SÜMELA MANASTIRI - Kocaman bir tarih
Gücün, emeğin, inancın binlerce yıllık öyküsü duruyor karşınızda!
İnsanoğlunun azmi, tarihin gerçeği, inancın gücü... Önce şaşırıyor,
biraz eziliyor, en çok da suskun kalıyorsunuz!
Tarihler milattan sonra 4. yüzyılı gösterirken; Barbaras ve Sophronios
adında iki Atinalı rahip rüyalarında Meryem Ana'yı görüyor ve Meryem Ana
onlardan yeni bir manastır yaptırmalarını istiyor, yerini ve yolunu
tarif ediyordu... Meryem Ana ile Hazreti İsa'nın doğumunu tasvir eden ve
St. Luka'ya ait tabloyu da alarak yola çıkan iki rahip, deniz yoluyla
Trabzon'a geliyor ve Karadağ'ın dimdik yükselen yamacında, tepesinden su
damlayan bir mağara buluyorlar. Gönüllü Hıristiyanlarla birlikte
buraya, iki odadan oluşan ilk manastırı kuruyorlar... İki keşişin
ölümünden sonra burası “kutsal yer” ilan ediliyor...
Bundan sonra; tarihin akışı içinde taş taş üstüne konacak ve bugün
Sümela Manastırı olarak andığımız Türkiye'nin belki de en görkemli
yapılarından biri ortaya çıkacaktır. Geçmişi biraz sonraya bırakalım,
günümüz Sümelası'na bir yolculuk yapalım önce...
Kendine güvenenler yarım saat tırmanabilir...
Trabzon'dan Maçka'ya doğru uzanan yol, yaklaşık 45 kilometre sonra
manastırın bulunduğu Milli Park'a varıyor. Milli Park derken
küçümsemeyin sakın, tropikal bir ormana ya da yeşil bir dünyaya aitsiniz
artık. Binlerce yıllık ağaçların aralarından akan berrak sular, en
büyülü cennet tasvirlerini bile geride bırakıyor. Biraz şaşkın etrafa
bakınırken, herkesin en büyük merakı “O ünlü görüntü”nün ne zaman ortaya
çıkacağı... Hani “kayaların yamacına oyulmuş manastır ve göz göz
odacıklar...” Hani, binlerce kez gördüğümüz “O” fotoğraf... Birden bire
derin bir “oh” sesi dökülüveriyor dudaklarınızdan; “O” fotoğraf
karşınızda işte!.. Gerçekten inanılmaz, gerçekten büyülü... Şimdi artık
manastırın yamaçlarına kurulu, ahşaptan yapılmış, çevreye saygılı, şık
bir kafeteryada mola verebilirsiniz. Hem dinlenmek, hem de bu benzersiz
atmosferi sindire sindire yaşamak için... Dinlenmek lazım çünkü,
birazdan uzun bir tırmanış bekliyor sizi. Kendine güvenenler araba
yolundan vazgeçip, yeşil bir yol tutturabilir yukarıya doğru. Bu da
demektir ki, yarım saat tırmanılacak! Bunu göze alamayanlar için
arabanız biraz daha yukarılara götürecektir sizi. Nihayete gelindiğinde
yaklaşık 10 dakikalık bir tırmanma daha! İşte Sümela Manastırı'nın
avlusundasınız. Derin bir nefes alın, manastırın içine ulaşmak için 70
basamaklı, dimdik ve dar bir merdiven bekliyor sizi!..
Değer, her şeye değer...
Onca yorgunluk, onca ter; gördüğünüz manzara karşısında gerçekten tüm
yorgunluğunuza değer!.. İnsanoğlunun gücünün, emeğinin, inancının
binlerce yıllık öyküsü duruyor karşınızda. Önce suskun bir bakış,
ardından hayranlık nidaları. Şaşırıyor, biraz da eziliyorsunuz. İnsan
azmi, tarihin gerçeği, inancın gücü...
Vadiden yaklaşık 300 metre yükseklikte; Ana Kaya Kilisesi, şapeller,
mutfak, misafirhane, kütüphane, kutsal ayazma ve 72 oda yer alıyor.
Hiçbirini karşıdan görmek imkansız. Karşı tepelerden görülebilen
yalnızca “O” fotoğraf, o bildik dış cephe...
