısı Iotape'ın anısına kente bu adı verdiği
bilinmektedir. Kentin 50-100 m. boyutlarında bir limanı vardır. Yarımada
şeklinde oldukça yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş kalesine oldukça
zor çıkılmasına karşın görülen manzara tüm yorgunlukları unutturacak
güzelliktedir. Iotape kentinin antik caddesi, hamamı, kilisesi, nekropol
ve akropolü çevrede bulunan değer antik kentler içinde en iyi ayakta
kalanlarıdır. Tek odalı, üstü kapalı mezar odaları da kentin antik
kalıntıları içindedir.
Selçuklu Tersanesi: 1228 yılında yaptırılan tersane 56,5 m.
uzunluğunda , 44 m. derinliğinde ve 5 gözlüdür. Tersane güneyden
gelebilecek tehlikelere karşı, iki katlı, iki odalı bir kule ile
güçlendirilmiştir.
Camiler
Süleymaniye (Kale) Cami: Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyan
caminin 16. yy. da bir Selçuklu tapınağının üzerine inşa edildiği
bilinmektedir. Kapı ve pencerelerdeki ağaç bölümler Osmanlı ağaç
işlemeciliğinin en güzel örneklerindendir.
Emir Bedrüddin Cami: Günümüzde Andızlı Cami olarak bilinen cami
adını hemen yanındaki andız ağacından almıştır. 1227 yılında Emir
Bedrüddin tarafından yaptırılan caminin yanında kesme taşlardan yapılma
çok yüksek olmayan minaresi yer alır. Minberi oymacılık sanatının en
güzel örneklerindendir.
Akşebe Sultan Mescidi: Akşaba Sultan Alanya kalesinin ilk
kumandanlarındandır. Mescit kendisi tarafından 1230 yılında
yaptırılmıştır. Batısında kendine özgü mimarisi olan bir minare vardır.
Kervansaraylar
Alara Han: Alanya-Manavgat sınırını oluşturan Alara Çayı'nın
denizden 9 km. kuzey yönünde inşa edilmiştir. Alanya' ya 35 km. uzakta
olan Alara Kervansarayı 1232 yılında Sultan Alaaddin ***kubat tarafından
2000 m² lik bir alanda tamamen kesme taşlardan yapılmıştır. Nöbetçi
Kulübesi, bugün bile tüm özelliğini koruyan çeşmesi, mescidi ve hamamı
ile görülmeye değer bir eserdir.
Şarapsa Kervansarayı: Alanya - Antalya asfaltının 15. km. sinde
yolun üst kısmındaki yaklaşık 850 m² lik bir alan üzerinde, Sultan
Alaaddin ***kubat'ın oğlu II. Gıyaseddin ***hüsrev tarafından 1236 -
1246 yılları arasında yaptırılmıştır.
Mağaralar
Damlataş Mağarası
Büyük Dipsiz Mağarası
Çimeniçi Mağarası
Dim Mağarası
Beldibi Mağarası
Derya Mağarası
Diğer Önemli Mağaralar
Hasbahçe Mağarası: İlçenin Küçük Hasbahçe mahallesi iniş dibi
mevkiinde, kente 4 km. uzaklıktadır. Damlataş Mağarasından birkaç misli
büyük olan mağarada derinlemesine bir araştırma yapılmadığı için fazla
bir bilgi yoktur.
Kadı İni Mağarası: İlçe merkezinin 15 km. kadar kuzeydoğu
istikametinde, Çatak mevki denilen yerde bulunmaktadır. Çevrede bulunan
piknik yerleri yöreye ayrı bir canlılık vermektedir.
Korsanlar Mağarası: Korsanlar Mağarası eskiden etrafa korku saçan
korsanların soygunlardan elde ettikleri malları depoladıkları ve
kaçırdıkları kızları tuttukları yer olarak ün salmıştır. Mağara tahminen
10 m. genişliğinde 5-6 m yüksekliğinde olan ağız kısmı teknelerin
rahatlıkla içeri girmesine olanak sağlar. İçeride cami kubbesi gibi
insanın üzerini örten rengarenk taşları ve kuzeye uzanan karanlığı
görmek mümkündür.
Aşıklar Mağarası: Aşıklar Mağarasının kapısı deniz yüzeyinden iki
metre yükseklikte ve insanın girebileceği büyüklüktedir. Bu kapı
sarkıt, dikit ve sütunlarla süslenmiştir.
Fosforlu Mağara: Korsanlar Mağarasına benzer bir görünüme sahip
olan Fosforlu Mağaranın kapısı teknenin içeri girmesine olanak
sağlayacak büyüklüktedir. Deniz dibinde oluşan renkler görülmeye değer.
Plajlar
Çoğu tatil yörelerinden farklı olarak, Alanya'nın merkezinde de plajlar
bulunmaktadır. Alanya'nın 15 km. doğusunda yer alan Dim Çağı Vadisi
gölgelerin serinliğinde dinlenmek içim ideal bir yerdir. Alanya'nın
yaklaşık 25 km. batısında yer alan Avsallar kumsalları ile güzel bir
tatil merkezidir. Alanya'dan doğuya, Gazipaşa'ya doğru gidilecek
olursanız karşınıza mükemmel kumsallar çıkacaktır. Tarihi bir liman olan
Alanya'nın 30 km. doğusundaki Aytap, Roma kalıntıları korunmuş plaj ve
koyları önemli bir gezi noktasıdır.
Sportif Etkinlikler
Rafting: Bölgede rafting sporuna en elverişli nehir, ilçenin 6
km. doğusunda denize dökülen Dimçay nehridir. Bu nehir üzerinde bulunan,
Alanya'nın 20 km. kuzeydoğusundaki "Alraft Tesisleri"nde bu sporu
yapmak mümkündür. Dağ Sporları: İlçede son zamanlarda trekking ve amatör
dağcılığa elverişli olan, başta Akdağ (2451 m.) ve Cebelireis Dağı
(1649 m.) olmak üzere gelişme göstermeye başlamıştır. Akdağ, bu amaca
uygun olarak Turizm Bakanlığınca Kış Sporları Turizm Merkezi ilan
edilmiştir.
Alanya Triatlonu: Her yıl Ekim ayı içinde düzenlenen, uluslar
arası düzeydeki bu sportif etkinlikler 1991 yılında başlamıştır.
Eurosport TV tarafından dünyaya yayınlanmakta olan bu etkinlik yüzme,
bisiklet, koşu şeklinde ara verilmeden yapılır.
Avcılık: Bölge iklimi, coğrafyası ve bitki örtüsü nedeniyle
önemli ölçüde av hayvanları potansiyeline sahiptir. Sayısı oldukça
azalan geyiğin korunması amacı ile avlanması yasaklanmış olup yaban
keçilerinin avı ise kontrollü bir şekilde yapılmaktadır.Alanya
sınırları içinde hemen her türlü balığı tutmak mümkündür.
Kamping: Alanya ve çevresinde pek çok Kamping ve Oto karavan ile kamp yapma olanağı bulunmaktadır.
Amasya Tanıtım ve Resimleri
Amasya denildiğinde ilk aklımda gelen çok eski tarihten kalan ve hala aktif çalışan su kanallarının olmasıdır. Anadolu Su Medeniyeti isimli belgeselde izleyebilirsiniz. Gerçekten çok etkileyecidir.
COĞRAFİ YAPI
Amasya,Orta Karadeniz Bölümünün iç kesiminde 35° 00’ ve 36° 30’ Doğu
Boylamları, 40° 15’ ve 41° 03’ Kuzey Enlemleri arasında yer alır.
Doğu'da Tokat İli'nin Erbaa İlçesi ve Yozgat İli; Kuzey'de Samsun İli'nin Çarşamba, Ladik, Havza ve Vezirköprü
İlçeleri; batıda Çorum İli'nin Osmancık, İskilip ve Mecitözü İlçeleri;
güney'de Tokat İli'nin Zile ve Turhal İlçeleri ile çevrilidir.
YÜZÖLÇÜMÜ :5.690 km2 >
RAKIM : 412 m.
OVALAR
OVA'NIN ADI YERİ YÜZÖLÇÜMÜ (Km 2)
GELDİNGEN
SULUOVA
MERZİFON
GÜMÜŞHACIKÖY MERKEZ
SULUOVA
MERZİFON
GÜMÜŞHACIKÖY 484
400
311
54
AKARSULAR
AKARSU'NUN ADI İL SINIRLARI İÇİNDEKİ UZUNLUĞU (Km 2) DEBİSİ(M3/Sn)
YEŞİLIRMAK
TERSAKAN
ÇEKEREK
DELİÇAY 140
37
45
46 151.4
6.92
25.6
1.15
GÖLLER
İl'in tek Doğal Gölü,Taşova İlçesi sınırlar ıiçindek Borabay Gölü'dür.
Gölü çevreleyen Orman,-çevreye,apayrı bir güzellik ve görünüm verir.
JEOLOJİK YAPI
Amasya İli arazisi Palaeozoik ve kısmen Mezozoik temel üzerinde yayılan
daha genç formasyonlardan meydana gelmiştir. Zemin yapısı, Kalker yeşil
kayalar ve yamaç molozları ile alüvyondan oluşmuştur.
Samsun çıkışı, Tersakan'ın doğu ve batısı ile Tokat çıkışında, zemin
yapısı, Kireç Taşı'dır. Yapı'nın diğer bir özelliği de, Kalker
Arazisi'nin geniş yer tutmasıdır.
JEOMORFOLOJİK ÖZELLİKLER:
Amasya ve çevresinin genel görünümünde,dağlar ve dağları derin bir
şekilde yaran vadiler dikkati çeker.İl topraklarını bir uç'tan bir uca
geçen Yeşilırmak Vadisi ve kolları boyunca,ovalar ve darboğazlar yer
almaktadır.
İKLİM
Amasya,bulunduğu konum itibariyle bir geçiş iklimine sahiptir.
YILLIK ORTALAMA SICAKLIK :13.3 C
YILLIK ORTALAMA YAĞIŞ MİKTARI : 451.1 mm. >
ORTALAMA YAĞIŞLI GÜN SAYISI :104 >
ORTALAMA AKTÜEL BASINÇ : 967.6 milibar
İL VE ÇEVRESİNİN COĞRAFİ DURUMU
Coğrafi Konum:
Karadeniz Bölgesi'nin Orta Karadeniz Bölümü ve Ülke toplam alanının %
07'sini kaplayan Amasya, 35°00', 36°30' doğu boylamları, 40 °15', 41°03'
kuzey enlemleri arasında kalan 5690 km2'lik bir alana sahiptir. Doğuda
Tokat, güneyde Tokat ve Yozgat, batıda Çorum, Kuzeyde Samsun illeriyle
çevrilidir. İl'de merkez ile birlikte 6 ilçe, 22 belde ve 348 köy
bulunmaktadır. 2000 Genel Nüfus Sayımına göre Amasya'nın toplam nüfusu
365 231,il merkezi ise 74.394'dür. Nüfus yoğunluğu km2'ye 64.18 kişidir.
İl merkezinde rakım 411.69 metredir.
FİZİKSEL ÖZELLİKLER:
1- Yerşekilleri: İl'in yüzölçümü 5690 km2'dir. Ortalama rakamı 592
metredir. Başlıca dağlarının yüksekliği; Akdağ 2062m. Tavşan Dağı
1200m., İngöl Dağı 1884 m., Kosacık Tepesi 1200m. Kırklar Dağı 1910m.,
Karaman ve Lokman Dağı 800m., Ferhat Dağı 780m., 'dir.
2- Ovalar: Amasya, Yeşilırmak kolları, sulama amaçlı gölet ve barajları
ile sulanan verimli ovalara sahiptir. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
Geldingen 484 km2 470 m. Yüksekliğindedir.
Suluova 400 km2 151 m. Yüksekliğindedir.
Merzifon 311 km2 755 m. Yüksekliğindedir.
Gümüşhacıköy 54 km2 760 m. Yüksekliğindedir.
3- Akarsular: Amasya'nın en önemli akarsuyu Yeşilırmak'tır. Sivas'ın
Köse Dağı'ndan doğar, İl arazisine güneyden girerek Kayabaşı mevkiinden
256 km. uzunluğundaki Yozgat topraklarından doğan Çekerek Çayı ile
birleşir. Amasya'nın içinden geçerek Ladik Gölü'nden çıkan Ters akan
çayı'nı alarak Samsun topraklarından Çarşamba'dan Karadeniz'e dökülür.
4- Göller: İl'in en önemli gölü il merkezine 63 km uzaklıkta Taşova
ilçesi Gölbeyli beldesine 1050 m. Rakımlı bir set gölü olan Borabay
Gölü, 900x300m. alan ve 30m. derinliğine sahiptir. Tabiat harikası olan
bu gölün etrafında dinlenme tesisleri bulunmaktadır.
5- Baraj ve Baraj Gölleri: Amasya İl sınırlarında büyük baraj yoktur. Ancak gölet ve sulama amaçlıları şunlardır:
Merkez : Ortaköy, Doğantepe, Bağlıca
Gümüşhacıköy : Çiftli, İmirler, Ayvalı
Hamamözü : Yeniköy
Merzifon : Ortaova, Çatalkaya, Alişar, Çobanören, Hırka, Kayadüzü, 100.
Yıl, Çayırözü, Diphacı, Uzunyazı, Yeşilören, Şeyhyeni, Çavundur,
Sarıbuğday, Paşa
Suluova : Kolay I, Kolay II, Oğulbağ, Bayırlı, Yedikır
Taşova : Uluköy, Kızgüldüren ve Kırkharman
6- Ormanlar: İlmerkezinin kuzey kesimlerinde Akdağ ve Kara Ömer Dağları
bulunmaktadır. Bu dağlarda 600 metreden başlayan ve 1200 metreye kadar
devam eden yüksekliklerde; kızılçam, meşe, karaçam, kayın ve ardıç gibi
ağaç türleri bulunmaktadır.
İKLİM:
Karadeniz iklimi - kara iklimi arasında bir geçiş iklim hüküm sürer.
Yazları kara iklimi kadar kurak, Karadeniz iklimi kadar yağışlı
değildir. Kışları ise karadeniz iklimi kadar ılıman, kara iklimi kadar
sert değildir.
Yapılan arkeolojik araştırma ve bulgulara göre Amasya'da ilk yerleşme
M.Ö. 5500 yıllarında başlayıp Hitit, Frig, Kimmer, İskit, Lidya, Pers,
Hellenistik - Pontus, Roma, Bizans, Danişmend, Selçuklu, İlhanlı ve
Osmanlı dönemlerinde de kesintisiz olarak devam etmiştir.
Bu dönemlerin arkeolojik yerleşim yerlerine ait kalıntılar halen
mevcuttur. Amasya merkezinde uygarlıklarından derin izler bırakan
Pontuslar'ın (M.Ö.333 - M.Ö.26) Krallarının ölümünden sonra kayalara
oymak suretiyle yaptıkları Kral Kaya Mezarları, bu gün bile ilimizin
anıtsal eserleri arasında yer almaktadır. M.Ö. 26 - M.S.395 tarihleri
arasında Roma egemenliğine geçen ilimiz ve çevresinde bu uygarlığa ait
su kanalları, kaleler köprüler vb. eserlerden bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.
700 yıl Bizans egemenliğinde kalan Amasya'yı 1071 yılında Anadolu'ya
giren Alparslan'ın komutanlarından Melik Ahmet Danişment Gazi 1075
yılında fethederek burada ilk Türk Egemenliğini kurmuştur. Bundan sonra
Amasya'da Selçuklu egemenliği görülmektedir. Bu dönemde yaşamış olan
vali ve emirler yaptırdıkları medrese, cami, türbe gibi eserlerle
kentimizi Anadolu'nun en büyük kültür merkezi durumuna getirmişlerdir.
Selçuklular 1243'deki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilmiştir. 1246
yılında başlayan Moğol istilasında, ilk Amasya Valiliği Seyfettin
Torumtay'a verilmiştir. İran'da kurulan İlhanlılar, 1265'te Anadolu'yu
hakimiyetleri altına alarak, yönetime el koymuş ve kendisine
bağlamışlardır. Kentimizde yaşamış bazı İlhanlı şahsiyetlerinin
mumyaları halen müzemizde teşhir edilmektedir.
1341 yılından sonra Uygur Türklerinden Ertana Beyliği'nin hakimiyeti
görülmektedir. 1386 yılında Şehzade Yıldırım Bayezid Amasya'yı Osmanlı
topraklarına katmıştır. 1402'de Osmanlı birliğinin bozulmasına sebep
olan ve Timur'un zaferi ile sonuçlanan Ankara Savaşı, Osmanlılardaki
kargaşayı, Şehzadeler arasında mücadeleye dönüşmüştür. Amasya Valisi
Çelebi Mehmet duruma hakim olarak ikinci defa Osmanlı birliğini
sağlamıştır. Amasya; Osmanlı padişah ve şehzadelerinin gösterdikleri
özel ilgi nedeniyle, "Şehzadeler Şehri " olarak ün yapmıştır. Şehzade
Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet, Şehzade Murat (II) (1404 yılında
Amasya'da doğmuştur.), Şehzade Ahmet Çelebi, Şehzade Mehmet (II),
Şehzade Alâeddin, Şehzade Bayezid (II) (oğlu Yavuz Sultan Selim Han 1470
yılında Amasya Sarayında doğmuştur.), Şehzade Ahmet, Şehzade Murat,
Şehzade Mustafa, Şehzade Bayezid ve Şehzade Murad (III) çeşitli
tarihlerde Amasya'da Valilik Yapmışlardır. Bu dönemde birçok âlim ve
ulema yetişmiş, saray, çeşme, medrese, cami, türbe v.b. gibi kalıcı
eserlerle kentimiz bir kültür merkezi olarak tarihteki yerini almıştır.
Bu eserler günümüze kadar gelerek geçmişe ışık tutmaya devam
etmektedir.Tarihin akışı içerisinde önemli roller üstlenen Amasya
Kurtuluş Savaşı sırasında yine ön plana çıkmıştır.
19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'da başlayan Milli Mücadele'nin ilk adımı,
12 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal'in Amasya'ya gelmesiyle devam
etmiştir.
Kurtuluş mücadelesinin planları hazırlanmış, Erzurum ve Sivas
kongrelerinin toplanmasına burada karar verilmiş, 22 Haziran 1919
tarihinde yayınlanan "Amasya Tamimi" ile "Milletin İstiklâlini Yine
Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır" denilerek Milli Mücadele burada
fiiliyata geçirilmiştir. Bu itibarla, Amasya, Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluşunda da ilk önemli adımın atıldığı yer olmuştur.
SAMSUN
SAMSUN İSMİ NERDEN GELMİŞTİR
Samsun’un ilk ismi Amisos olup şehir İyonyalılar (Miletliler) tarafından
kurulmuştur. Ancak, bundan önce Gaskarlar tarafından da burada bir
yerleşim yeri kurulduğu (MÖ 3500) bilinmektedir. Bu yerleşim yerinin ise
denizden gelebilecek tehlikelerden korunabilmek ve yerleşmenin kolayca
sağlanabilmesi amacı ile kıyıdan uzak vadi içinde ve yamaç eteklerinde
bulunmaktadır. (Bugünkü Mert Irmağı Kılıçdede Mahallesi sınırları
içerisinde kalan ve Gazi İlköğretim Okulu karşısındaki Öksürük Tepe
–Dündartepe- çevresindeki alan ile Sosyal Meskenlerin olduğu alan) Bu
yerleşim yerinin kurulduğu dönemdeki adının , şehrin eski isimlerinden
olan Enete, Simisso, Sinusso ve Peiraeurs’dan hangisi olduğu tespit
edilememiştir. Selçuklu Türkleri bu şehri feth edince mevcut yerin hemen
yanına yeni bir yerleşim yeri daha kurmuşlar ve buraya “Samsun” ismini
vermişlerdir. “Samsun” ismi, Selçuklu Türklerinin verdiği özel bir isim,
olup eski “Amisos” ile ne kelime olarak ve ne de mana olarak herhangi
bir ilgisi yoktur. Türkler şehir merkezine Samsun, İl sınırları ile
çevrili bölgeye ise “Canik ” demişlerdir.
TARİHİ
Samsun”da ilk yerleşmeler tarih öncesi dönemlere kadar uzanmaktadır.İlk
yerleşmenin Samsun”un 14 km doğusunda Tekkeköy”ün hemen güneyinde yer
aldığı tespit edilmiştir.Buradaki mağaralarda düz yerleşim yerlerinde
yapılan kazılarda PALEOLİTİK(eski taş devri-M.Ö.600,000-10,000) ve
MEZOTOLİK(orta taş devri-M.Ö.10,000-8,000) çağa ait eserler bulunmuştur.
Samsun “un bilinen en eski halkı faskalardır.Son tunç
çağında(M.Ö.1600-1200) bu bölgede yabani bir kavim olan Faskaların
oturduğu Hitit yazılı kaynaklarından da alınmıştır.Faskaların mert
ırmağı ağzında bugün Dündar tepe ve öksürük tepe olarak bilinen yerde
bir site kurdukları ileri sürülmektedir.
Samsun ve Karadeniz”in kıyıları coğrafi konumu nedeniyle bu kıyıları ele
geçirmek isteyen bir çok koloninin saldırısına uğramıştır.
Önce frizlerin egemenliğin giren bölge (M.Ö.1182),M.Ö.7.yy “ın ilk
çeyreğinde Frig devletini yıkan Kimmerlerin eline geçmiştir.M.Ö.8.yy.
ortalarında Anadolu da yunan kolonileri kurulmaya başlanmıştı.Karadeniz
kıyılarında en çok koloni kuran İon şehir devletlerinden Miletos
(Millet) lulardır.
Grekler(Yunanlılar)samsun yöresine geldiklerinde Kızılırmak”ın
batısındaki bölgede Paphlagonlar dedikleri halk yaşamakta,
Themiskyra”dan (terme) doğuya doğru ise amazonlar;
Khalybler,tibarenoslar ve Mossynoikoslar adı verilen halk toplulukları
bulunmaktadır.
Antik kaynakların belirttiğine göre bu günkü S amsun”un kuzey batısında
Kara Samsun denilen yerde,ENETE adı verilen küçük bir site
bulunmaktaydı.Bu yerleşme M.Ö.6.yy başında miletoslular tarafından zapt
edilerek kolinize edilir ve yenden inşası yapılarak AMİSOS adı verilir.
Bu çağlarda şehir pek çok defalar el değiştirmiştir.M.Ö.5, yy “da
Atinalılar;M.Ö.4,yy”da önce Persler daha sonra da Makedonyalılar(büyük
İskender)egemen olmuştur.M,Ö.331. yılında Büyük İskender Amisos”u
bağımsız şehir olarak ilan etmiştir.
Amisos M.Ö.3.yy “ınortalarında merkezi Amasya”da olan PONTUS DEVLETİ”nin
sınırları içersine girmiştir.Amisos pontus kralı Mithridates
VI.zamanlarında(M.Ö.120.-M.Ö.63)en parlak dönemini yaşamıştır.
Pontus krallığı ile roma imparatorluğu arasında uzun süren savaşlar
esnasında şehir Pontuslularla,Romalılar arasında el değiştirmiştir.Ancak
M.Ö.47”de CAESAR”ın zile yakınlarında pontus ordularıyla yaptığı savaş
Sonunda Amisos kesin olarak roma egemenliğine girmiştir. Bu savaş sonucu
kısa surede kazandığı zaferi yüceltmek için”CAESAR” geldim,
gördüm,yendim (veni,vidi,vici) şeklinde o meşhur sözlerini söylemiştir.
Caesar “Amisos”a bağımsızlığın vermiştir.
395”de Roma imparatorluğunun Batı Doğu olmak üzere ikiye ayrılmasın ile
Amisos şehri Doğu roma (Bizans)toprakları içinde kalmıştır.
Hıristiyanlığın yayıldığı Bizans döneminde Amisos bir Piskoposluk merkezi olmuştur.
Müslümanlığın doğuşundan sonra 634-635 lerde Bizans”a İslam seferleri başlamıştır.
863 de Malatya emiri Ömer.B.Abdullah Amisosu fethetmiştir.Ancak seferden
dönerken Müslümanlar ağır bir yenilgi almışlardı. Müslümanların
Bizans”a karşı düzenlediği seferler 1000 yıllarına kadar aralıklarla
devam etmiştir.
1000 yıllarının ilk yarısında artık Bizans Anadolu’daki eski üstünlüğünü kaybetmiş durumdadır.
1040 yılındaki Dandankan savaşı ile bağımsız bir devlet olan Selçuklular ana doluya akınlara başlamışlardır.
1071”Selçukluların Bizans la yaptığı Malazgirt savaşı zaferle
sonuçlanmış,zaferi izleyen 5-6 yıl içerisinde Anadolu’nun egemenliğine
geçmiştir.
1071”den sonra Amisos, Anadolu”da kurulan Türk devletlerinden DANİŞMENTLİLER”in bölgesinde yer almıştır.
1086 “da Danışmentliler Amisos”u kuşatmışlarsa da ele geçiremezler.
Ancak Amisos”un yakınında devlet kurarlar. Bundan sonra eski kente
“Hıristiyan samsun “denir.
Anadolu Selçuklu devleti zamanında (1185) samsun kılıç aslanın
oğullarından Rüknettin Süleyman şah”ın payına düşer. Bu tarihten sonra
şehrin adı SAMSUN olarak geçmeye başlar. Hıristiyan samsun önce
Bizanslıların; 14 yy”ın ilk yıllarından başlayarak da uzun süre
Cenevizlilerin yönetiminde kalır.
Anadolu Selçuklu Devletinin zamanında Anadolu inşa ettiği Türk
birliğinin Moğol istilasıyla 1243 “de dağılmaya başlamasıyla Müslüman
samsun sırasıyla ilhanlıların,pervane oğullarının (1297),
candaroğullarının (1322) ve Tacettinoğullarının (1348) denetimine girer.
Osmanlıların güçlenerek genişlemeye başladığı dönemde1393”te canik
beyliklerinden kubat oğullarının eline geçer.Yıldırım Beyazıt 1398 de
Müslüman samsun”u tekrar alır. Yıldırım Beyazıt tarafından tekrar
oluşturulan Anadolu’daki Türk birliği Beyazıtlın”ın 1402 deTimurla
yaptığı Ankara savaşında yenilmesiyle,bozulur. Osmanlı egemenliğine
alınmış beylikler Timur tarafından tekrar canlandırılır.
1043 yılından sonra kubat oğulları,taşanlar oğulları, candaroğlları, Tacettinoğulları beylikleri tarafından yönetilir.
Anadolu da tekrar birliği oluşturmak için seferlere başlayan Osmanlı
devletini ikinci kez kuran çelebi sultan Mehmet her iki samsunu 1413 de
Osmanlı yönetimine katmıştır.
Cenevizliler aşağı şehri yakıp gemiller kaçmışlardır. Samsun bu dönemde liman acısından sinoptan sonra ikinci planda kalmıştır.
Çelebi sultan Mehmet canik”i oğlu şehzade murat”ın idaresindeki Amasya
sancağına bağlar (1419). Şehrin valiliğin ise Tacettinoğlu Hüsamettin
Hasan Bey e verir.Ancak 1421'de Osmanlıda çıkan karışıklıklardan
yaralanmaya çalışan Tacettinoğlu Hüsamettin Bey bağımsızlığın ilan eder.
Bunun üzerine Amasya sancakbeyi lala yörğüç paşa samsuna gönderilir ve
samsun tekrar Osmanlı toprakların katılır. (1428)
Osmanlı yönetiminde samsun;canik bölgesinin merkezi olarak Amasya”ya
sonra da sivas”a (paşa sancağı) bağlanır.1514 yılında ise Erzincan
eyaletine bağlanır. 15yy”da samsun kazakların saldırısına uğramıştır.
18 yy “da samsun limanı kuzey limanları ile (özellikle kırım) önemli
ticari ilişkiler kurmuştur. Ancak Osmanlının 1774”de kırımı terk etmesi
bu ticareti canlanmaya başlayan kenti olumsuz etkilemiştir.
Samsun 19 yy. ilk yarısında Hazinedar oğulları yönetiminde kalmıştır. Bu
dönemde buharlı gemilerin Karadeniz”de ticareti canlandırması;ayrıca,
kaliteli tütün ekiminin Bafra çevresinde başlayarak samsun yöresine
yayılması kentte gelişmelere neden olmuştur. Samsun”un Türk nüfusu
artığı gibi Avrupalı tütün alıcıları ve çeşitli ham madde tüccarları
samsun'a yerleşmeye başlamıştır.
1869”da çıkan bir yangında Samsun”un hemen hemen tamamı kül haline
gelmiştir.Ancak o dönemde zengin bir ticaret merkezi haline gelmiş olan
samsun yangından sonra çabuk kalkınmıştır.
I.Dünya savaşı sırasında deniz ticareti felce uğradığı için, ekonomik
yönden büyük sıkıntılar çeken samsun, 1915”te Rus savaş gemiler 4 kez
topa tutulmuş ve büyük ölçüde hasar görmüştür.
I.Dünyaya savaşından sonra parçalana ve düşmanlar tarafından istila
edilen vatanımızı kurtarmak için harekete geçen Mustafa Kemal Paşa
9.ordu müfettişi sıfatıyla bandırma vapuruyla 19 Mayıs 1919”da samsuna
gelerek, milli mücadeleyi başlatmıştır. Samsun bu özelliği nedeniyle
kurtuluş savaşımızın bir simgesi durumuna gelmiştir.
19 Mayıs Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından”Gençlik ve spor
Bayramı”olarak ilan edilmiştir. İlan edildiği 1936 yılından beri her yıl
“19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı”olarak kutlanmaktadır.
19 yy. sonlarında Trabzon vilayetine bağlı muta sarraflık olarak yönetilen samsun, 1925”te il olmuştur.
Burcunuza Göre Tatil Rehberi: BALIK
BALIK BURCU
Balık insanı iflah olmaz bir romantiktir. Tatilinden iyice zevk alabilmesi için biraz fantezi olmalıdır. Gerçek, günlük hayata benzeyen sıradan bir tatil ona göre değildir. Su elementi Balık için en iyi tatil, ada ve deniz kenarında olandır.
Dalga seslerinin duyulduğu, deniz manzaralı küçük bir otel, hassas Balık insanını rahatlatacak ve sakinleştirecektir. Balık fazla atletik olmayan yaratıcı bir burçtur, bu yüzden ağır sporlar yerine yüzmeyi, kürek çekmeyi, yelkenle açılmayı, şnorkelle dalmayı ve sahilde uzun yürüyüşlere çıkmayı tercih edecektir.
Tekne kiralamak harika bir fikir olacaktır, fotoğraf makinesi ile artistik yaratıcı fotoğraflar çekecektir. Balık burcu ayakları temsil eder. Balık insanı özellikle romantik aşk şarkıları ile dansetmeyi çok sever. Sezgileri gelişmiştir ve seyahat sırasında keşfetme duygusu ona zevk verir. Onu yapılması gereken tatil aktiviteleri ile programlamaya kalkmayın. İlginç şeyler bulursa kalmak isteyecek, özgür olamama hissi ise onu rahatsız edecektir.
Burcunuza Göre Tatil Rehberi: KOVA
KOVA BURCU
Sıradan turistik bir tatil, maceracı ve bağımsız ruhlu Kova burcunu sıkacaktır. Dünya kültürlerine, toplumların sosyal yapılarına ilgi duyan, entelektüel Kova, büyük sosyal değişimlerin olduğu Rusya, Çin, Hong Kong ya da Berlin gibi yerlere gitmelidir.
Kova burcu bilgisayarı olmadan yaşayamaz, tatilde iken aklı bilgisayarındadır. Diz üstü bilgisayarı varsa her yere taşır, yoksa mutlaka birisi onun için e-mail'ini kontrol ediyordur. Bağımsız ruhlu Kova insanının açık alanlara ihtiyacı vardır. Doğa harikası ıssız yerlerde özgürlük ve keşif duygusunu yaşayacaktır.
Her dakikası planlanmış turlar ona göre değildir. Kendi programını kendi yapacağı bir tatili tercih eder. Esintili bir karakteri olduğu için hiç bir gezinin katı kuralları ya da günlük programı olmamalıdır. Sürprizlere ve değişikliklere açık bir tatil düşünmelisiniz.
Burcunuza Göre Tatil Rehberi: OĞLAK
OĞLAK BURCU
Oğlak burcu için en ideal tatil, dağlık bir bölgede olacaktır. Bu burç geleneklere ve tarihe önem verdiği için antik ve tarihi yerleri gezmekten büyük zevk alır. Hala arkeolojik kazılar yapılan bölgelere gitmek ya da bu kazılardan birinde gönüllü çalışmak hayatının unutulmaz tecrübesi olacaktır.
Oğlak insanı eski, büyük ve geleneklerini koruyan otellerde kalmaktan büyük zevk duyar. İstanbul'da Pera Palas, New York'da Plaza, Londra'da Ritz Oteli gibi. Bunun yanı sıra Oğlak burcu doğada dere tepe yürümeye bayılır. Oğlak, tatilinde biraz iş yapabilirse çok mutlu olur.
Bu yanındaki insanı çıldırtabilir ama onun için iş, hayatının bir parçasıdır, ona büyük zevk verir ve bu yüzden de çok başarılıdır. Seyahatinde işle ilgili bir fırsat yakalayabilirse tatil daha da zevkli olacaktır.
Burcunuza Göre Tatil Rehberi: YAY
YAY BURCU
Yay burcunun seyahat etmeye karşı müthiş bir tutkusu vardır. Ne kadar uzak ve egzotik yerlere giderse o kadar çok heyecan duyar. Alaska'dan Kenya'ya tüm uzak ülkelere gitmek ister. Zıt burcu İkizler gibi kafaca zorlanmaya ve yeniliğe ihtiyacı vardır.
Yolculuğa çıkmadan çok önce gideceği yerin kültürü ve tarihi hakkında bilgi toplar. Lisan konusunda oldukça yeteneklidir ve gideceği ülkenin insanları ile hiç olmazsa biraz sohbet edebilecek kadar o ülkenin dilini öğrenmek ister. Atletik Yay burcu, tatil programını bol fiziksel aktivitelerle doldurmalıdır. Bol aktiviteli, spor faaliyetleri olan tatil köyleri Yay insanı için idealdir.
Doğada yürüyüşler, tenis oynamak, yüzmek, koşmak, at binmek ve spor salonunda aerobik dersleri ile çok mutlu olacaktır.