20 Şubat 2012 Pazartesi

Mudanya Trilye

Bu seferki istikametimiz Mudanya'nın yanıbaşındaki Zeytinbağı ya da eski adı ile Trilye. Mudanya, Mütareke Binası ve eski Rum Mahallesi ile çok daha fazla bilinen bir yer, ama 10 dakika mesafedeki Trilye, tam anlamıyla korunmuş köyü, zeytinleri, tarihi yerleri ve tertemiz havası ile özellikle günübirlik geziler için bire bir.


http://arsiv.ntvmsnbc.com/modules/yakinyerler/i/trilye/0.jpg

Trilye, Güney Marmara'da küçücük bir belde. İstanbul'dan araçsız gelecekler için en kolay yol Mudanya'ya kalkan deniz otobüsüne binmek. Oradan yarım saatte bir kalkan minibüslerle hemen Trilye'ye ulaşılıyor. Deniz yolunu katınca İstanbul Trilye arası 135 km.

Ama biz araçla feribota binip Yalova'ya ulaşıyoruz. İstanbul Deniz Otobüsleri'nin Yenikapı ya da Pendik'ten kalkan feribotları, hem çok rahat hem de yolu çok kısaltıyor. Fakat özellikle yaz aylarında biletleri önceden almak en iyisi.

Biz feribottan indikten sonra Gemlik yolundan devam ediyoruz. Deniz kokusu burnumuzda, zeytin ağaçları arasından Mudanya'ya varıyoruz.

Mudanya sahili denize girmek için pek uygun değil ama yöredeki turizm belgeli tek tesis Montana Otel, hem turistik amaçlı hem de iş toplantıları için gelen konukları ağırlıyor.

Mudanya'nın dar sokaklarında ve cumbalı evlerin arasında kısa bir tur attıktan sonra esas istikametimiz Trilye'ye doğru yola koyuluyoruz. Yol biraz keskin virajlı olduğu için dikkat etmek gerekiyor. Tam yemek saatinde kırmızı kiremitleri hemen göze çarpan Trilye'ye varıyoruz.

http://arsiv.ntvmsnbc.com/modules/yakinyerler/i/trilye/1.jpg

Trliye sahilinde dört tane balık lokantası ve çay bahçeleri var. Tesislerin hepsi tertemiz aile işletmeleri. Balık lokantaları, yöresel tarzda döşenmiş. Tahta masalar ve rengarenk örtüler, daha masaya oturmadan insanın içini açıyor doğrusu.

Trilye barbunya balığının ana vatanı. Mevsimine göre balık yemek en iyisi. Ama yemeklere esas lezzeti katan zeytinyağı. Bu yüzden önce o meşhur zeytinyağına geleneksel olarak kekik ve pul biber ekip odun ekmeği banılıyor. Bu, o kadar lezzetli ki, balığa yer bırakmaya dikkat etmek gerekiyor.

Sahildeki restoranlar Şekerev, Liman ve Savarona, deniz ürünleri ağırlıklı menüleri ile haftasonu köy havasını yaşayabileceğiniz yerler.

Lokantaların biraz ilerisi deniz. Aslında Trilye bir sahil kasabası ama denizin temiziliği rüzgara göre değişiyor. Kimileri denizin tadını çıkarsa da kimilerine göre Marmara Denizi'ne güven olmuyor. Fakat Trilye, dar sokakları, tarih dolu mekanları ile turistlere farklı imkanlar sunuyor.

Trilye bölgesi Sit alanı olduğu için doğallığını hiç yitirmemiş. 1920'lerdeki Trilye resimlerinde yörenin görüntüsü nasılsa şimdi de hemen hemen aynı. Tabii bakımsızlıktan eski havasını yitirmiş tarihi yerler hariç.

Son yıllarda yaşanan turist sayısındaki artış ile birlikte yöre de gelişme göstermiş. Bu yüzden özellikle haftasonları esnaf hayatından memnun. Esnaf Hatice Çelik, Mudanya'ya yanaşan vapur saatlerine göre çiğ böreklerini hazırlıyor ve çevredeki tüm yörelerden gelenleri ağırladıklarını söylüyor.

Trilye'nin ismi ile ilgili birkaç varsayım var. Rumca üç aziz anlamına geldiği ya da ismin barbunya balığı demek olan "trigliya"dan geldiği rivayetler arasında. Aslında belde Cumhuriyet döneminde Zeytinbağı adını almış, fakat hala yaygın olarak Trilye olarak biliniyor ve kullanılıyor.

Trilye'nin içinde evi olan dışardan gelmiş birkaç aile var. Yerleşik olanlarla son derece uyumlular. Trilye halkı güleryüzlü ve sıcak. Yöreye girer girmez bunu fark ediyorsunuz zaten. Bizi gezdiren Zeytinci Hasan, gururla gösteriyor, evlerinin önünde zeytin satan köylüleri. "Biz eskiden Gemlik ve İstanbul tüccarlarına satardık, şimdi sadece burada evimizin önünde satıyoruz" diyor.

Trilye halkının başlıca geçim kaynağı zeytin. Zeytin ve yan ürünlerini burada her köşeden almak mümkün. Ama açıkçası buraya henüz turistik bir yer demek güç. Köy havasını hala muhafaza ediyor.