Manastıra su getirdiği bilinen, yamaca yaslanmış çok gözlü büyük su
kemerinin bugün büyük bölümü yıkık. Sizi manastırın ana girişine
ulaştıran uzun merdivenin yanında muhafız odası yer alıyor. Buraya
bağlanan daha kısa bir merdivenle iç avluya iniliyor.
Sol tarafta kilise haline getirilen mağaranın önünde çeşitli yapılar
var, sağda ise kütüphane. Manastır yamacının ön cephesinde keşiş odaları
ve misafir odaları bulunuyor. Kiliseyle yanındaki şapelin duvarları
fresklerle süslü. Kaya kilisesindeki freskler 14. yüzyıla, şapeldekiler
ise 18. yüzyıla tarihleniyor. Duvarlardaki kat kat freskler üç ayrı
dönemi işaret etse de, vahşi eller tarafından çizilerek tahrip edilmiş
olsa da, gözleriniz her birinin üzerinde hayranlıkla dolaşıyor.
İncil'den alınmış sahneler, Meryem Ana ile Hazreti İsa'nın yaşamından
kesitler sunan freskler, renkleri ve üsluplarıyla göz kamaştırıyor.
Sümela “siyah” anlamına geliyor
Karadağ'ın eteklerinde kurulu ve bir diğer deyişle, “Meryem Ana
Manastırı” olarak da anılan Sümela, adını “melas” sözcüğünden alıyor.
“Siyah” anlamına gelen bu sözcük; kimi kaynaklara göre yaslandığı dağın
ismine, kimi kaynaklara göre ise Meryem Ana freskindeki siyah renge
bağlanıyor.
Tarihin yolculuğunda Sümela...
İlk manastırı kuran iki keşişin ölümünden sonra, “kutsal yer” ilan
edilen yapı, 6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından onarılıyor ve
genişletiliyor. 13. yüzyıldan beri bugünkü durumunu koruduğu bilinen
Sümela, 1204 tarihinde kurulan Trabzon Komnenosları Prensliği'nden III.
Alexios zamanında çok önemseniyor ve yeni onarımlar geçiriyor. Doğu
Karadeniz'in Osmanlı topraklarına katılmasıyla padişahlar tarafından tüm
hakları korunuyor ve pek çok imtiyaz tanınıyor. 18. yüzyılda birçok
bölümü yenilenen manastır, 19. yüzyılda büyük binaların eklenmesiyle en
muhteşem görünümüne kavuşarak altın çağını yaşıyor. 1916-1918 yılları
arasında Trabzon'u işgal eden Ruslar manastıra el koyuyor. 1923 yılında
ise tamamen boşaltılıyor.
11 Mart 2010 Perşembe
Sümela Manastırı
4 Mart 2010 Perşembe
Side / Antalya
Side, Antalya'nın gözde mekanlarından sadece bir tanesidir ama kendine özgü güzellikleri ile görülmesi gereken yerlerin başlıcaları arasındadır. Sizleri Side'ye bekliyoruz.
Güney Anadolu’nun Ortasında bulunan ve ve bugünkü Antalya ilinin
sahil düzlüğünü kapsayan bölgeye Pamphilia bölgesi deniyordu. Side Antik
Kenti Attaleia yani bugünkü Antalya kuruluncaya kadar bu bölgenin tek
liman şehir idi. Fakat Side’nin en eski tarihi ile ilgili bilgiler daha
aydınlatılamamış durumdadır.
Şehir, Coğrafyacı ve gezgin Strabon tarafından Batı Anadolu
şehirlerinden Kyme’nin bir kolonisi olarak ta gösterilmektedir. Kuruluş
tarihi kesinlikle bilinmemekle beraber ikinci kolonizasyon hareketi
sırasında yani M.Ö 7. yy. da kurulduğu söylenebilir. M.Ö 6. yy da Lidya
egemenliğine giren Side Lidya Krallığının yıkılmasından sonra Perslerin
egemenliğine girmiştir (547). Büyük İskender’in Anadolu seferinde
İskender’e direnmeden şehir Makedonya Kralının hükümdarlığını kabul
etmiştir.(M.Ö 334).
İskender’in ölümünden sonra Side yavaş yavaş önemini artırmış ve
Helenizm Krallıkları arasında bir kavga konusu olmuştur. M.Ö 324 den M.Ö
303 yılına kadar kent Ptolemaosların egemenliğine girmiştir. (M.Ö
301-MÖ 218) Ptolemaosların egemenliğinde çok uzun süre kalmayan
Sideliler bundan sonra 30 yıl kadar sürecek olan Selevkos egemenliğine
girmişleridir. (M.Ö 215-189). Şehir Apemea barışından sonra Bergama
Krallığının egemenliği altına girmiştir. Bu dönemden sonra Roma
egemenliğine giren Side bu dönemde en parlak dönemini yaşamıştır.
Şehrin bugünkü kalıntılarının çoğu ve Side Müzesindeki bir çok eser bu döneme tarihlenmektedir.
VESPASİAN ANITI
İki kademeli bir platformun üzerindeki podyumun taşıdığı ve Roma
dönemine tarihlenen bu anıt sağda ve solda çıkıntı teşkil eden birer
aedicula ve onların arasında yer alan yarım yuvarlak bir hücreden
meydana gelmekte ve tüm uzunluğu 6,40 metreyi bulmaktadır.
Her aedicula,bünyesinde gövdeleri yivli olduğu anlaşılan iki Korinth
Sütunu ve bunların arkasına rastlayan yine yivli Korinth başlıklı yassı
payelerden oluşmaktadır.
APOLLON TAPINAĞI
Tapınak 16,37 metre genişliğe 29.50 metre uzunlukta bir dikdörtgen
şeklindedir. Yapı batıdan doğuya doğru yönelmiştir. Tapınak üst tarafı
yontulmuş doğal bir konglemera tabakasının üzerine oturmaktadır.
Platformun kenarlarında konglemera kitlelerinin işlenmesi ile meydana
getirilmiş olan kademe temelleri,tapınak krepisinin üç kademeli olduğunu
göstermektedir. Bunların üzerinde oturan mermer basamaklar ise ortadan
kalkmıştır.
Sütunları ve Cella duvarlarını taşıyan platformun üst kısmı yani
Stylobat kare mermer levhalarla döşenmiştir. Tapınağın 5 adet sütunu
Jale İnan döneminde ayağa kaldırılmıştır. Tapınağın orijinal
sütunlarından elimizde iki adet fragman bulunmaktadır.
3 Mart 2010 Çarşamba
Didim / Aydın
Milat’tan önceki yıllarda yaşayan insanlar büyü, fal gibi şeylere çok
inanırlardı. Bu inançları onların yaşamlarını yönlendiren en büyük
faktördü.
Dinsel duyarlılıkları karışık ve değişikti. Kendilerince her yararlı ve
güzel şeyin ayrı bir tanrısı olduğu var sayılırdı. Örneğin; Deniz
Tanrısı Poseiden, aşk tanrısı Eros, Şarap Tanrısı Baküs “Dionysos”, Işık
ve Güneş Tanrısı Apollon gibi.
Bu inançtaki insanlar genel olarak Ege Denizi çevresinde yaşıyorlardı. O
günkü koşullarda ticaret ve kültürde, sanatta bir hayli gelişmişlerdi.
Ulaşım kolaylıkları gereği denize yakın yerlerde Truva, Bergama, Efes, Priyon, Milet gibi büyük şehirler kurmuşlardı.
Didim’deki Apollon Mabedi de 20 km kuzeydeki Milet şehri ile diğer yöre
halklarının geleceklerini öğrenme ve dertlerine çare bulma isteklerini
karşılamak için yapılmıştır.
Ionya’nın en büyük kenti Milet’in Didim’de kurduğu Apollon Tapınağına
“DİDİYMEİON” denirdi. İlk çağ yazarları bu adın kaynağını tam olarak
veremiyorlar. Ama “İkiz Tapınak, ya da İkizler Tapınağı anlamına gelen
bu ad iki dorukta bir dağdan veya tanrı Apollon’un sevdiği ikizlerden
gelmelidir.” diyenler var. Nitekim, o çağlarda, şimdi “Tek Ağaç” muhiti
diye anılan yerde bulunan birbirine paralel iki Tepeye “Didymeion”
denildiğini Fransız tarihçi Charles Texsier belirtiyor.
Arkaik devre ait olan bu eski Apollon Mabedi bir çok hükümdar, hatta
Lidya Kralı Krezüz tarafından ziyaret edilmişti. Perslerin M.Ö. V.
Yüzyılda Anadolu’da yaptıkları saldırılar sonunda Dara “DARİUS” bu
tapınağı şehriyle birlikte yıkmış ve içerisinde bulunan bronz Apollon
heykelini bir çok esirle götürmüştü. Bu saldırı ve yıkımdan sonra
yaklaşık 150 – 180 yıl harap ve terkedilmiş bir halde kalan mabed, Büyük
İskender’in Pers’lere karşı zaferinden sonra bu gün gördüğümüz şekilde
yeniden yapılmaya başlanmıştı.
Yapım işi çok büyük çapta tutulur. Mimar olarak Efes’te yanan Artemis
Mabedi’ni yeniden yapan Panienie Mileti Dephnis görevlendirilir.
Tapınak bitince dünyanın sekizinci harikası olacaktır. Yapım işi uzun
yıllar sürer ve bu arada Milet’in hazinesini de bir hayli sarsar. Hatta
mabedin inşaatında çalışan usta ve işçiler ücretlerini alamadıkları
gerekçesiyle bir süre çalışmazlar. Bir anlamda tarihin ilk grevi
gerçekleşir. Bu konu ile ilgili yazılı belgeler Milet’te son yıllarda
yapılan kazılarda bulunmuştur.
Bütün bu zorluklara rağmen mabedin yapımı M.S. II. Yüzyıl ortalarına
kadar sürdürülmeye çalışılmıştır. Ama ne varki aradan geçen yüzyıllar
içinde nesillerle birlikte inançlar da doğal olarak değişmiş, örneğin,
İsa’nın ilan ettiği Hiristiyanlık dini Didim’deki halk tarafından da
benimsenmişti. Dolayısıyla Tanrı Apollon unutulmuş ve onun adına yapımı
sürdürülmeye çalışılan mabet de eski önemini yitirmişti. İnşaat Roma
krallarının gayretlerine rağmen bitirilemeden yarım bırakılmıştır.
Duvarlarının bir kısmına son işçiliğinin yapılması, bazı taşların traş
edilmemesi, güneşli tarafta görülen yüksek tek sütunun yevsiz oluşu bunu
belirtmektedir.
Didim – Didyma Mabedi düzgün en uygun bir alan üzerine inşa edilmiştir.
Temellerinde depreme karşı dayanıklı ızgara plan uygulanmış, çevresine
124 sütun konulması (çatıyı tutması için) düşünülmüştür. Sütunların
yüksekliği 19,4 metredir.
Mabedin en ilgi çeken tarafı 1,45 metre eşik bulunan anıtsal kapısıdır.
Sağında, solunda ve tabanın’da 7 şer metre uzunluğunda ve yaklaşık 60
ton ağırlığında tek parça mermer bloklarla çevrelenmiş bu dev eşik
mimari bir zorunluluktan ötürü yapılmış değildir. Bunda o zamanki, dini
görüşün oldukça rolü vardı. Çağın inanışına göre ibadete gelen halk
mabedlerin içerisine giremezler, önündeki sunağın çevresinde
toplanırlardı. Ancak Rahipler ve Apollon kültürü ile ilgili kahinler
mabede girerlerdi.
M.S. XV. Yüzyılın bitimine doğru meydana gelen bir deprem ve yangınlar mabedi çok büyük ölçüde tahrip etmiş ve yıkmıştır.
Gezginler ve arkeoloklar uzun yıllar yıkıntı haliyle kalan bu yapı
XVIII. Yüzyıldan sonra ilgilenmeye başlamışlardır. İlk defa Nevton ve C.
Texier gibi gezginlerin yazılarında sözü edilen mabed üzerinde
çalışmalara 1858 yılında İngilizler tarafından başlanılmıştır. 1872
yılında tapınakta Fransızlar, Thomas ve Rayet başkanlığında çalıştılar.
Sistemli kazılar ancak 1904 de Berlin Müzesi adına Almanlar tarafından
yapılmaya başlandı. Bu kazı devrin ünlü Arkeoloğu Prof. Theodar Wiegan
başkanlığında 1913 yılına kadar devam etti.
1924 – 1925 yıllarında Almanlar tapınakta yine çalıştılar ve buğünkü
görüntüyü meydana çıkardılar. Bu kazının toplu sonuçları 1941 yılında HI
Kneckfusa tarafından “Didyma” adlı bir kitapta yayımlandı. Son yıllarda
ise Alman Arkeoloji Profösörü Dr. K. Tuchelt başkanlığında tapınakta
yeniden çalışmalara başlanıldı. Nitekim bu çalışmalar sonunda varlığı
bilinen “Mukaddes Yol”un kalıntıları gün ışığına çıkartılmıştır.
Bu mukaddes yol tapınakla, bu günkü Mavişehir’in bulunduğu yerdeki
Panormas limanı arasındadır. Dua ve bir takım istekleri için gelenler
Panormos Limanında karaya inerler ve 4 km. çevresi aslan ve Branhid
heykelleriyle süslü mermer “Mukaddes Yolu yürüyerek Tapınağa varırlardı.
Son yıllarda Altınkum sahil yerleşiminin sınırlarını alabildiğince
genişleterek sıkıştırdığı Didyma Apollon Tapınağı’nı ziyaret edenlerin,
bir zamanlar ücra bir köşede kalmış bu yerin o zamanki güzelliğini
tahayyül edebilmeleri neredeyse mümkün değildir. Son zamanlarda resmi
makamlar tarafından “Eski Görkemiyle” yeniden ayağa kaldırılması talep
edilen Apollon Tapınağı ve yakın çevresi, başka hiçbir yerle
karşılaştırılamayacak kadar etkileyicidir. Çünkü başlangıçta Königlich
Preussischen Museen zu Berlin adına Theodor Wiegand daha sonra Martin
Schede ve 1972 yılından itibaren de uzun süre Klaus Tuchelt yönetiminde
yapılan kazılarda, milattan önce 4 üncü yüzyılda öncüleri örnek alınarak
başlanmış olan ve Büyük İskender tarafından da desteklenen, devasa
mimarinin faniliğini gösteren yıkık durumdaki sütun tamburlarıyla bu
tapınak dışında, Artemis Kutsal Alanı ve Kutsal Alanın ziyaretçileri
için çeşitli yapılar araştırılmıştır. Bu bağlamda önemli ticaret merkezi
Milet ile Didyma’yı Arkaik dönemden beri birleştiren kutsal cadde de
araştırılmıştır. 26 kilometrelik bu tören yolu, büyük heykellerle
donatılmış dinlenme durakları tarafından bölümlere ayrılıyordu ve
imparatorluk döneminden beri en azından son kısmı özenli taş döşeliydi
ve sütunlu galerileri vardı. Şimdiye kadar ancak bir kısmı bilinen bu
kutsal alan, bir kent gibi programlı oluşturulmuş bir bütün olarak
algılanmalıdır.
19.yüzyılın sonlarında tapınağın hemen yukarısında, genellikle tapınak
malzemelerinin kullanıldığı ve yalnız terkedilmiş büyük kilisesi
günümüze ulaşmış ve halkı Rumlardan oluşan bir köy vardı. Örenyerinin en
yüksek noktası, böyle yerleşimler için karakteristik olan ve tapınağın
devasa parçalarının yanında son derece narin duran bir yel değirmeni
için en uygun yerdi.
19.Yüzyıl boyunca İngiliz ve Fransız araştırmacılarının birkaç kez
giriştikleri kazılara rağmen, daha önce kimsenin tasavvur edemediği bu
devasa yapının boyutları ancak 1906 yılından sonra büyük teknik
zorluklarla gerçekleştirilen kazılarla ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 1979
yılında keşfedilen duvarların yüzeyine çizili ayrıntılı planların ortaya
çıkması da büyük heyecan uyandırmıştır.
2003 yılında Andreas Furtwangler yönetiminde başlayan çalışmalar, kutsal
alanın erken dönemlerinin anlaşılmasına yönelik olup, aynı zamanda
eserlerin ortaya çıkartılmasından hemen sonra onarım ve yeniden ayağa
kaldırma çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca var olan mimari parçaları
korumak ve tapınağın etkileyici görünümünü muhafaza etmek için
yangınlardan zarar gören mermer parçaların özenle onarılıp çok zaman
gerektiren ince çalışmalarla emniyete alınması sürdürülmektedir.