Trilye zeytini gerçekten başka zeytinlere benzemiyor. Başka yerlerde bulmak da mümkün değil, bu yüzden köylüler daha sonra isteyenlere zeytinleri kargo ile gönderiyorlar. Orta boyda, küçük çekirdekli ve çekirdeği meyvesine yapışmayan Trilye zeytini salamura yöntemiyle 3-4 yıl saklanabiliyor. Ayrıca olgunlaşmış yeşil zeytinlerden kırma, çizme ve az tuzlu konserve zeytin üretiliyor. Yörenin zeytini yağ yapımı için de çok uygun.

Eski zamanlarında Trilye'de bağcılık da yapılırmış. Şimdi artık üzüm üretilmiyor ama başka yerlerden gelen üzümler Trilye'deki tesislerde işlenip şarap yapılıyor. Kırmızı ve beyaz şaraplar için Türkiye'nin dört bir yanından boğazkere, merlot, sultaniye ve narince gibi üzümler getiriliyor. Baküs Şarapevi'nde satılıyor. İstenirse tadım da yapılabiliyor.

Zeytinler ve şarap yapımı bir yana, Trilye'nin her yanı tarihle dolu ama bölgenin geçmişi ile ilgili kesin bilgiler yok çünkü burada hiç arkeolojik kazı yapılmamış.

Trilye ve çevresi antik çağlardan beri yerleşime açık olmuş. Bu yüzden attığınız her adımda tarihi bir eserle karşılaşıyorsunuz. Hatta bazı eserler köylülerin bahçelerinin içinde kalmış. Zeytinci Hasan'ın bahçesindeki tarihi çeşme gibi...

Tarihi kayıtlara göre Trilye'de 1908 yılında 820 hane varmış. 19. yüzyılın sonlarında ise beldede 109 Türk ve 3657 Rum'un yaşadığı kayıtlara geçmiş. Zaten köyde Rum ve Türk mimarisinin örnekleri görülebiliyor.

Fakat Trilye'de hiç Rum kalmamış. Sadece Yunanistan'da kurulan yine aynı isimli kasabada, Trilye'de oturanlar turistik amaçla beldeye sıkça geliyor. Zaten Yunanistan'daki Trilye ile Türkiye'deki, kardeş belde ilan edilmiş.

Tarih içinde Trilye ve çevresinde çok sayıda kilise, manastır ve ayazmalar inşa edilmiş. Ancak bunlardan günümüze 3 kilise ve bir manastır kalmış. Onlar da şu anda son derece bakımsız durumda.

Osmanlılarca camiye dönüştürülen ve Fatih Cami adını alan Büyük Kilise, ev olarak kullanılan Yuannes Kilisesi, Türklerin yaptırmış olduğu hamam Trilye'de görülmesi gereken tarihi yerler.

Tarihi eser niteliğindeki Yuannes Kilisesi'nin mesken olarak kullanılması insanı şaşırtmıyor değil. Resimli Kilise'nin 3. yüzyıldan kalma olduğu rivayet ediliyor. Duvarlarına kazınmış isimlere ise hayret etmemek elde değil.

1909'da Papaz Okulu olarak inşa edilen ve 1980'li yıllara kadar okul olarak hizmet veren Taş Mektep ise görkemli bir bina, ancak o da çok bakımsız durumda.

Taş Mektep'in yanından taş evlerin arasından yukarıya doğru çıkıyoruz ve Trilye'nin balkonu tabir edilen yerde bir mola veriyoruz. Buranın her daim estiği söyleniyor. Biz de bu sıcakta doğal klimadan biraz yararlanıp Tarihi Çamlı Kahve'ye çıkacağız.

Trilye'ye gelip de Çamlı Kahve'ye uğramadan dönmeyin. Burada asırlık çınarların altında, denize ve zeytin bahçelerine bakarak çay içebilirsiniz.

Çamlı Kahve bu sene hizmete girmiş. Daha önce kullanılamaz durumda olan bu alan şimdi pırıl pırıl bir çay bahçesi. Püfür püfür esiyor ve manzara şahane. Tam bir tepe olduğu için çevredeki yöreler kuşbakışı görülebiliyor. Bir tek kahvenin karşısında önce otel olarak inşa edilen ama şimdi site olarak kullanılan bina göz zevkini bozuyor. Bu yapı bölgenin dokusuna hiç uymuyor doğrusu.

Trilye'de tarihle ve doğayla içiçe bir gün geçirdikten sonra şehre doğru yola koyulabilirsiniz. Konaklamak isteyenlerin ise restore edilmiş iki pansiyondan birini ya da Trilye Otel'i tercih etmesi gerekiyor.

Otel Trilye'nin odaları sokağa bakıyor ama temiz ve bakımlı. Pansiyonlar ise çok kısıtlı sayıda odası olmasına rağmen, hem konforlu hem de geleneksel yapıyı bozmadan inşa edilmiş. Özenle dikilmiş perdeler ve yatak örtüleri bile yöresel dokuyu yansıtıyor ve tamamen şehirden uzak olduğunuzu size sonuna kadar hissettiriyor.

Tertemiz havası ve zeytinleri ile ünlü Trilye'de yavaş yavaş akşam oluyor. Biz de Yalova'dan feribotla şehre dönmek üzere yola koyuluyoruz.

Hiç yorum yok: