20 Şubat 2012 Pazartesi

Haymana / Ankara

Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti Ankara'nın bir ilçesi olan Haymana şehrin güneyinde yer alır. Haymana'nın Ankara şehir merkezine uzaklığı 74, Polatlı'ya 42, Gölbaşı'na 55 kilometredir. İlçe toprakları 39 – 40 kuzey enlemleri, 32 – 33 doğu boylamları arasında yer alır; yüzölçümü 2976 km 2 , rakımı 1259'dur. İlçenin doğusunda Bala ve Gölbaşı, güneyinde Kulu ve Cihanbeyli, batısında Polatlı ve kuzeyinde Gölbaşı İlçeleri yer alır.

Karasal iklimin hüküm sürdüğü İlçemizde en soğuk ay olan Ocak ayının ortalama sıcaklığı -2 o C, en sıcak ay olan Temmuzun ortalama sıcaklığı ise +19 o C' dir. Yıllık yağış ortalaması 414 mm 3 'tür.

İlçe topraklarının 2/3 sini Haymana Platosu oluşturur. Ormanlık alan yok denecek kadar azdır. Haymana Platosunun rakımı 1100 m. dir. İlçemiz sınırlarında bulunan dağlardan Karacadağ'ın yüksekliği 1724 m, Mangaldağ 1436 m. ve Çaldağı 1351 m.dir. 297.6 Hektar alanda tarım yapılmaktadır.

Devlet Planlama Teşkilatınca yapılan İlçelerin gelişmişlik sırasında ülkemizdeki 850 içerisinde Haymana 504. sırada yer almaktadır. Ankara'nın İlçeleri arasında ise 17. sıradadır.

Haymana ilçesi kaplıcasıyla ünlüdür. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünden alınan belgede “hekim kontrolünde banyo uygulamaları şeklinde ortopedik ve nörolojik sekellerin rehabilitasyonunda, kronik dönemdeki romatizmal hastalıkların rehabilitasyonunda kullanılabilir” denmektedir. Mülkiyeti Haymana Belediyesine ait otellerden biri Atılım Üniversitesi tarafından, ikisi de özel şahıslar tarafından işletilmektedir. Ayrıca bir kaplıca ve iki hamam belediye tarafından işletilmektedir. Mevcut kuyudan saniyede 56 litre su 44 c derece sıcaklıkta çıkmaktadır. Belediye tarafından yeni bir su bulma çalışmaları devam etmektedir.

6 belde, 70 köy ve Büyükşehir Belediyesine bağlanan 4 mahallemiz arasındaki yol ağı 772 km. dir. 132 km. olan Karayolları yolunun tamamı asfalttır. Köy Hizmetlerine ait 640 km. yolun 260 km.si asfalt, 380 km. si stabilizedir.

Anadolu'nun her bölgesinde olduğu gibi Haymana'nın çeşitli yörelerinde (Gavur Kalesi, Culuk Köyü, Oyaca, Höyük) yapılan kazılarda bölgede Hititler, Frigyalılar ve Romalıların izlerine rastlanmıştır. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu'nun Türkleşmesiyle birlikte XII. Yüzyılda Haymana'nın da yer aldığı bölge Türk egemenliğine girmiştir.

23 Ağustos 1921'de başlayıp 12 Eylül 1921'de Düşmanın Haymana'dan çıkarıldığı Sakarya Meydan Savaşının bir kısmının İlçemiz sınırlarındaki Mangaldağı,Türbetepe ve Çaldağ mevkilerinde geçtiği bilinmektedir.

Haymana isminin nerden geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Osmanlı Devletinin Kurucusu Osman Gazi'nin annesinin adının Hayme Ana olduğu, şimdi İlçe merkezinin bulunduğu yerde vefat ettiği ve buraya defnedildiği; mezarının burada bulunması nedeniyle de Hayme Ana adının değişerek Haymana olduğuna inanılmaktadır. Haymana kelimesinin, Divan-ı Lugat-ı Türk'te mera, otlak, yeşillik anlamına geldiği bilinmektedir. XVIII. Yüzyıl Ankara çevresinin idari yapısında bu bölgeden Haymanateyn diye bahsetmektedir. 1588-1590 yılları arasındaki Ankara Şeriye Sicilinde bu bölgeden Büyük Haymana ve Küçük Haymana diye bahsedilmektedir.

Dereköy'de bulunan ve 1930 ve 1998 yıllarında kazı çalışmaları yapılan Gavurkale önemli bir Frig yerleşim alanıdır. Türkhöyük köyü ve Oyaca kasabalarında bulunan höyükler, buraların Hititler döneminde bir yerleşim alanı olduğunu göstermektedir.

Son yıllarda tanıtım faaliyetleri ve modern altyapı tesislerinin yapılması sonucunda kaplıca turizminde önemli gelişmeler olmuştur. Her yıl ortalama 200.000 kişi şifa bulmak üzere kaplıcalara gelmekte, İlçemize önemli gelir sağlamaktadır.Belediyeye ait 3 otel özel şahıslara kiraya verilmiştir.Otellerimizde termal su bulunmakta olup,Ankara'ya yakın olması sebebiyle sezonda oteller dolmaktadır. Merkezde kaplıcaların olması nedeniyle yaz aylarında iç turizmle ilgili olarak sezonluk pansiyonculuk yapılmaktadır.

Denizli

DENİZLİ'NİN ADI VE YERİ

Denizli şehri, ilk defa bugünkü şehrin 6 km. kuzeyinde, Eskihisar Köyü civarında kurulmuştur. Bu şehir M.O.( 261 - 245 ) yılları arasında, Suriye Kralı II. Antiyokustheos tarafından kurulmuş ve karısının adına izafeten Laodicia denilmiştir. Türkler Denizli havalisini zaptettikten sonra, şehrin suyunun bol bulunduğu bugünkü Kaleiçi mevkiine naklettirmişlerdir.

Denizli adına, tarihi kaynaklarda başka başka isimler olarak rastlamaktayız. Selçuklu kayıtları ve Denizli mahkemesi serciye sicilleri (Ladik) ismini vermektedir. Ibni Batuta'nın seyahatnamesi (Tunguzlu) denilmektedir. Mesalikullebsar'da da (Tunguzlu) olarak kaydedilmiştir.

Timurlenk'in zafer namesini yazan, Ser afettin Zemdi (Tenguzlug) ve (Tonguzlug) gibi iki isimden bahsetmektedir. Tensiz kelimesi eski Türkçe'de Deniz demektir. Tunguzlu ise bugünkü imlasıyla Denizli demektir. Netice olarak Denizli adi, Tunguzlu ve Tunguzlu kelimelerinin zamanla ağızdan agıza, Denizli kelimesi haline gelmesinden bugünkü seklini almıştır.

KRONOLOJİ

M.O. 4000'ler
Kalkolitik donem

M.O. 3000 - 2000
ilk Tunç Cağı

M.O. 2000 - 1200/1100
Orta Tunç cağı ve Son Tunç cağları

M.O. 1800
Denizli'nin Arz ava Sayasal Birliği içinde yer olması

M.O. 1200
Deniz kavimleri göçü

M.O. 1100'ler
Deniz kavimleri göçüyle Hitit Devleti'nin yıkılması

M.O. 546
Ahamenis Kralı II.Kiros'un Lidya Krallığı'nı ortadan kaldırması

M.O. 360
Hellespontos, Misya, Lidya ve Karya satraplarının Pers merkezi yetkesine bas kaldırışı

M.O. 334
Büyük İskender'in Anadolu seferi ile Denizli yöresindeki Pers etkinliğine son verilmesi

M.O. 246
ll.Antiokus'un karisi Laodikeia'yı ziyareti sırasında Laodikeia kentinin kurulması

M.O. 188
Roma, Bergama, Selevkoslar arasında barış antlaşmasının yapılması

649
Muaviye'nin Kıbrıs seferi

1070
Türklerin Denizli'de ilk kez görülmeleri

1077
Denizli'nin Türklerce fethi

1097
Kentin Bizansın eline geçmesi

1102
l.Kılıç Arslan'ın Denizli'ye fethi

1119
Denizli'nin yeniden Bizans'ın eline geçmesi

1148
Haçlılar'ın Denizli'den geçmeleri

1190
Frederik Barbaros komutasındaki bir Haçlı Ordusu'nun Denizli'den geçmesi

1207
Denizli'nin yeniden Türkler'in eline geçmesi

1259
Türkmenlerin Denizli'nin yönetimini ele geçirmeleri

1288
Denizli'nin Germiyanogulları egemenliğine girmesi

1300 - 1368
Denizli'de İnançogulları egemenliği

1368
Denizli'ni yeniden Germiyanogulları egemenliğine girmesi

1391
Denizli'nin Osmanlılar'ın eline geçmesi

1403
Timur'un Denizli'yi Germiyanoğulları'na geri vermesi

1429
Denizli'nin kesin olarak Osmanlı egemenliğine girmesi

1874
Denizli'de ilk Rüştiye Mektebi'nin açılması

1876
Denizli'de ilk Belediyenin kurulması

1879
İzmir-Aydın demiryolunun Sarayköy'e dek uzatılmasına ilişkin bir antlaşmanın yapılması

1883
Yapılan yönetim değişikliği ile Denizli'nin Sarayköy, Buldan ve Tavas kazalarının bağlandığı bir sancak haline getirilmesi

1884
Çal Kazası'nın Denizli sancağına bağlanması

1888
Acıpayam Kazası'nın, Denizli sancağına bağlanması, Sarayköy demiryolu hattının Dinar'a dek uzatılmasının kararlaştırılması

1910
Denizli'nin "Bağımsız Mutasarrıflık" haline getirilmesi

22 Mart 1919
İzmir'de toplanan Reddi İlhak Kongresi'ne Denizli'den bir kurulun katılması

25 Nisan 1919
İstanbul Hükümeti'nin Şehzade Abdurrahim Efendi başkanlığındaki bir öğüt kurulunun Denizli'ye göndermesi

15 Mayıs 1919
İzmir'in Yunanlılar'ca işgali üzerine, Denizli'de bir protesto mitingi düzenlenmesi

16 Mayıs 1919
Yunan işgalinin protesto edilmesi amacıyla Tavas'ta da bir miting düzenlenmesi

17 Mayıs 1919
İşgale karsı Çal'da bir miting düzenlenmesi

29 Mayıs 1919
Denizli'de Redde-i ilhak Cemiyeti'nin kurulması

8 Haziran 1919
Sarayköy'de bir Kuka-yi Milliye Cephesi'nin oluşturulması

10 Haziran 1919
Denizli Heyet-i Milliye'nin kurulması ve Sarayköy cephesinin oluşturulması

3 Ağustos 1919
İstanbul Hükümeti'nin Denizli'de incelemelerde bulunmak üzere Jandarma Genel Komutanı Ali Kemal Paşa'yı göndermesi

7 Ağustos 1919
Denizli Mutassarrıfı Faik Bey'in Dahiliye Nezareti'ne bir telgraf çekerek, Kuka-yi Milliye'nin dağıtılması buyruğunu geri çevirmesi

18 Ağustos 1919
Denizli delegelerinin Sivas Kongresi'ne katılmak üzere kentten ayrılması

12 Ocak 1920
Emin Efendi ve Faik Bey'in İstanbul'da toplanan Meclis-i Mebusan'a Denizli milletvekili olarak katılması

21 Haziran 1920
Çopur Musa çetesinin Çivril'i basması

5 Temmuz 1920
Yunanlılar'ın Buldan'a ve Çal'ın bazı köylerine girmesi

8 Temmuz 1920
Demirci Mehmet EFE'nin adamlarından Soketli Ali EFE'nin Denizli'de öldürülmesi

9 Temmuz 1920
Denizli'ye giren Demirci Mehmet EFE'nin, Soketli Ali EFE'nin ölümünden sorumlu tuttuğu 60 kişiyi öldürtmesi

29 Temmuz 1920
Yarbay Nazmı Bey'in 57.Tümen Komutan ive Mutasarrıf vekili olarak Denizli'ye gelmesi

18 Ocak 1921
Çivril'in Yunan işgaline uğraması

1 Nisan 1921
Çivril'in ikinci bir kez işgale uğraması

30 Ağustos 1922
Çivril'in Büyük Taarruzla birlikte Yunan işgalinden kurtarılması

4 Eylül 1922
Buldan'ın işgalden kurtarılması

İLK FETİHLER

Denizli ve havalisinde Türkler ilk defa 1070 yılında görüldüler. Afşin Bey bütün Anadolu'yu kastettikten sonra Laodikya'yı yağma ederek, Honaz'ı zaptetmiştir. 1071 yılından sonra Denizli ve çevresi Kutalmışoglu Süleyman Bey'in mahiyetindeki beyler tarafından fethedilmiştir.

1097 yılında Bizans İmparatoru Alexis Komnenos, Juannis Dukas'ı Bati Anadolu'nun fethi için görevlendirdikten sonra bu yöre Bizanslılar'ın eline geçti. Bu sırada Türk Kuvvetleri Orta Anadolu'da bulunuyordu. Bizanslıların elinde kısa bir sure kalan bu güzel beldemiz 1102 yılında yeniden Kılıç Arslan tarafından zapt edilmiştir. Bu tarihten sonra Türk Kuvvetleri Alparslan'ın komutasında Bizans topraklarına sürekli akınlar yapıyordu. 1119 yılında Bizanslılar, büyük bir ordu ile Denizli ve havalisine saldırdılar. Az sayıda Türk Kuvvetlerine sahip olan Alplara bu yöreyi terletmek zorunda kalmıştır. Ertesi yıl tekrar gelen Bizanslılar Uluborlu taraflarına kadar istila ettiler.1147 yılında II.Haclı Ordusu Fransız Kralı VIDI Louis'in komutasında, Ege Bölgesi'nden güneye doğru hareket ederek, Denizli civarını işgal etmiştir. Buradan Antalya istikametine hareket eden Haclı Ordusu'nun oncu birlikleri Acıpayam Ovası'nı geçtikten sonra, ordusunun ağırlıkları ve artçı birlikleri ayni yolu takip ederek, Kazıkbeli'nden geçmek için hareket etmişlerdi. Fakat orada yapılan çetin gerilla savaşlarında Haclı Ordusu çok büyük kayıp vermiştir.

1577 yılında Bizans İmparatoru Manuel Komnenos, Selçuklu topraklarına yeni bir sefer düzenleyerek Laodikya ve civarını yağma ederek İstanbul'a donmuştur. Ertesi yıl Türkler Laodikya'ya gelerek şehri zaptetmislerdir. Manuel Komnenos 1176 yılında büyük bir ordu ile Laodikya ve Honaz civarını geri almışsa da Selçuklular'la yaptığı savaşta yenilmiştir. II.Kılıç Arslan bundan sonra sınırlarını genişleterek Bizans topraklarına akınlar düzenlemiştir. Atabey komutasında yapılan bu akınlardan Selçuklular büyük ganimetler elde ediyordu. Bizanslılar Atabey komutasındaki bu orduyu Sarayköy yakınlarında pusu kurarak mağlup ettiler. Bu savaşta Atabey şehit oldu.

Bu tarihlerden yavaş yavaş sonra Denizli ilinin doğu kısımlarına Türkler yerleşmeye başladı. Böylece Türk akıncıları, Küçük Menderes Vadisi'ne kadar ilerleme fırsatını bulmuşlardır. 1190 yılında II.Haclı Ordusu Laodikya'ya gelmiştir. Haclı Ordusu Komutanı Frederik Barbaros, Bizanslılar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Buraya yerleşmiş olan Türk boyları, çadırlarını bırakarak dağlara çekilmişler ve devamlı Haclı ordusuna düzenlemişlerdir. Denizli ve havalisi takriben 13. asrin ilk yıllarında Gıyasettin Keyhusrev tarafından 4 defa fethedilmiştir. Diğer bir rivayete göre Laodikyalılar tarafından bir Türk kervanının soyulması üzerine, Selçuklu beylerinden Mehmet ve Servet beylerin komutasında bir Selçuklu Ordusu Laodikya Ordusu'nu yenmiş ve haraç olarak bu bölgeyi antlaşma ile almıştır.

Diğer bir rivayet ise sudur: 12.yüzyıl sonlarında Bizanslıların Burdur'a kadar ilerlemeleri üzerine Konya Sultani Osman ve Hüsamettin beyleri bu bölgeye göndermiştir. Osman Bey Acıpayam Ovası'nı, Hüsamettin Bey de Çal taraflarını zaptetmişlerdir. Denizli ve havalisinin Selçuklulara bağlı bir beylik halinde teşekkülü Selçuklu Hükümdarı Kiyasettin Keyhusrev zamanında 1207 yılında olmuştur. 1209 yılında İznik'i başkent yapan Theodore Laskaris ile Selçuklular'ın arası açılmıştır. Kiyasettin Keyhüsrev, Laskaris'e Alexios'us tahtına iadesini isteyince, İznik Devleti ile Selçuklular, Denizli'nin batısında Alaşehir ile Antiokhia arasında savaşa tutuştular. İlk seferde savası kazanan Türkler yağmaya dalınca hücuma gecen Rum askerleri KiyasettinKey husrev'i şehit ettiler. Böylece savasın sonunda galip gelen Bizanslılar, Bati Anadolu'ya bir sure sahip oldular. Selçuklular ile Bizanslılar arasında Denizli ve yöresi sinir olarak kaldı. Bugünkü DENİZLİ şehri bu sıralarda kurulmaya başlamıştır.

İlk olarak Denizli Kalesi Abdullah oğlu Karasundur tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca bu devrede birçok camii, han ve çeşme de inşa edilmiştir. 13.yüzyıl baslarında Denizli ve havalisi yeni göçlerle "Uç Bölgesi" olarak önceden gelenlerle birlikte yoğun bir Türk Topluluğu meydana getirdiler. Buradaki Türkmenler Rum diyarını fetheden Türk soyundan çokluk bir kavimdir. Bunlar muhtemelen Menderes Nehrinden deniz kıyısına kadar olan yerlerdeki yasayanları yağma ederek çocuklarını Müslümanlar arasında satmayı adet edinmişlerdi. Bu sırada Topurlu-Toguzlıdağı eteklerinde 200 bin Müslüman çadırı bulunduğu söylenir. Bu Türkmenler uç bolgesinde kona göce yasarlar ve bati sınırlarını muhafaza ederlerdi.

1257 yılında Denizli'ye gelen Bizans garnizonu, şehirdeki Türklerin çoğunluğu karsısında uzun sure kalamadı. Böylece 1259 yılında Denizli tekrar Türkmenlerin eline geçmiş oldu. Bu tarihlerde Denizli etrafında kümelenen Türkmenler, Hulagu Han'a müracaat ederek bu bölge için kumandan istediler. Bu konuda ilhanlı Hükümdarı Hulagu de bir ferman çıkararak Kulsak isimli bir zati bu bölgeye göndermiştir. Bölgenin merkezi "Asi Karaağaç" diye bilinen Acıpayam yöresidir.

Bu Türkmenlerin manevi Türk Lideri "Yatağanbaba " olması muhtemeldir. 1261 yılında bu yöredeki Türkmenler, Selçuklular'a bas kaldırınca Selçuklu Sultani Ruknettin ile Moğollar anlaşarak Türkmenleri mağlup ettiler. Bu sırada birçok Türkmen Bizans sınırını geçerek yerleşmişlerdir. Konya'daki "Cimri İsyanı'nın" bastırılmasından sonra II.Kiyasettin Keyhüsrev kendisine yardim etmeyen Karaağaç Bölgesi Komutanı Ali Bey'i oldurtmuştur. Bundan sonra Denizli germiyanogulları'nın eline geçer. Bir sure sonra Konya'ya karsı hareket yapılınca Denizli havalisindeki Türkmenler Karaman, Eşref ve Menteşe Türkmenleriyle birlikte isyan çıkardılar. Bunun üzerine ilhanlı Sultani Keyhaku 31 Ağustos 1291 de Türklerin üzerine yürüdü. Böylece ilhanlı hakimiyeti bu bölgede başlamış oldu.

Bu tarihlerde Germiyanlılar, Alsıroglu'nun kumandasında bugünkü Buldan olan Tripolisi zaptettiler(1306). Böylece Denizli'nin Türkleştirilmesi tamamlanmış oldu. 14.yüzyılın ilk yıllarında Denizli arazisinin düzlük kısımlarına İnançoğulları yerleşmişti. Kuzey doğusunda Germi yan Beyliği bulunuyordu. Sucaeddin Bey bir ara istiklal için hareket edince öteden beri Anadolu'da kuvvetli bir birliğin kurulmasını istemeyen İlhanlı Hükümdarı Timur tas 1327 yılında Denizli'ye geldi.Suca ettin Bey ona itaat etti. Denizli 1366'da bir deprem ile harap olduğu sırada şehir Germi yan hakimiyetine geçmiştir.

1391 yılında Yıldırım Beyazıt, Denizli topraklarını Osmanlı topraklarına katmıştır. 1402 yılında Timur, Ankara Savası'nı kazandıktan sonra Denizli'ye gelmiş, burada bir sure kaldıktan sonra İzmir yöresini fethe gitmiş. 1403 yılının ilk aylarında tekrar Denizli'ye dönerek çadır kurmuştur. Timur bu bölgeyi Germiyanlılara bırakarak ayrılmıştır. 1411 yılında bir ara bu bölge Karamanogullarının eline geçmişse de 1429 yılında tekrar Osmanlılara bağlanmıştır.


14.yüzyılın ilk yarısında birbirine akraba olan Türkmenler parçalanmış bir halde bulunuyorlardı

TÜRKMENLERE AİT BEYLİKLER VE KAPLADIKLARI SAHALAR İNANÇOĞULLARI BEYLİĞİ 

Denizli'nin kurulduğu düzlükte bulunmaktaydı.

GERMİYANOGULARI BEYLİĞİ 

Honaz'dan Buldan taraflarına kadar uzanan bir alanda kurulmuştur.

HAMITOGULLARI BEYLİĞİ 

Yören dağı- Bozdoğan'ın doğusundaki saha Karaağaç mıntıkasına sahiptir.

TAVAS BEYLİĞİ 

Babadağ'ın güneyindeki araziyi, şimdiki Tavas ve Kale ilçelerinin sahalarını kaplamaktadır. Denizli şehri Osmanlıların hakimiyetine girdikten sonra, yaşantısına sakin bir şekilde devam etmiştir. 1702 - 170 yıllarında vuku bulunan depremlerde 12.000 kişi olmuş, o zamanki Kale civarında bulunan şehir oturulamayacak hale gelmiştir. Bundan sonra şehir daha yukarıya, şimdiki merkezine doğru çekilmiştir.

LADİK BEYLİĞİ (İnançoğulları) 

Laodikya şehrinin sürekli harpler depremlerle yıkılması üzerine halk Laodikya'nın bağ ve bahçelerinin bulunduğu, bugünkü Denizli'ye gelip yerleşmişlerdir. Türkler Laodikya adini kısaltarak Ladik şehrine sokulmuşlardır, bu şehirde beyliğin ismini de Ladik olarak kullanmışlardır. Ladik Beyliği'nin kurulusundan önce Denizli, vali ve komutanlar tarafından idare ediliyordu. Bu vali ve komutanlar arasında Ladik'te eser bırakmış olan Seyfettin Karasungur'dur. 30 yıllık valilik ve komutanlığı sırasında Denizli Kalesi'ni, Akman Kervansaray'ını, birçok çeşme, camii, han ve hamamlar yaptırmıştır. Karasungur'un San Kuvvetlerine esir düşmesi üzerine yerine Ladik ve Honaz emimi olarak Sahip Ataoğulları'ndan Tabettin Hasan Nasreddin Ali gönderilmiş. Bunların da Cimri İsyanı'nda öldürülmeleri üzerine Ladik emirliğine Ali Bey gönderilmiştir. Böylece Sahip Ataogullarının 1277 tarihine kadar Ladik ve Honaz emirliğinde kaldıkları anlaşılmaktadır. Sahip Ataoğulları’ndan Ladik Germiyanogulları'na geçmiştir. Fakat halkın Germiyanogulları'ndan Ali Bey'i, Giyaseddin II.Keyhusrev'e şikayeti üzerine Ladik tekrar sahip Ataogulları'na geçmiştir.


Sahip Ata'nın vezirlikten azledilmesi üzerine(1288) Germiyanogulları Ladik'i tekrar ele geçirmiştir. Ali Sirkin kızının oğlu Bedrettin Murad'ı Ladik emirliğine tayin etmiştir. Mollaya sinirlenen Selçuklu Sultani Ladik'e kuvvetli bir ordu göndermiş ve burası tekrar geri alınmıştır. BU tarihten sonra Sucaettin İnanç Ladik'te 50 yıla yakın beylik yapmış ve adaletli ve iyi idaresi sayesinde halk tarafından sevilmiştir.

Ölümünden sonra yerine gecen oğlu Murat Aslan Bey de memleketi iyi idare etmiş, zamanında Türkçe fatiha tefsiri yazılmış, 3 çeşit para basılmıştır. Bu paraların biri üzerinde Murat Bey'in adi geçmektedir. Ibni Batıda Murat bey;i Denizli'ye gelişinde bugünkü Devlet Hastanesi'nin bulunduğu tepedeki sarayında ziyaret etmiştir. Seyahatnamesinde bundan bahsetmektedir. Murat Bey'in iktidara geçiş ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmiyor. Hatta Murat Bey'in mezarına bile rastlanmamıştır. Fakat Hastane yakınındaki Murat dede mezarı, halk tarafından Murat Bey'e addedilmekte ve ziyaret edilmektedir. Buğun Denizli'de Murat Dede adıyla bir mahalle bulunduğundan, bazı kaynaklara göre bu mezar Ladik Beyliği ile ilgi derecesi tespit edilemeyen ve Hisar Savası'nda ölen Murat Bey'e aittir.

Murat Aslan Bey'den sonra oğlu Issak Bey yerine geçmiş kendi adına para bastırmış fakat 1402'de Timur Anadolu'yu istila edince Denizli'nin idaresi Germiyanoglu Y akıp Bey'e geri verilmiştir. Ankara Savası'ndan sonra bütün Anadolu'yu ele geçiren Timur, bir müddet sonra Kütahya ve Altıntaş'tan geçip, Ladik'e gelmiş mevsimin sonbahar olması sebebiyle karargahını Denizli'de kurarak askerlerini kışlaklara göndermiştir.

O vakitler Tonguzlu denen Denizli'de askerlerin hastalanması sebebiyle, Timur karargahını havası ve suyu daha iyi olan Karcı ve Hisar Koyu sırtlarına çekmiş, Menteşeoglu Mehmet Bey ile İsfendiyer Bey Timur'u burada ziyaret ederek ona 1000 at hediye etmişlerdir. Timur bir sure Denizli'de kaldıktan sonra, Serinhisar yoluyla Denizli'den ayrılmıştır. Timur'un Denizli'deki kalış günlerinde Germiyanoglu Yakup Bey kendisini ziyaret etmiş, Kütahya ve Denizli'nin idaresini üzerine almak için onu ikna etmiştir.

LADİK'İN OSMANLILARA GEÇİŞİ 
Ladik Germiyanoglu Süleyman Sah idaresinde iken, Osmanlı Devleti günden güne kuvvetlenip sınırlarını genişletiyorlardı. Süleyman Sah ergen Osmanlılar tarafından gelecek tehlikeyi sezerek, kendini emniyete almak için kızı Devlet hatunu, I.Murat'ın oğlu Şehzade Beyazıt'a vererek akrabalık kurmuştu (1381).

Kızına çeyiz olarak verdiği yerler arasında Ladik'te vardı. Beyazıt Han Denizli'de hamam ve bahçe satın almıştır.. Ladik Ankara Savası'na kadar (1402) Osmanlılar'da kalmış, savaştan sonra Germiyanogullarının yeniden hakimiyetine giren Ladik, nihayet yerine geçecek kimsesi bulunmayan Germi yan Hükümdarı Yakup tarafından, II.Murat'a bir vasiyetname ve bütün Germeyen ülkesiyle birlikte verilmiştir (1428). Böylece Ladik kesin olarak Osm ali Devleti'ne bağlanmıştır.

Ünlü gezgin Evliya Celebi Denizli'ye uğramış ve 300 yıl öncesinin Denizli'sini söyle dile getirmiştir. "Şehrin çevresinde pek çok akarsular ve goller bulunduğu için bu isim verilmiştir. Yoksa denizden 4 merhale uzaktadır. Kalesi düz yerde dörtgen seklindedir. Hendeği yoktur. Çevresi 470 adimdir, 4 kapısı vardır.Kuzeyinde boyacılar, doğusunda semerciler, güneyinde Yeni Camii, batısında bağlar kapısı bulunur. Kalede 50 kadar silahlı bekçi vardır ki dükkanları bekler. Asil şehir kalenin dışında 44 mahalle ve 3600 evlidir. Büyüklü küçüklü 57 camii ve mahalle mescidi, 7 çocuk mektebi, 6 hamamı, 17 tekkesi vardır.

Herkes bağlarda oturduğundan ehil ve ayalleri birbirinden kaçmaz. Birbirleriyle akraba gibi olmuştur. halkı beyaz ve mavi feraceler giyer. Pamuğu, pamuk ipliği, beyaz ince sade bezli olup, Anadolu'ya sevk edilir. Halkın kazancı "Beyaz Denizli Bezi" dir.

DENİZLİ'NİN ADI VE YERİ
Denizli şehri, ilk defa bugünkü şehrin 6 km. kuzeyinde, Eskihisar Köyü civarında kurulmuştur. Bu şehir M.O.( 261 - 245 ) yılları arasında, Suriye Kralı II. Antiyokustheos tarafından kurulmuş ve karısının adına izafeten LAODICIA denilmiştir. Türkler Denizli havalisini zaptettikten sonra, şehrin suyunun bol bulunduğu bugünkü Kaleiçi mevkiine naklettirmişlerdir. Denizli adına, tarihi kaynaklarda başka başka isimler olarak rastlamaktayız. Selçuklu kayıtları ve Denizli mahkemesi serciye sicilleri (Ladik) ismini vermektedir. Ibni Batuta'nın seyahatnamesi (Tunguzlu) denilmektedir. Mesalikullebsar'da da (Tunguzlu) olarak kaydedilmiştir. Timurlenk'in zafer namesini yazan, Ser afettin Zemdi (Tenguzlug) ve (Tonguzlug) gibi iki isimden bahsetmektedir. Tensiz kelimesi eski Türkçe'de Deniz demektir. Tunguzlu ise bugünkü imlasıyla Denizli demektir. Netice olarak Denizli adi, Tunguzlu ve Tunguzlu kelimelerinin zamanla ağızdan agıza, Denizli kelimesi haline gelmesinden bugünkü seklini almıştır.

KRONOLOJİ 

M.O. 4000'ler Kalkolitik donem
M.O. 3000 - 2000 ilk Tunç Cağı
M.O. 2000 - 1200/1100 Orta Tunç cağı ve Son Tunç cağları
M.O. 1800 Denizli'nin Arz ava Sayasal Birliği içinde yer olması
M.O. 1200 Deniz kavimleri göçü
M.O. 1100'ler Deniz kavimleri göçüyle Hitit Devleti'nin yıkılması
M.O. 546 Ahamenis Kralı II.Kiros'un Lidya Krallığı'nı ortadan kaldırması
M.O. 360 Hellespontos, Misya, Lidya ve Karya satraplarının Pers merkezi yetkesine bas kaldırışı M.O. 334 Büyük İskender'in Anadolu seferi ile Denizli yöresindeki Pers etkinliğine son verilmesi M.O. 246 ll.Antiokus'un karisi Laodikeia'yı ziyareti sırasında Laodikeia kentinin kurulması
M.O. 188 Roma, Bergama, Selevkoslar arasında barış antlaşmasının yapılması
 649 Muaviye'nin Kıbrıs seferi
1070 Türklerin Denizli'de ilk kez görülmeleri
1077 Denizli'nin Türklerce fethi
1097 Kentin Bizansın eline geçmesi
1102 l.Kılıç Arslan'ın Denizli'ye fethi
1119 Denizli'nin yeniden Bizans'ın eline geçmesi
1148 Haçlılar'ın Denizli'den geçmeleri
1190 Frederik Barbaros komutasındaki bir Haçlı Ordusu'nun Denizli'den geçmesi
1207 Denizli'nin yeniden Türkler'in eline geçmesi
1259 Türkmenlerin Denizli'nin yönetimini ele geçirmeleri
1288 Denizli'nin Germiyanogulları egemenliğine girmesi
1300 - 1368 Denizli'de İnançogulları egemenliği
1368 Denizli'ni yeniden Germiyanogulları egemenliğine girmesi
1391 Denizli'nin Osmanlılar'ın eline geçmesi
1403 Timur'un Denizli'yi Germiyanoğulları'na geri vermesi
1429 Denizli'nin kesin olarak Osmanlı egemenliğine girmesi
1874 Denizli'de ilk Rüştiye Mektebi'nin açılması
1876 Denizli'de ilk Belediyenin kurulması
1879 İzmir-Aydın demiryolunun Sarayköy'e dek uzatılmasına ilişkin bir antlaşmanın yapılması
1883 Yapılan yönetim değişikliği ile Denizli'nin Sarayköy, Buldan ve Tavas kazalarının bağlandığı bir sancak haline getirilmesi
1884 Çal Kazası'nın Denizli sancağına bağlanması
1888 Acıpayam Kazası'nın, Denizli sancağına bağlanması, Sarayköy demiryolu hattının Dinar'a dek uzatılmasının kararlaştırılması
1910 Denizli'nin "Bağımsız Mutasarrıflık" haline getirilmesi
22 Mart 1919 İzmir'de toplanan Reddi İlhak Kongresi'ne Denizli'den bir kurulun katılması
25 Nisan 1919 İstanbul Hükümeti'nin Şehzade Abdurrahim Efendi başkanlığındaki bir öğüt kurulunun Denizli'ye göndermesi
15 Mayıs 1919 İzmir'in Yunanlılar'ca işgali üzerine, Denizli'de bir protesto mitingi düzenlenmesi
16 Mayıs 1919 Yunan işgalinin protesto edilmesi amacıyla Tavas'ta da bir miting düzenlenmesi
17 Mayıs 1919 İşgale karsı Çal'da bir miting düzenlenmesi
29 Mayıs 1919 Denizli'de Redde-i ilhak Cemiyeti'nin kurulması
8 Haziran 1919 Sarayköy'de bir Kuka-yi Milliye Cephesi'nin oluşturulması
10 Haziran 1919 Denizli Heyet-i Milliye'nin kurulması ve Sarayköy cephesinin oluşturulması 3 Ağustos 1919 İstanbul Hükümeti'nin Denizli'de incelemelerde bulunmak üzere Jandarma Genel Komutanı Ali Kemal Paşa'yı göndermesi
7 Ağustos 1919 Denizli Mutassarrıfı Faik Bey'in Dahiliye Nezareti'ne bir telgraf çekerek, Kuka-yi Milliye'nin dağıtılması buyruğunu geri çevirmesi
18 Ağustos 1919 Denizli delegelerinin Sivas Kongresi'ne katılmak üzere kentten ayrılması
12 Ocak 1920 Emin Efendi ve Faik Bey'in İstanbul'da toplanan Meclis-i Mebusan'a Denizli milletvekili olarak katılması
21 Haziran 1920 Çopur Musa çetesinin Çivril'i basması
5 Temmuz 1920 Yunanlılar'ın Buldan'a ve Çal'ın bazı köylerine girmesi
8 Temmuz 1920 Demirci Mehmet EFE'nin adamlarından Soketli Ali EFE'nin Denizli'de öldürülmesi 9 Temmuz 1920 Denizli'ye giren Demirci Mehmet EFT'nin, Soketli Ali EFE'nin ölümünden sorumlu tuttuğu 60 kişiyi öldürtmesi
29 Temmuz 1920 Yarbay Nazmı Bey'in 57.Tümen Komutan ive Mutasarrıf vekili olarak Denizli'ye gelmesi
18 Ocak 1921 Çivril'in Yunan işgaline uğraması
1 Nisan 1921 Çivril'in ikinci bir kez işgale uğraması
30 Ağustos 1922 Çivril'in Büyük Taarruzla birlikte Yunan işgalinden kurtarılması
4 Eylül 1922 Buldan'ın işgalden kurtarılması

Akçakoca / Düzce

Bu kez istikametimiz Karadeniz kıyısında fındık diyarı Akçakoca. Denizle ormanın buluştuğu yerde doğayla başbaşa bir gün geçirmeyi planlıyoruz.


http://arsiv.ntvmsnbc.com/modules/yakinyerler/i/akcakoca/05.jpg

Akçakoca, Düzce'ye bağlı tipik bir Karadeniz yöresi. Akçakoca'ya gitmenin en kısa yolu ücretli otoban üzerinden. Düzce'den otobandan saptıktan sonra sahile doğru yol alıyoruz. Yol kenarındaki fındık üretim tesisleri kısa bir süre sonra yerini sonsuz bir yeşilliğe bırakıyor. Yol keyifli ve rahat.

Akçakoca, Türkiye'nin ilk turizm beldesi aslında. Henüz güney turizminin başlamadığı yıllarda büyükşehirlerden özellikle yazları çok sayıda ziyaretçi gelirmiş. Şimdi hem denizin tadını çıkarmak hem de Bolu-Düzce civarını gezmek isteyen yerli ve yabancı turistleri ağırlıyor.

Akçakoca'da güneş denizden doğar denizden batar diyorlar. Buranın eski adı da zaten Diapolis, yani parlak şehir.

Akçakoca'nın iklimi ılıman. Karadeniz Bölgesi'nin yağmurlu havasına burada daha seyrek rastlanıyor. Denize girmek isteyenleri ise Karadeniz'in dalgaları bekliyor. Deniz sığ değil, hemen derinleşiyor, ama tertemiz.

Akçakoca'nın 30 km'lik upuzun bir sahili var. Özellikle haftasonları burası oldukça kalabalık oluyor.

Beldenin girişinde ve Ereğli yolunda çok sayıda plaj var. Tüm plajlar halka açık. Ayrıca bazı otellerin önünden de denize girilebiliyor.

Sahilde deniz ürünleri yenebilecek balık lokantaları var. Ayrıca yöresel lezzetler yaprak sarma, mancarlı pide ve Akçakoca'nın özel tatlısı melengüçeyi deneyebileceğiniz yerlerden birine de girebilirsiniz.

Akçakoca'da ayrıca fındıkla yapılabilecek her türlü yiyecek var ama yemeğin üstüne fındıklı tahin helvası en güzeli.

Sahilde teknelerin arasında biraz dolaştıktan sonra, biraz da Akçakoca'nın tepelerine doğru yol alalım diyoruz. Yukarı Mahalle, yöreye özgü yapıyı görebileceğiniz bir yer.

Akçakoca'da bazı evler Karadeniz yapı tarzına sadık kalınarak korunmuş. Çanak antenler ve beton binalar geleneksel dokuyu bozsa da çiçekli kapıların arasında bir tur atmaya değer.

Evlerin ve çiçekli bahçelerin arasında biraz dolandıktan sonra asırlık çınarların altında piknik yapanların yanına gidiyoruz.

600 yıllık çınarların yanında Evliya Cami ve eski bir hamam kalıntısı var. Zaten Akçakoca'da gittiğiniz her yerde tarihin izlerini görüyorsunuz.

Çevredeki şelale ve mağaraları görmek isteyenlerin ise yarım saatlik bir yürüyüşü göze almaları gerekiyor.

Şimdi istikametimiz Akçakoca'nın sembolü niteliğindeki Ceneviz Kalesi. Ceneviz Kalesi 1216 yılında ticaret gemilerine yol göstermek için kurulmuş. Şimdi ise sahil bölümü ile birlikte 5000 kişilik bir tesis olarak hizmet veriyor.

Akçakoca'nın Falezleri ya da diğer adıyla Beyazkayalar kaleden görülebiliyor.

Büyük dilek kuyusu ise, hemen dikkati çekiyor. Burasını aslında Kale Müdürü Alaaddin Küçük, çöp atılmasın diye dilek kuyusuna çevirmiş. Şimdi hem temiz kalıyor hem de atılan paralarla kaleye gelir sağlanmış oluyor.

Dilek kuyusunda biriken para, Ceneviz Kalesi'nin personeli arasında bölüştürülüyor. Biz de bir dilek tutup, Akçakoca otellerine doğru yolumuza devam ediyoruz.

Akçakoca'da 25'in üzerinde konaklama tesisi bulunuyor. Dört yıldızlı otellerden pansiyonlara her bütçeye göre konaklama imkanı var.

Akçakoca Otel ve Diapolis Otel'de fiyatlar iki kişi yarım pansiyon 120 -160 YTL arasında. Odalar ferah ve konforlu. Her iki otel de sahil kenarında. (Güncel fiyatlar farklı olabilir bilginize)

Otellerden tekrar kasaba merkezine doğru gidiyoruz. Akçakoca'ya gelip de dünyada pek başka bir örneği olmayan Merkez Cami'yi görmeden dönmek olmaz. Mimar Ergün Subaşı, klasik kubbe yerine sentez mimari uygulamış. Sekizgen köşelerden oluşan kubbe ve mavi dokulu minarelerle eşsiz bir cami ortaya çıkmış.

Akçakoca'dan sönerken fındık ve fındık ürünlerinden yanınızda götürebilirsiniz. Bunun için Fiskobirlik'in marketine uğramalısınız.

Mudanya Trilye

Bu seferki istikametimiz Mudanya'nın yanıbaşındaki Zeytinbağı ya da eski adı ile Trilye. Mudanya, Mütareke Binası ve eski Rum Mahallesi ile çok daha fazla bilinen bir yer, ama 10 dakika mesafedeki Trilye, tam anlamıyla korunmuş köyü, zeytinleri, tarihi yerleri ve tertemiz havası ile özellikle günübirlik geziler için bire bir.


http://arsiv.ntvmsnbc.com/modules/yakinyerler/i/trilye/0.jpg

Trilye, Güney Marmara'da küçücük bir belde. İstanbul'dan araçsız gelecekler için en kolay yol Mudanya'ya kalkan deniz otobüsüne binmek. Oradan yarım saatte bir kalkan minibüslerle hemen Trilye'ye ulaşılıyor. Deniz yolunu katınca İstanbul Trilye arası 135 km.

Ama biz araçla feribota binip Yalova'ya ulaşıyoruz. İstanbul Deniz Otobüsleri'nin Yenikapı ya da Pendik'ten kalkan feribotları, hem çok rahat hem de yolu çok kısaltıyor. Fakat özellikle yaz aylarında biletleri önceden almak en iyisi.

Biz feribottan indikten sonra Gemlik yolundan devam ediyoruz. Deniz kokusu burnumuzda, zeytin ağaçları arasından Mudanya'ya varıyoruz.

Mudanya sahili denize girmek için pek uygun değil ama yöredeki turizm belgeli tek tesis Montana Otel, hem turistik amaçlı hem de iş toplantıları için gelen konukları ağırlıyor.

Mudanya'nın dar sokaklarında ve cumbalı evlerin arasında kısa bir tur attıktan sonra esas istikametimiz Trilye'ye doğru yola koyuluyoruz. Yol biraz keskin virajlı olduğu için dikkat etmek gerekiyor. Tam yemek saatinde kırmızı kiremitleri hemen göze çarpan Trilye'ye varıyoruz.

http://arsiv.ntvmsnbc.com/modules/yakinyerler/i/trilye/1.jpg

Trliye sahilinde dört tane balık lokantası ve çay bahçeleri var. Tesislerin hepsi tertemiz aile işletmeleri. Balık lokantaları, yöresel tarzda döşenmiş. Tahta masalar ve rengarenk örtüler, daha masaya oturmadan insanın içini açıyor doğrusu.

Trilye barbunya balığının ana vatanı. Mevsimine göre balık yemek en iyisi. Ama yemeklere esas lezzeti katan zeytinyağı. Bu yüzden önce o meşhur zeytinyağına geleneksel olarak kekik ve pul biber ekip odun ekmeği banılıyor. Bu, o kadar lezzetli ki, balığa yer bırakmaya dikkat etmek gerekiyor.

Sahildeki restoranlar Şekerev, Liman ve Savarona, deniz ürünleri ağırlıklı menüleri ile haftasonu köy havasını yaşayabileceğiniz yerler.

Lokantaların biraz ilerisi deniz. Aslında Trilye bir sahil kasabası ama denizin temiziliği rüzgara göre değişiyor. Kimileri denizin tadını çıkarsa da kimilerine göre Marmara Denizi'ne güven olmuyor. Fakat Trilye, dar sokakları, tarih dolu mekanları ile turistlere farklı imkanlar sunuyor.

Trilye bölgesi Sit alanı olduğu için doğallığını hiç yitirmemiş. 1920'lerdeki Trilye resimlerinde yörenin görüntüsü nasılsa şimdi de hemen hemen aynı. Tabii bakımsızlıktan eski havasını yitirmiş tarihi yerler hariç.

Son yıllarda yaşanan turist sayısındaki artış ile birlikte yöre de gelişme göstermiş. Bu yüzden özellikle haftasonları esnaf hayatından memnun. Esnaf Hatice Çelik, Mudanya'ya yanaşan vapur saatlerine göre çiğ böreklerini hazırlıyor ve çevredeki tüm yörelerden gelenleri ağırladıklarını söylüyor.

Trilye'nin ismi ile ilgili birkaç varsayım var. Rumca üç aziz anlamına geldiği ya da ismin barbunya balığı demek olan "trigliya"dan geldiği rivayetler arasında. Aslında belde Cumhuriyet döneminde Zeytinbağı adını almış, fakat hala yaygın olarak Trilye olarak biliniyor ve kullanılıyor.

Trilye'nin içinde evi olan dışardan gelmiş birkaç aile var. Yerleşik olanlarla son derece uyumlular. Trilye halkı güleryüzlü ve sıcak. Yöreye girer girmez bunu fark ediyorsunuz zaten. Bizi gezdiren Zeytinci Hasan, gururla gösteriyor, evlerinin önünde zeytin satan köylüleri. "Biz eskiden Gemlik ve İstanbul tüccarlarına satardık, şimdi sadece burada evimizin önünde satıyoruz" diyor.

Trilye halkının başlıca geçim kaynağı zeytin. Zeytin ve yan ürünlerini burada her köşeden almak mümkün. Ama açıkçası buraya henüz turistik bir yer demek güç. Köy havasını hala muhafaza ediyor.

Trilye zeytini gerçekten başka zeytinlere benzemiyor. Başka yerlerde bulmak da mümkün değil, bu yüzden köylüler daha sonra isteyenlere zeytinleri kargo ile gönderiyorlar. Orta boyda, küçük çekirdekli ve çekirdeği meyvesine yapışmayan Trilye zeytini salamura yöntemiyle 3-4 yıl saklanabiliyor. Ayrıca olgunlaşmış yeşil zeytinlerden kırma, çizme ve az tuzlu konserve zeytin üretiliyor. Yörenin zeytini yağ yapımı için de çok uygun.

Eski zamanlarında Trilye'de bağcılık da yapılırmış. Şimdi artık üzüm üretilmiyor ama başka yerlerden gelen üzümler Trilye'deki tesislerde işlenip şarap yapılıyor. Kırmızı ve beyaz şaraplar için Türkiye'nin dört bir yanından boğazkere, merlot, sultaniye ve narince gibi üzümler getiriliyor. Baküs Şarapevi'nde satılıyor. İstenirse tadım da yapılabiliyor.

Zeytinler ve şarap yapımı bir yana, Trilye'nin her yanı tarihle dolu ama bölgenin geçmişi ile ilgili kesin bilgiler yok çünkü burada hiç arkeolojik kazı yapılmamış.

Trilye ve çevresi antik çağlardan beri yerleşime açık olmuş. Bu yüzden attığınız her adımda tarihi bir eserle karşılaşıyorsunuz. Hatta bazı eserler köylülerin bahçelerinin içinde kalmış. Zeytinci Hasan'ın bahçesindeki tarihi çeşme gibi...

Tarihi kayıtlara göre Trilye'de 1908 yılında 820 hane varmış. 19. yüzyılın sonlarında ise beldede 109 Türk ve 3657 Rum'un yaşadığı kayıtlara geçmiş. Zaten köyde Rum ve Türk mimarisinin örnekleri görülebiliyor.

Fakat Trilye'de hiç Rum kalmamış. Sadece Yunanistan'da kurulan yine aynı isimli kasabada, Trilye'de oturanlar turistik amaçla beldeye sıkça geliyor. Zaten Yunanistan'daki Trilye ile Türkiye'deki, kardeş belde ilan edilmiş.

Tarih içinde Trilye ve çevresinde çok sayıda kilise, manastır ve ayazmalar inşa edilmiş. Ancak bunlardan günümüze 3 kilise ve bir manastır kalmış. Onlar da şu anda son derece bakımsız durumda.

Osmanlılarca camiye dönüştürülen ve Fatih Cami adını alan Büyük Kilise, ev olarak kullanılan Yuannes Kilisesi, Türklerin yaptırmış olduğu hamam Trilye'de görülmesi gereken tarihi yerler.

Tarihi eser niteliğindeki Yuannes Kilisesi'nin mesken olarak kullanılması insanı şaşırtmıyor değil. Resimli Kilise'nin 3. yüzyıldan kalma olduğu rivayet ediliyor. Duvarlarına kazınmış isimlere ise hayret etmemek elde değil.

1909'da Papaz Okulu olarak inşa edilen ve 1980'li yıllara kadar okul olarak hizmet veren Taş Mektep ise görkemli bir bina, ancak o da çok bakımsız durumda.

Taş Mektep'in yanından taş evlerin arasından yukarıya doğru çıkıyoruz ve Trilye'nin balkonu tabir edilen yerde bir mola veriyoruz. Buranın her daim estiği söyleniyor. Biz de bu sıcakta doğal klimadan biraz yararlanıp Tarihi Çamlı Kahve'ye çıkacağız.

Trilye'ye gelip de Çamlı Kahve'ye uğramadan dönmeyin. Burada asırlık çınarların altında, denize ve zeytin bahçelerine bakarak çay içebilirsiniz.

Çamlı Kahve bu sene hizmete girmiş. Daha önce kullanılamaz durumda olan bu alan şimdi pırıl pırıl bir çay bahçesi. Püfür püfür esiyor ve manzara şahane. Tam bir tepe olduğu için çevredeki yöreler kuşbakışı görülebiliyor. Bir tek kahvenin karşısında önce otel olarak inşa edilen ama şimdi site olarak kullanılan bina göz zevkini bozuyor. Bu yapı bölgenin dokusuna hiç uymuyor doğrusu.

Trilye'de tarihle ve doğayla içiçe bir gün geçirdikten sonra şehre doğru yola koyulabilirsiniz. Konaklamak isteyenlerin ise restore edilmiş iki pansiyondan birini ya da Trilye Otel'i tercih etmesi gerekiyor.

Otel Trilye'nin odaları sokağa bakıyor ama temiz ve bakımlı. Pansiyonlar ise çok kısıtlı sayıda odası olmasına rağmen, hem konforlu hem de geleneksel yapıyı bozmadan inşa edilmiş. Özenle dikilmiş perdeler ve yatak örtüleri bile yöresel dokuyu yansıtıyor ve tamamen şehirden uzak olduğunuzu size sonuna kadar hissettiriyor.

Tertemiz havası ve zeytinleri ile ünlü Trilye'de yavaş yavaş akşam oluyor. Biz de Yalova'dan feribotla şehre dönmek üzere yola koyuluyoruz.

Derinkuyu Nevşehir

Derinkuyu

Nevşehir'e 30, Kaymaklı'ya ise 10 km. uzaklığında olan Derinkuyu'nun yeraltı şehri Kaymaklı yeraltı şehrine göre plan olarak farklılık göstermektedir. Kaymaklı yeraltı şehri bir tepenin altına yapılmışken, Derinkuyu daha düz bir alana oyulmuştur.

Daha derin olarak oyulan bu yeraltı şehrinin derinliği 55 m. dir. Ancak, 7. katındaki su kuyusunun derinliğini de hesaba kattığımızda, bu rakam 85'e çıkmaktadır. Toplam sekiz kat olan yeraltı şehrinin beşte birinin gezilebildiği söylenmektedir. Bir yeraltı şehrinde bulunması gereken tüm özellikleri taşımaktadır. Ayrıca, bir misyonerler okulu bulunmaktadır.

Misyonerler okulunun birinci katta bulunması, bu okulun normal zamanlarda da kullanıldığı görüşünü getirmektedir. 1965 yılında hizmete açılmış olan yeraltı şehrinin 5. katından sonra, tek bir tünelle 7. ve 8. kata kadar inilmektedir.

Bir kilise ile başka odalara ulaşan tünelleri içeren bu katta ayrıca bir 30 m. derinliğinde bir su kuyusu vardır. Sekizinci kat küçücük bir oda olup havalandırma bacasına açılan bir de pencere vardır. Bu pencere, havalandırma bacasının dibine çok yakındır.

Kaymaklı Nevşehir


 Kaymaklı
Nevşehir'e 20 km. uzaklıkta, Nevşehir-Niğde yolu üzerinde bulunan ve eski adı Enegüp olan Kaymaklı kasabasındaki yeraltı şehri 1964 yılında ziyarete açılmıştır. Yöre halkı, evlerini yeraltı şehrinin etrafına yapmış ve yeraltı şehrinin yüzeye yakın bazı mekanlarını depo, kiler, ahır olarak kullanmaktadır. Sadece 4 katı gezilebilecek durumda olan Kaymaklı yeraltı şehrinin tünelleri dar, alçak ve eğimlidir. Birden çok havalandırma bacası olan şehirde, bugün sadece bir baca görülebilmektedir.

Yeraltı şehrinin bugünkü girişindeki ahır bulunmaktadır. Ahırdan sonra dar bir tünelden alt kata inilirken yan taraflarda oturma odaları bulunur. İkinci kata inildiğinde birçok tünel, iniş tünelinin tam karşısında bir mezarlık ve yanında küçük, tek nefli, iki apsisli, ortasında bir altarın bulunduğu bir kilise vardır. Kilisenin içindeki tünelden geçildiğinde erzak depolarının olduğu bir bölüme oradan da biraz daha aşağıdaki, içinde bir şaraphanenin, yine erzak depolarının ve bu bölüme inen başka bir tüneli kapatan değirmen taşı şeklindeki kapının olduğu kata inilir. Daha da aşağıya inildiğinde, uzun bir koridorun içinde, küçük bir pencereyle tünele bağlantısı bulunan havalandırma bacası görülür. Dördüncü kattaki şaraphane ve erzak depolarından sonra yukarı doğru çıkan tünelin sağ ve solunda sıra sıra oturma odaları vardır. Bu tüneli çıktıktan sonra mutfağa geçilir. Mutfak iki kat halinde yapılmıştır. Ocağın karşısındaki merdivenlerle altta bulunan ikinci kata inilir. Dört tünelin açıldığı mutfaktan sonra ise farklı tünellerden geçilerek yeniden giriş bölümüne varılır. Erzak depolarının çok fazla olması bu yeraltı şehrinin nüfusunun kalabalık olduğu fikrini güçlendirmektedir.

Göreme Açık Hava Müzesi

Göreme Açık Hava Müzesi
M.S. 2. yüzyılın sonlarında Kapadokya'da önemli sayıda Hıristiyan toplumu bulunmakta idi. Bu devirde önemli piskoposluk merkezi olarak Malatya ve Kayseri görülmektedir. Bunlardan Kayseri (Ceaserea), asırlar boyunca Hıristiyanların merkezi olarak önemini korumuştur. 4. yüzyılda Kayseri başpiskoposu olan Aziz Büyük Basilius'un Hıristiyanlık doktrininin düzenlenmesi ve yeni bir şekil verilmesinde büyük payı vardır. Nitekim, bu görüşler bugün bile, bir takım Hıristiyan toplumları ve Gregorian kiliseli Aziz Büyük Basilius'un izinden gitmektedirler. Kıtlık zamanında, tek parça ekmeği olan bir Hıristiyana, "o ekmeği ikiye bölüp yarısını karnı aç birisine vermesini ve kendisini Allah'ın himayesine bırakmasını" öğütlemiştir. Büyük Basilius çok kapalı, halktan soyutlanmış şekildeki manastır hayatı yerine halka yakın, halkla iç içe bir hayatı tercih etmiş; bu zihniyet sonucunda ise kardeşi Nyssa'lı Gregorius ile Nazianos'lu Gregorius'un da büyük çabalarıyla Kapadokya'da, yerleşim merkezlerine çok uzak olmayan manastırlar, kilise ve şapeller kurdurmuş; buralarda din adamlarının nezaretinde günlük ibadetlerin yapılmasını sağlamıştır. Kapadokya'daki din adamları, Büyük Basil'in döneminde, Mısır ve Suriye'deki gibi halktan ayrı, imtiyazlı hala sokulmamışlardır. İnzivaya çekilen keşişlerin dışında, diğer din adamları cemaatle ibadeti tercih etmişlerdir. Bu tür bir dini eğitim sistemi Göreme'de başlamış ve Soğanlı, Ihlara, Açıksaray gibi Hıristiyanlık merkezlerinde sürdürülmüştür.

Kapadokya kiliseleri, fresk adını verdiğimiz duvar resimleriyle ünlüdür. Bu resimler genelde iki aşamalıdır. Birincisinde resimler, doğrudan duvarın üzerine yapılmış ve kırmızı renkli aşı boyası kullanılmıştır. Bu tip resimler çeşitli bezeme, şekiller ve sembollerden oluşmaktadır. İkincisi ise, kaya duvarın üzerine alçı, kum, saman karışımı bir sıva yapılmış ve bu sıvanın üzerine, konuları İncil'den alınmış ve Hz. İsa'nın hayatını anlatan sahneler resmedilmiştir.

Göreme

Göreme
Nevşehir'e 10 km. uzaklıktaki Göreme kasabası Nevşehir-Ürgüp-Avanos üçgeni arasındaki etrafı vadilerle çevrili bölgede yer alır. "Korama, Matiana, Maccan ve Avcılar" Göreme'nin eski adlarıdır. Göreme ile ilgili 6. yüzyıla ait bir belgede ilk olarak "Korama" adına rastlanılmıştır. Bu belgede, Hieron adındaki bir azizin 3. yüzyıl sonlarında Korama'da doğduğu, Malatya'da 30 arkadaşı ile birlikte şehit olduğu ve elinin kesilerek annesine, Korama'ya getirildiğinden bahsedilmektedir. Aziz Hieron'un, Göreme Açık Hava Müzesi'ndeki Tokalı Kilise'de bir freski bulunmaktadır.

Göreme ve çevresinin Roma döneminde Venessa (Avanos) halkı tarafından mezarlık olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Göreme'nin merkezindeki büyük peribacasının içine oyulmuş olan iki sütunlu Roma mezarı ile çevrede bulunan çok sayıda mezar bu görüşü ortaya çıkarmıştır.

Orta çağın başlarında, Hıristiyanlar için önemli bir dini merkez olan Göreme, 11 ve 13. yüzyılda bir başpiskoposluk merkezi durumundadır. Nitekim Göreme ve çevresinde çok sayıda dini yapılar mevcuttur. Ancak, bu yapıların yapılış tarihleri hakkında yeterli doküman bulunmamaktır. Bu itibarla tarihleme, yapının mimari özelliğine göre ve varsa fresklerine bakılarak yapılmaktadır.

Ürgüp

Ürgüp
Nevşehir'in 20 km. doğusunda olan Ürgüp ilçesi, Kapadokya'nın en önemli turizm merkezlerindendir. Çok sayıda isme sahip olan Ürgüp, Osiana, Hagios Prokopios, Başhisar, Burgut Kalesi gibi isimlerle anılmış, Cumhuriyetin ilk yıllarında bugünkü adını almıştır.

Ürgüp ve çevresindeki bilinen ilk yerleşim, antik adı Tomissos olan Damsa Çayı'nın doğusundaki Avla Dağı etekleridir. Roma dönemine ait kaya mezarları da önemli bir yer tutmaktadır. Bizans döneminde de önemli bir dini merkez olan Ürgüp, çevresinde bulunan yerleşim yerlerindeki ve vadilerdeki kilise ve manastırların piskoposluk merkezi durumundaydı.

2002 yılında, Ürgüp'ün Şahinefendi kasabasında yeni bir yerleşim merkezi bulunmuş ve kazı çalışmalarına başlanmıştır. Arkeolog Halis Yenipınar ve Murat Gülyaz denetiminde yapılan kazılarda, bir hamam ve tabanında mozaikler olan, rezidans/kilise ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının içinde bulunan mezarlardan mumyalanmış ceset bulunmuştur. (Henüz yeni bir kazı çalışması olduğu için çok fazla bilgi elde edilememiştir. Bu itibarla, ben de bu kadar bilgiyle yetinmek istiyorum.)

11. yüzyılda Ürgüp, Selçukluların önemli kentleri olan Konya ve Niğde'ye giden yolların üzerinde önemli bir kale konumundadır. Bu döneme ait iki yapı kentin merkezindeki Altıkapılı ve Temenni Tepesi Türbeleridir. Bir anne ve kızına ait olan Altıkapılı Türbesi, adından da anlaşılacağı üzere, altı cepheli, her cephesinde kemerli pencere olup üstü açıktır. Temenni Tepesi'nde de, kime ait olduğu bilinmeyen iki türbe mevcuttur.

Ürgüp, Osmanlı döneminde de önemli bir kenttir. Şemsettin Sami 1888-1900 yıllarında yazdığı Kamus-ül Alam adlı kitabında Ürgüp'te 70 cami, 5 kilise ve 11 kütüphane olduğunu belirtir. Ancak, 1515 yılında Osmanlı topraklarına katılan Ürgüp, 18 yüzyılda Sadrazam Nevşehir'li Damat İbrahim Paşa'nın kadılık makamını Muşkara'ya (Nevşehir) taşıması sonucu eski önemini yitirir. Buna tepki gösteren Ürgüp halkının gönlünü almak isteyen Sadrazam, Ürgüp'ün içine künklerle (çamurdan pişirilerek yapılmış boru) su hattı döşetir.

Kapadokya

Kapadokya Genel Tarihçe
Erozyonun oluşturduğu Peri Bacaları ve inanılmaz görüntülerle herkesi şaşırtan vadileri, insanların inanç uğruna oyarak inşa ettikleri ve günümüze kadar canlılığını koruyabilmiş freskleriyle kaya kiliseleri, canlarını kurtarabilmek amacıyla yerin metrelerce altını -kimi zaman sekiz kat- oyarak yeraltı yerleşim yerleri bugünkü Kapadokya'yı meydana getirir. İnsan ve doğa el ele vermiş ve dünyanın harikalarından birini ortaya çıkarmıştır.

Roma İmparatorluğu döneminde yaşamış olan Strabon, Geographika adıyla yazmış olduğu kitabında Kapadokya'yı, doğuda Malatya, batıda Aksaray, güneyde Toros Dağları ve kuzeyde Doğu Karadeniz'e kadar uzanan b ir bölge olarak sınırlandırır. Bugün ise Kapadokya eşittir peribacaları, kaya kiliseleri, yeraltı şehirleri olduğu için bugünkü Kapadokya, bu oluşumların en yoğun olduğu Avanos, Ürgüp, Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Gülşehir, Derinkuyu ile Aksaray yakınındaki Ihlara vadisi akla gelmektedir.

Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumu Erciyes, Hasan, Melendiz, Göllüdağ ile daha birçok küçük volkanik dağların, Üst Miyosen çağda patlamaları ile başlamıştır. Bölgeye yayılan lavlar, göller, akarsular üzerinde 100-150 metreyi bulan değişik sertlikte tüf tabakasından oluşan yüksek bir plato meydana getirmişlerdir. Zamanla bu platonun, erozyonun etkisiyle inanılmaz derecede aşınması sonucu bugünkü vadiler ortaya çıkmış, peri bacası adı verilen üzerinde daha sert ve geniş bir kaya tabakasının bulunduğu konik şekiller oluşmuştur. Dünyanın birkaç bölgesinde de görülen Peri Bacaları, hiçbir yerde Kapadokya'da olduğu kadar yoğun bir şekilde bulunmamaktadır. Tabiatın bu cömertliğinden yararlanan insanoğlu ise, oyulmaya çok elverişli olan bu kalın kaya kütlesini oyarak, günün şartlarına göre evler, manastırlar, kiliseler ve yeraltı sığınakları yapmışlardır. Özellikle Hıristiyanlığın Anadolu'da yayılmaya başlamasıyla birlikte, Kapadokya'nın jeolojik yapısının verdiği bu avantajla manastır ve kilise sayısı binlerle ifade edilen sayıya ulaşmış ve Hıristiyan keşişlerin merkezi durumuna gelmiştir.

M.Ö. 2000'lerden başlayarak Hititler bölgeye yerleşmiş ve yerli halkla kaynaşarak Büyük Hitit İmparatorluğunu kurmuşlardır. Bu dönemde Kayseri yakınlarında bulunan Kültepe (Neşa,Kaniş) Asur Ticaret Kolonilerinin önemli bir ticaret merkezi durumundadır. M.Ö. 1200'lere kadar hüküm süren Hitit İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Geç Hitit Devletleri kurulmuştur. Friglerin, Geç Hitit Devlerine son vermesinden sonra Kimmerlerin, Medlerin ve M.Ö. 547'den itibaren ise Perslerin hakimiyetinde kalmıştır. Persler Anadolu'yu Satraplık adı verilen bölgelere ayırarak yönetirler. Bu bölgelerden biri olan bugünkü Kapadokya bölgesine ise Pers dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelen Katpatuka adını verirler.

Pers İmparatorluğu'nu yıkan Büyük İskender Katpatuka'da beklemediği bir direnişle karşılaşır. Bunun üzerine, komutanlarından biri olan Sabistas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirir. Buna karşı çıkan halk bir Pers asilzadesi olan I. Ariarathes'i (M.Ö. 332-352) kral ilan eder. Büyük İskender ile iyi ilişkiler kuran I. Ariarathes, Kapadokya Krallığının sınırlarını da genişletir. Büyük İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, yeniden bir savaş dönemine girer ve Pontus, Galat, Makedonya ve Romalılarla mücadele eder. M.S. 17 yılında Tiberius Roma İmparatorluğuna bağlayarak eyalet haline getirir. Batıya açılan yeni yolların yapılması, eyaletin merkezi durumundaki Kayseri'nin önemini artırmış, ticaretin Asur Ticaret Kolonilerindeki parlak dönemindeki canlılığına kavuşmuştur. Daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasanilerin akınlarından korunmak için şehrin etrafı surlarla çevrilmiştir. Hıristiyanlığın yayılması sırasında, Kapadokya bölgesi bu bakımdan da önemini artırmış ve Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilince Kayseri Başpiskoposluk merkezi haline gelmiştir. IV. Yüzyılda Başpiskopos olan Aziz I. Basilius'un büyük çabalarıyla Hıristiyanlık bölgeye yerleşmiş ve kayalar içinde mistik bir manastır hayatı başlamıştır.

Roma İmparatorluğu M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca, Kapadokya doğal olarak Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde kalır. VII. Yüzyıl başlarında Bizanslılarla Sasaniler arasında yoğun savaşlar meydana gelmiş ve Sasaniler 6-7 yıl bölgeyi ellerinde tutmuşlardır. M.S. 651 yılında, Halife Osman Sasani Devletini yıktıktan sonra, Arap-Emevi akınlarına maruz kalır Kapadokya halkı. Bu karışıklık sırasında, bir süredir devam eden hıristiyan mezhep çatışmaları, özellikle İmparator III. Leon'un ikonaları yasaklamasıyla, doruk noktasına ulaşır ve İkonaklazm (726-843) denilen dönem başlar. İkonaklastik dönemde Kapadokya'ya büyük bir göç yaşanmış, ikona taraftarı olan Hıristiyanlar bölgeye gelip kayalara oyulmuş manastırlarda gizlenerek ibadetlerine ve faaliyetlerine devam etmişlerdir.

1082 yılında Kayseri'nin Selçuklular tarafından fethedilmesini müteakip Kapadokya halkı huzurlu bir döneme girer. Selçuklu hakimiyetindeki Hıristiyanlar serbestçe ibadetlerini yaparlar ve kiliselerini inşa ederler. Ancak, 1308 yılında Moğol kökenli İlhanlılar Kayseri'yi ele geçirip, şehri yakıp yıkarlar. Bu durum çok sürmez ve Osmanlılar döneminde bölge artık rahat ve huzura kavuşur.


Olimpos - Çıralı - Yanartaş

ÇIRALI - OLİMPOS- YANARTAŞ

http://img88.imageshack.us/img88/7627/042ct1.jpg

Dünyanın en iyi plajlarından biri olan Olimpos sahili geniş ve uzun kumsalı, fıstık çamları, okaliptus ağaçları gölgesinde ekonomik tatil imkanı doğa ile başbaşa tatil imkanı veriyor...

Son yılların moda tatil yerinin lacivert berrak denizi bir yana, mitolojik hikayeleri ile Yanartaş, Olimpos antik kent kalıntıları, Ulupınar mesire yeri, çevre gezilerine meraklı olanlara sunduğu zengin ve alternatifli seçenekleri cazibesini daha da artırıyor.

Çıralı, gezginlerin yakın zamandaki keşiflerinden biri, ekonomik bütçe ile tatil yapmak isteyenlerin birinci tercihi. Köyde mütevazi pansiyonlar, ağaç evler, kamp olanakları elverişli olunca her yıl biraz daha gelişme gösteriyor. Marketler, barlar, kır lokantaları kumsal çardak barları, fast-food kafeler hızla açılıyor. Ayrıca kasap ve eczane Çıralıyı tercih edenlere hizmet veriyor. Sırtını Akdeniz'in manzarası doyulmaz güzellikteki Toros Dağlarına dayamış.

Mitolojik öyküye sahip Olimpos, yöreyi kışın bile tatil yapılabilir şekilde koruyor. Musa Dağı ve Tahtalı Dağı en yakın görüş alanınız içinde göz okşayan siluetler sergiliyor.
Anıtlaşmış biçimleri ile çınar ağaçları, Akdeniz'e özgü fıstık çamları, makiler, okaliptuslar teneffüs etmesi hoş kokulu bitki dokusunu oluşturuyor.

Karaburun'dan başlayıp Olimpos'ta sona eren 3 km uzunluğundaki kumsal özgür biçimde denizden ve plajdan ücretsiz yararlanma imkanı sağlıyor.(Olimpos antik kent girişi ücretli) İsteyenler antik kent içinden geçerek denize ulaşan deltada denize giriyor, isteyenler kendilerini güneşe teslim edip kumsalın her hangi bir yerini tercih ediyorlar. Bir başka seçenek ise Çıralı Köyü sahiline günübirlik giriş ücreti ödeyip, araçları park ederek denizden yararlanmak.

Birinci seçenekte bir avantaj derenin denize dökülmesi, zira denizde yüzüp Akdeniz'in binde 28 ya varan tuz oranı nedeniyle kavrulanlar, akabinde dağlardan gelen tertemiz kaynak sularla beslenen dereye girerek bir ölçüde duş yapar gibi tuzlu sudan arınıyorlar. Haliyle zakkumlarla bezeli sık bitki dokusu içinde antik kent duvarları ve kalıntıları seyrederek yüzmek isteyenlerle bu bölge, bilhassa hafta sonları daha fazla ilgi görüyor. Olimposta deniz dibinde de devam eden kumsal iklim ve alışkanlıklar nedeniyle Caretta caretta kaplumbağaların yumurta bırakmaya geldikleri sahillerden biri. Bu nedenle sahilde ateş yakmak yasak. Birkaç çardaklı kır lokantası haricinde bakirliğini sürdüren kumsalda kaplumbağa yumurta yuvaları metal kafeslerle belirlenip korunuyor.

Işıklı büyük tesis ve çevre aydınlatmak için güçlü ışıklar olmayınca gece her yerden daha fazla yıldız görebiliyorsunuz, sessizlik alabildiğine fazla. Buna rağmen Ağustos böceği kuş korosu, uçan kuşların kanat sesleri gün içersinde sıkça duyulan ses efektleri olarak kentte olmadığınız konusunda ikna edici oluyor. Gün doğumu ise başlı başına bir şölen, seremoni, hatta doğum. Bu sahillerde coğrafi konum gereği güneş denizden doğuyor, dağların arkasında akşam üzeri kaybolurken batışını gören olmuyor. Stresten uzak ortamda tatil yapanlar, hemen hemen her yerde rastladıkları limon, portakal bahçeleri veya ağaçlı bölgelerde gövdelere kurulu hamaklarda yorgunluk atıyorlar. Yılın yorgunluğunu hamak keyfi ile atanlar nedeniyle yaz aylarında en çok satılan piknik malzemesi sıralamasında hamaklar ilk sırayı kapıyorlar. Hamak keyfine bir başka alternatif ise su kenarı veya ağaç gölgeli alanlarda yapılan ağaç sedirler, köşkler, taraçalar, halılar, kilimler ile kaplanıp yastıklarla oda rahatlığı sunuluyor. Buralara yerleşenler kısa süre sonra yıl boyunca TV de seyredip, basında okudukları sinir bozucu olayları unutup, temiz havaya teslim olarak gündüz gözü uyuma moduna geçiyorlar.

Çevrede ne var ne yok ?
Çevre gezilerine meraklı olanlar için Çıralıya komşu yakın koylar bulunuyor. Bunlar arasında Porto Ceneviz ve Sazak koyları en çok gidilenler arasında yer alıyor. Olimpos sahilinden 10.00 - 10.30 saatlerinde kalkan kişi başı 20 milyon TL ücretli tekne turları ile gün boyu gezenler, sahillerde yüzüp doğa yürüyüşleri yapanlar, vücutlarında biriken toksinlerden kurtulup teknede verilen balık veya kanat, makarna, salata, karpuzdan oluşan tekne mönüsünü büyük iştahla yiyorlar. Dönüş ise 17.30 da yapılıyor.

Doğa yürüyüşlerine meraklı olanlar için iki seçenek bulunuyor. Birincisi Likya Yolu devamı olan 25 km lik Tekirovaya kadar uzanan araçlarında geçebileceği ağaçlı toprak parkur. İkinci alternatifte ise Çıralı sahiline 3 km kala araçlar park edilip dere atlanıyor, çam ve çınar ağaçları gölgeli orman içinde iki saatlik yürüyüş bu alanda yapılabiliyor. Bir çeşit saklıkent görünümlü güzergah içinde Ulupınardan gelen dere suyunun oluşturduğu küçük gölcüklerde yüzme imkanı da bulunuyor. Yola biraz daha devam edenler Antalya'nın buzdolabı sayılan Ulupınar Değirmen Restorana geliyorlar.
Çıralıda gölgede 40 dereceyi bulan sıcaklara tezat Ulupınarda sıcaklık 25 derece oluyor bu nedenle Antalya'nın en soğuk yeri olarak bilinen doğal klimalı Değirmen Restorana gelenler yanlarına uzun kollu giyecekler alıyorlar.(Abartmıyorum, lokantanın battaniye servisi de var.) Kulakları sağır eden bir su sesi, ne yalan söyleyeyim kuş sesini bastırıyor, yine de ardıç kuşları seslerini duyurmak için avazları çıktığı kadar ötüyorlar. Dağlardan aşağı inen içilebilir lezzete, biraz kireçli pınar suları yanınızdan koşarcasına akıp ilerlerde antik köprü civarında bir yerlerde yer altına girip kayboluyor. Ağaç köşk ve sedirlere yerleşenler keyif düşkünü Romalıları çatlatırcasına yemeklerini yiyorlar. Rehavet çökenler ise bir de güzellik uykusu çekiyorlar.

Tereyağında alabalık, ızgarada çipura, levrek veya et ızgara yiyenlerin yanı sıra, uzun sürede yendiği ve soğumaması için altında ateşle gelen çoban kavurma da tercih edilen yemekler arasında yer alıyor. Yörük kökenli bir ailenin kurduğu işletme olan Değirmen restoranda öyle özel bir spesiyalite yemek yok, başınızda bekleyen garson yok, niye uyuyorsun, kalk git artık gibi bakan da yok, hepsi saygılı, hizmette pervane oluyorlar, herkes kendi halinde kimi sevgilisi, kimi çoluk çocuk ailece ağaç gölgesi, serin hava, su sesi, temiz havanın keyfini çıkartıyor. Yandaki köşke göz ucuyla bakıyorum anne, baba bebeğiyle oynuyor, hayatın renkleri, herkesin yüzünde mutluluk ifadesi var. Bir patates tava, bir gözleme, bir salata, bir bira, acıktıkça siparişleri yeniliyorsunuz. Masalar da var ama, yer sofrasında yemek yiyenler bir süre sonra mideleri katlanıp şişiyor, sırt üstü tuş oluyorlar!. Fiyatları merak edenlere bir örnek vereyim. Çipura ızgara, limonlu çoban salata, soğuk iki bira, ketçaplı bir patates tava, su, ekmek, hesap gelirken bir de çay, 13.500 TL, kısacası 15 milyon verip çıkıyorsunuz. (Temmuz. 2003 itibariyle - Fiyatlar bugün nasıldır bilemiyoruz maalesef)

Çıralıda tatil yapanların bir bölümü ise Kadir'in Yeri olarak bilinen ağaç evlere gidiyorlar. Burada son yılların gözde mekanlarından "Öküz Bar" ise, sabaha kadar ateş etrafında dans edip kızılderili gibi zıplayıp, dönenlerle dolup taşıyor.

Şimdi de Çıralıya üç buçuk km uzaklıkta bir başka alevli gezi yerine uzanıyoruz.

Yanartaş
Toprak altından çıkan gazların yanmasıyla burada çeşitli yerlerde devamlı alev görülür.
Efsaneye göre bu, Belerefon tarafından öldürülen Kimera adlı canavarın dilidir. Anlatılanlara göre: Bir zamanlar Belerefon adlı yakışıklı bir delikanlı vardı. En büyük isteği Pegasus denen kanatlı ata binmekti. Ancak çok zordu bu ata binebilmek. Pegasus'u ne yapıp yapıp ele geçirmek isteyen delikanlı uğraşır, didinir, sonunda karşısına çıkan iyi yürekli bir yaşlının öğüdü ile Athena'nın Tapınağında bir gece uyur ve rüyasında tanrıçadan bir gem alır. Uyandıktan sonra atı arar, bulur ve altın gemi takarak üstüne atlar. Böylece gökler hakimi olur. Bir gün kaza ile kardeşini öldüren Belerefon çok üzülerek gurbete çıkar. Bir çok serüvenden sonra baş tarafı arslan, ortası keçi, kuyruğuda yılan olup ağızından alevler saçan Kimera canavarı ile karşılaşmak zorunda kalır. Yayını ve oklarını alarak uçan atına atlar, Kimera'nın bulunduğu yere gelir. Canavar üstünde uçan Belerefon ve Pegasus'a bir şey yapamaz. Delikanlıda onu oklayarak öldürür. Fakat canavarın ağızından çıkan alevi söndüremez. İşte bu alev yıllardan beri dağın yamacında hala yanmaktadır. Homer ve diğer ozanların eserlerinde sözünü ettikleri alev bu efsanedeki alevdir...

Hikaye böyle, tepeye çıkmak ise biraz zahmetli aracı bıraktığınız yerden itibaren taşlarla işaretlenmiş dar patikadan yarım saatlik bir yürüyüşle bahsi geçen bölgeye ulaşıyorsunuz Yazın Beyoğlu Caddesi gibi kalabalık olan yolu akşam serinliğinde çıkanlar olduğu gibi, aynı yere mehtaplı gecelerde çıkıp, çeşitli yerlerde yanan ateşi ay ışığı karanlıkta ayin gibi bir şölen seyredenlerde oluyor. (Yıllar önce büyük bir alevle karşılaşmayacağımı bildiğimden fotoğraf çekerken alev çok görünsün diye birazcık şişe içinde gaz götürmüş alev içine dökmüştüm.)

Bir başka gezi yeri Phaselis antik kenti. Tarihte çevresinde bulunan çiçeklerin yoğun kokusu nedeniyle Parfüm Deposu olarak anılan Phaselis Roma İmparatoru Hadrianus'un kış aylarında tatil yeri olarak zamanını geçirdiği yer olarak da biliniyor. Bir liman kenti olan Phaselis Çıralı'nın doğusunda 20 dakikalık uzaklıkta yer alırken karadan ve denizden gelenlerle en fazla rağbet gören günü birlik mesire yeri olarak ziyaret ediliyor. (Giriş için ücret ödeniyor).Çıralının batısında yine 20 dakikada ulaşılan bir başka gezi yeri ise Adrasan (Çavuşköy) bulunuyor. Kendine has özelliklere sahip Adrasan Çıralı da tatil yapıp gezmeyi sevenlere bir başka seçenek oluyor.

NE YENİR?
Olimpos sahilinde ve Çıralı yerleşim merkezinde sahil lokantaları, çardaklar, bahçeli fast-food türü cafeler hizmet veriyor. Menide balık tercih edenler Sahil Restoran'ın manzara farkını da ödüyorlar. Ulupınar'da yemek yiyenler ızgaralar, meze ve salatalar, gözlemeler ve kavun dondurması yiyebiliyor. Piknik imkanı olanlar soğuk sulara bıraktıkları kısa sürede doğal soğukluğa kavuşmuş olarak tüketiyorlar. Hobbit Evi'nde yemek yemek isteyenler otelde kalmasalar bile restoranda önceden verdikleri siparişleri hazırlatabiliyorlar. Restoran deniz ürünleri, alabalık, güveçte kalamar yahnisi, et çeşitleri, zeytinyağlıları ile tercih ediliyor. Tüm yemekler Kumluca'da kurulan renkli köy pazarındaki yöresel ürünlerden hazırlanıyor.


13 Şubat 2012 Pazartesi

Paris

L'Ile de la Cité, la Seine et Notre-Dame de Paris

Alanya

Alanya, geniş plajları, tarihi eserleri, modern otel ve motellerin sayısız balık lokantaları, kafe ve barlarıyla mükemmel bir tatil merkezidir. Gelenleri ilk karşılayan, Alanya Yarımadası'nın üzerinde bir taç gibi kurulmuş olan ve 13. yüzyıldan kalma şahane Selçuklu Kalesidir. Etkileyici kalenin yanı sıra eşi benzeri olmayan tersanesi ve anıtsal güzellikteki sekizgen Kızıl Kule görülmeye değerdir.

Limanı çevreleyen kafeler ve barlar akşam saatlerinde liman yolu boyunca el sanatları, deri, giysi, mücevherat, el çantaları ve yöreye özgü ilginç renklere bezeli su kabaklarının satıldığı butikler yer alır. Eğer mağaraları keşfetmekten hoşlanıyorsanız Damlataş Mağarası'nı gezmeniz gerekir. Mağara yakınında Etnografya Müzesi yer almaktadır. Tekneyle üç deniz mağarasına ulaşabilirsiniz: fosforlu kayalarıyla Fosforlu Mağara, korsanların kadın esirleri tuttukları Kızlar Mağarası ve Aşıklar Mağarası.

Alanya'nın 15 km. doğusunda yer alan Dim Çağı Vadisi gölgelerin serinliğinde dinlenmek için ideal bir yerdir. Tüm sahillerinden denize girilebilen Alanya tam bir güneş, deniz, kum cennetidir.


Tarihçe: Alanya bazen Kilikya bazen de Pamfilya topraklarından sayılmıştır. Daha sonra sırasıyla Hititler, Yunanlılar, Romalılar bölgeye egemen olmuşlardır. Çeşitli istilalar ve savaşlarla harap olan kent Romalılarca yeniden inşa edilir. Bizanslılar döneminde ise Alanya' ya ''Güzel Dağ'' anlamına gelen Kolonoros adı verilir. 13. yy. da Selçuklu Hükümdarlarından I. Alahaddin ***kubat kenti alarak adını Alaiye olarak değiştirir. 13. yy. ortalarında Karamanlıların eline geçen Alanya 1471 yılında Osmanlı topraklarına katılır.

İklim: Alanya' da tipik Akdeniz iklimi hüküm sürmektedir. Kışları yağışlı ve nemli, yazlar kurak ve sıcaktır. Yıllık ortalama hava sıcaklığı 19ºC'dir. Deniz suyu sıcaklığı 21ºC'dir.

Arkeoloji Müzesi : Arkeolojik ve etnografik eserlerin korunup ve sergilendiği bölümlerden oluşan müzedeki en eskieser Alanya çevresinde bulunan ve İ.Ö. 625 yılına tarihlenen Fenike dilindeki yazıtdır. Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemine ait bronz, mermer, pişmiş toprak, cam ve mozaik buluntular ile Karamanlıca dilindeki bir yazıt ve Arkaik, (İ.Ö.7-5.yy) Klasik, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemine ait sikkeler arkeoloji ****iyonunda yeralmaktadır. İkinci bölüm olan Etnografya ****iyonunda ise, Türk İslâm eserleri ve dönemin İlköğretim Müdürlüğü'nden devredilen eserler ile Alanya çevresinden derlenen ve bölgenin etnografik özelliklerini yansıtan, yörük kilimleri, alaçuvallar, heybeler, giysiler, işleme örnekleri, silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı takımları gibi objeler ile bir Alanya evine ait günlük oda bölümü oluşturularak sergilenmektedir.

Kızılkule Etnografya Müzesi : Askerî amaçla ve limanı kontrol altında tutmak için 1226 yılında yapılmış olan bu anıtsal yapı, Selçuklu sanatının eşsiz örneklerinden olup; Alanya'nın simgesi durumundadır. 1951-1953 yıllarında onarıldıktan sonra 1979'da yapının giriş katında Alanya yöresine özgü, halı, kilim, giysi, mutfak gereçleri, silahlar, tartı aletleri, aydınlatma aletleri, dokuma tezgâhı ve yörük kültürünü yansıtan çadır gibi etnografik nitelikte eserler sergilenerek, yapıya etnografya müzesi işlevi kazandırılmıştır.

Alanya Kalesi: Alanya Kalesi zamanımıza kadar korunan tek Selçuklu kalesidir. 1225 yılında Roma Kale kalıntılarının yerine Selçuklu Sultanı Alaaddin ***kubat tarafından yeni bir kale yaptırılmıştır. 83 kule ve 140 burca sahip , üç sıra surlarla çevrili olan kale bütün olarak iç ve dış kale bölümlerinden oluşur. Aya Yorgi Kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri ve zindandan oluşan kale bir tarih hazinesidir.


Kızıl Kule: Adını alt ve üst kısımlardaki kesme taşlardan alan Kızıl Kule 1226 yılında yapılmıştır. Bugün bile sapasağlam ayakta duran kulenin doğu cephesi ile batı cephesi arasındaki oturduğu yerin konumu nedeniyle, 2m.lik bir yükseklik farkı vardır. Sekizgen şeklindeki kule beş katlıdır. Zemin katın ortasından yukarı doğru, beşinci kata kadar yükselen bir bölüm bulunmaktadır. Su sarnıcı görevini üstlenen bu bölüm kulenin omurgası durumundadır. Zemin kat etnografik müze olarak hizmet vermektedir

Antik Kentler

Leartis-Learti (Mahmutlar Harabeleri):
Büyük ören yada büyük kilise diye de adlandırılan bu yer ilçenin kıyı boylarındaki irili ufaklı tepelerin yamaçlarında kurulmuştur. İlçe merkezine 22 km. uzaklıktaki kentte kiliseler, hamamlar, sarnıçlar, iskan merkezleri, küçük bir stadyum tiyatro, sütunlu caddeler ve tapınakar mevcuttur.

Syedra Harabeleri: Syedra Kenti M.Ö. 3. yy. da, bugünkü Kargacı ve Seki köylerinin sınır oluşturduğu bir tepede kurulmuştur. Tepe üstündeki bölümün kentin merkezi olduğu bilinen Syedra ve yöresinde bulunan kitabelerden kentin Roma kalıntısı olduğu anlaşılmaktadır. Kentin anıtsal giriş kapısının lentosu hala sağlamdır. Sütunlu caddenin iki yanında, çeşitli amaçlarla yapılmış tarihi eserler ve mozaikler görülür. Şehrin içinde muhtemelen su deposu olarak kullanılmış üç havuz vardır.

Lotape (Aytap) Liman Kenti: Aytap Alanya'nın 30 km. doğusundadır. Bugünkü Akdeniz kıyı yolu bu Roma kentinin ortasından geçmektedir. Kral Antichus'un karısı Iotape'ın anısına kente bu adı verdiği bilinmektedir. Kentin 50-100 m. boyutlarında bir limanı vardır. Yarımada şeklinde oldukça yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş kalesine oldukça zor çıkılmasına karşın görülen manzara tüm yorgunlukları unutturacak güzelliktedir. Iotape kentinin antik caddesi, hamamı, kilisesi, nekropol ve akropolü çevrede bulunan değer antik kentler içinde en iyi ayakta kalanlarıdır. Tek odalı, üstü kapalı mezar odaları da kentin antik kalıntıları içindedir.

Selçuklu Tersanesi: 1228 yılında yaptırılan tersane 56,5 m. uzunluğunda , 44 m. derinliğinde ve 5 gözlüdür. Tersane güneyden gelebilecek tehlikelere karşı, iki katlı, iki odalı bir kule ile güçlendirilmiştir.

Camiler

Süleymaniye (Kale) Cami:
Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyan caminin 16. yy. da bir Selçuklu tapınağının üzerine inşa edildiği bilinmektedir. Kapı ve pencerelerdeki ağaç bölümler Osmanlı ağaç işlemeciliğinin en güzel örneklerindendir.

Emir Bedrüddin Cami: Günümüzde Andızlı Cami olarak bilinen cami adını hemen yanındaki andız ağacından almıştır. 1227 yılında Emir Bedrüddin tarafından yaptırılan caminin yanında kesme taşlardan yapılma çok yüksek olmayan minaresi yer alır. Minberi oymacılık sanatının en güzel örneklerindendir.

Akşebe Sultan Mescidi: Akşaba Sultan Alanya kalesinin ilk kumandanlarındandır. Mescit kendisi tarafından 1230 yılında yaptırılmıştır. Batısında kendine özgü mimarisi olan bir minare vardır.

Kervansaraylar

Alara Han: Alanya-Manavgat sınırını oluşturan Alara Çayı'nın denizden 9 km. kuzey yönünde inşa edilmiştir. Alanya' ya 35 km. uzakta olan Alara Kervansarayı 1232 yılında Sultan Alaaddin ***kubat tarafından 2000 m² lik bir alanda tamamen kesme taşlardan yapılmıştır. Nöbetçi Kulübesi, bugün bile tüm özelliğini koruyan çeşmesi, mescidi ve hamamı ile görülmeye değer bir eserdir.

Şarapsa Kervansarayı: Alanya - Antalya asfaltının 15. km. sinde yolun üst kısmındaki yaklaşık 850 m² lik bir alan üzerinde, Sultan Alaaddin ***kubat'ın oğlu II. Gıyaseddin ***hüsrev tarafından 1236 - 1246 yılları arasında yaptırılmıştır.

Mağaralar

Damlataş Mağarası
Büyük Dipsiz Mağarası
Çimeniçi Mağarası
Dim Mağarası
Beldibi Mağarası
Derya Mağarası


Diğer Önemli Mağaralar

Hasbahçe Mağarası: İlçenin Küçük Hasbahçe mahallesi iniş dibi mevkiinde, kente 4 km. uzaklıktadır. Damlataş Mağarasından birkaç misli büyük olan mağarada derinlemesine bir araştırma yapılmadığı için fazla bir bilgi yoktur.

Kadı İni Mağarası: İlçe merkezinin 15 km. kadar kuzeydoğu istikametinde, Çatak mevki denilen yerde bulunmaktadır. Çevrede bulunan piknik yerleri yöreye ayrı bir canlılık vermektedir.

Korsanlar Mağarası: Korsanlar Mağarası eskiden etrafa korku saçan korsanların soygunlardan elde ettikleri malları depoladıkları ve kaçırdıkları kızları tuttukları yer olarak ün salmıştır. Mağara tahminen 10 m. genişliğinde 5-6 m yüksekliğinde olan ağız kısmı teknelerin rahatlıkla içeri girmesine olanak sağlar. İçeride cami kubbesi gibi insanın üzerini örten rengarenk taşları ve kuzeye uzanan karanlığı görmek mümkündür.

Aşıklar Mağarası: Aşıklar Mağarasının kapısı deniz yüzeyinden iki metre yükseklikte ve insanın girebileceği büyüklüktedir. Bu kapı sarkıt, dikit ve sütunlarla süslenmiştir.

Fosforlu Mağara: Korsanlar Mağarasına benzer bir görünüme sahip olan Fosforlu Mağaranın kapısı teknenin içeri girmesine olanak sağlayacak büyüklüktedir. Deniz dibinde oluşan renkler görülmeye değer.

Plajlar

Çoğu tatil yörelerinden farklı olarak, Alanya'nın merkezinde de plajlar bulunmaktadır. Alanya'nın 15 km. doğusunda yer alan Dim Çağı Vadisi gölgelerin serinliğinde dinlenmek içim ideal bir yerdir. Alanya'nın yaklaşık 25 km. batısında yer alan Avsallar kumsalları ile güzel bir tatil merkezidir. Alanya'dan doğuya, Gazipaşa'ya doğru gidilecek olursanız karşınıza mükemmel kumsallar çıkacaktır. Tarihi bir liman olan Alanya'nın 30 km. doğusundaki Aytap, Roma kalıntıları korunmuş plaj ve koyları önemli bir gezi noktasıdır.

Sportif Etkinlikler

Rafting: Bölgede rafting sporuna en elverişli nehir, ilçenin 6 km. doğusunda denize dökülen Dimçay nehridir. Bu nehir üzerinde bulunan, Alanya'nın 20 km. kuzeydoğusundaki "Alraft Tesisleri"nde bu sporu yapmak mümkündür. Dağ Sporları: İlçede son zamanlarda trekking ve amatör dağcılığa elverişli olan, başta Akdağ (2451 m.) ve Cebelireis Dağı (1649 m.) olmak üzere gelişme göstermeye başlamıştır. Akdağ, bu amaca uygun olarak Turizm Bakanlığınca Kış Sporları Turizm Merkezi ilan edilmiştir.

Alanya Triatlonu: Her yıl Ekim ayı içinde düzenlenen, uluslar arası düzeydeki bu sportif etkinlikler 1991 yılında başlamıştır. Eurosport TV tarafından dünyaya yayınlanmakta olan bu etkinlik yüzme, bisiklet, koşu şeklinde ara verilmeden yapılır.

Avcılık: Bölge iklimi, coğrafyası ve bitki örtüsü nedeniyle önemli ölçüde av hayvanları potansiyeline sahiptir. Sayısı oldukça azalan geyiğin korunması amacı ile avlanması yasaklanmış olup yaban keçilerinin avı ise kontrollü bir şekilde yapılmaktadır.Alanya sınırları içinde hemen her türlü balığı tutmak mümkündür.

Kamping: Alanya ve çevresinde pek çok Kamping ve Oto karavan ile kamp yapma olanağı bulunmaktadır.

Amasya Tanıtım ve Resimleri







 
 Amasya denildiğinde ilk aklımda gelen çok eski tarihten kalan ve hala aktif çalışan su kanallarının olmasıdır. Anadolu Su Medeniyeti isimli belgeselde izleyebilirsiniz. Gerçekten çok etkileyecidir.

COĞRAFİ YAPI
Amasya,Orta Karadeniz Bölümünün iç kesiminde 35° 00’ ve 36° 30’ Doğu Boylamları, 40° 15’ ve 41° 03’ Kuzey Enlemleri arasında yer alır.

Doğu'da Tokat İli'nin Erbaa İlçesi ve Yozgat İli; Kuzey'de Samsun İli'nin Çarşamba, Ladik, Havza ve Vezirköprü İlçeleri; batıda Çorum İli'nin Osmancık, İskilip ve Mecitözü İlçeleri; güney'de Tokat İli'nin Zile ve Turhal İlçeleri ile çevrilidir.

YÜZÖLÇÜMÜ :5.690 km2 >
RAKIM : 412 m.
OVALAR
OVA'NIN ADI YERİ YÜZÖLÇÜMÜ (Km 2)
GELDİNGEN
SULUOVA
MERZİFON
GÜMÜŞHACIKÖY MERKEZ
SULUOVA
MERZİFON
GÜMÜŞHACIKÖY 484
400
311
54


AKARSULAR
AKARSU'NUN ADI İL SINIRLARI İÇİNDEKİ UZUNLUĞU (Km 2) DEBİSİ(M3/Sn)
YEŞİLIRMAK
TERSAKAN
ÇEKEREK
DELİÇAY 140
37
45
46 151.4
6.92
25.6
1.15


GÖLLER
İl'in tek Doğal Gölü,Taşova İlçesi sınırlar ıiçindek Borabay Gölü'dür. Gölü çevreleyen Orman,-çevreye,apayrı bir güzellik ve görünüm verir.





JEOLOJİK YAPI
Amasya İli arazisi Palaeozoik ve kısmen Mezozoik temel üzerinde yayılan daha genç formasyonlardan meydana gelmiştir. Zemin yapısı, Kalker yeşil kayalar ve yamaç molozları ile alüvyondan oluşmuştur.

Samsun çıkışı, Tersakan'ın doğu ve batısı ile Tokat çıkışında, zemin yapısı, Kireç Taşı'dır. Yapı'nın diğer bir özelliği de, Kalker Arazisi'nin geniş yer tutmasıdır.

JEOMORFOLOJİK ÖZELLİKLER:
Amasya ve çevresinin genel görünümünde,dağlar ve dağları derin bir şekilde yaran vadiler dikkati çeker.İl topraklarını bir uç'tan bir uca geçen Yeşilırmak Vadisi ve kolları boyunca,ovalar ve darboğazlar yer almaktadır.




İKLİM
Amasya,bulunduğu konum itibariyle bir geçiş iklimine sahiptir.

YILLIK ORTALAMA SICAKLIK :13.3 C
YILLIK ORTALAMA YAĞIŞ MİKTARI : 451.1 mm. >
ORTALAMA YAĞIŞLI GÜN SAYISI :104 >
ORTALAMA AKTÜEL BASINÇ : 967.6 milibar


İL VE ÇEVRESİNİN COĞRAFİ DURUMU


Coğrafi Konum:
Karadeniz Bölgesi'nin Orta Karadeniz Bölümü ve Ülke toplam alanının % 07'sini kaplayan Amasya, 35°00', 36°30' doğu boylamları, 40 °15', 41°03' kuzey enlemleri arasında kalan 5690 km2'lik bir alana sahiptir. Doğuda Tokat, güneyde Tokat ve Yozgat, batıda Çorum, Kuzeyde Samsun illeriyle çevrilidir. İl'de merkez ile birlikte 6 ilçe, 22 belde ve 348 köy bulunmaktadır. 2000 Genel Nüfus Sayımına göre Amasya'nın toplam nüfusu 365 231,il merkezi ise 74.394'dür. Nüfus yoğunluğu km2'ye 64.18 kişidir. İl merkezinde rakım 411.69 metredir.

FİZİKSEL ÖZELLİKLER:
1- Yerşekilleri: İl'in yüzölçümü 5690 km2'dir. Ortalama rakamı 592 metredir. Başlıca dağlarının yüksekliği; Akdağ 2062m. Tavşan Dağı 1200m., İngöl Dağı 1884 m., Kosacık Tepesi 1200m. Kırklar Dağı 1910m., Karaman ve Lokman Dağı 800m., Ferhat Dağı 780m., 'dir.

2- Ovalar: Amasya, Yeşilırmak kolları, sulama amaçlı gölet ve barajları ile sulanan verimli ovalara sahiptir. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
Geldingen 484 km2 470 m. Yüksekliğindedir.
Suluova 400 km2 151 m. Yüksekliğindedir.
Merzifon 311 km2 755 m. Yüksekliğindedir.
Gümüşhacıköy 54 km2 760 m. Yüksekliğindedir.

3- Akarsular: Amasya'nın en önemli akarsuyu Yeşilırmak'tır. Sivas'ın Köse Dağı'ndan doğar, İl arazisine güneyden girerek Kayabaşı mevkiinden 256 km. uzunluğundaki Yozgat topraklarından doğan Çekerek Çayı ile birleşir. Amasya'nın içinden geçerek Ladik Gölü'nden çıkan Ters akan çayı'nı alarak Samsun topraklarından Çarşamba'dan Karadeniz'e dökülür.

4- Göller: İl'in en önemli gölü il merkezine 63 km uzaklıkta Taşova ilçesi Gölbeyli beldesine 1050 m. Rakımlı bir set gölü olan Borabay Gölü, 900x300m. alan ve 30m. derinliğine sahiptir. Tabiat harikası olan bu gölün etrafında dinlenme tesisleri bulunmaktadır.

5- Baraj ve Baraj Gölleri: Amasya İl sınırlarında büyük baraj yoktur. Ancak gölet ve sulama amaçlıları şunlardır:
Merkez : Ortaköy, Doğantepe, Bağlıca
Gümüşhacıköy : Çiftli, İmirler, Ayvalı
Hamamözü : Yeniköy
Merzifon : Ortaova, Çatalkaya, Alişar, Çobanören, Hırka, Kayadüzü, 100. Yıl, Çayırözü, Diphacı, Uzunyazı, Yeşilören, Şeyhyeni, Çavundur, Sarıbuğday, Paşa
Suluova : Kolay I, Kolay II, Oğulbağ, Bayırlı, Yedikır
Taşova : Uluköy, Kızgüldüren ve Kırkharman

6- Ormanlar: İlmerkezinin kuzey kesimlerinde Akdağ ve Kara Ömer Dağları bulunmaktadır. Bu dağlarda 600 metreden başlayan ve 1200 metreye kadar devam eden yüksekliklerde; kızılçam, meşe, karaçam, kayın ve ardıç gibi ağaç türleri bulunmaktadır.


İKLİM:
Karadeniz iklimi - kara iklimi arasında bir geçiş iklim hüküm sürer. Yazları kara iklimi kadar kurak, Karadeniz iklimi kadar yağışlı değildir. Kışları ise karadeniz iklimi kadar ılıman, kara iklimi kadar sert değildir.

Yapılan arkeolojik araştırma ve bulgulara göre Amasya'da ilk yerleşme M.Ö. 5500 yıllarında başlayıp Hitit, Frig, Kimmer, İskit, Lidya, Pers, Hellenistik - Pontus, Roma, Bizans, Danişmend, Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı dönemlerinde de kesintisiz olarak devam etmiştir.

Bu dönemlerin arkeolojik yerleşim yerlerine ait kalıntılar halen mevcuttur. Amasya merkezinde uygarlıklarından derin izler bırakan Pontuslar'ın (M.Ö.333 - M.Ö.26) Krallarının ölümünden sonra kayalara oymak suretiyle yaptıkları Kral Kaya Mezarları, bu gün bile ilimizin anıtsal eserleri arasında yer almaktadır. M.Ö. 26 - M.S.395 tarihleri arasında Roma egemenliğine geçen ilimiz ve çevresinde bu uygarlığa ait su kanalları, kaleler köprüler vb. eserlerden bazıları günümüze kadar gelebilmiştir.

700 yıl Bizans egemenliğinde kalan Amasya'yı 1071 yılında Anadolu'ya giren Alparslan'ın komutanlarından Melik Ahmet Danişment Gazi 1075 yılında fethederek burada ilk Türk Egemenliğini kurmuştur. Bundan sonra Amasya'da Selçuklu egemenliği görülmektedir. Bu dönemde yaşamış olan vali ve emirler yaptırdıkları medrese, cami, türbe gibi eserlerle kentimizi Anadolu'nun en büyük kültür merkezi durumuna getirmişlerdir. Selçuklular 1243'deki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilmiştir. 1246 yılında başlayan Moğol istilasında, ilk Amasya Valiliği Seyfettin Torumtay'a verilmiştir. İran'da kurulan İlhanlılar, 1265'te Anadolu'yu hakimiyetleri altına alarak, yönetime el koymuş ve kendisine bağlamışlardır. Kentimizde yaşamış bazı İlhanlı şahsiyetlerinin mumyaları halen müzemizde teşhir edilmektedir.

1341 yılından sonra Uygur Türklerinden Ertana Beyliği'nin hakimiyeti görülmektedir. 1386 yılında Şehzade Yıldırım Bayezid Amasya'yı Osmanlı topraklarına katmıştır. 1402'de Osmanlı birliğinin bozulmasına sebep olan ve Timur'un zaferi ile sonuçlanan Ankara Savaşı, Osmanlılardaki kargaşayı, Şehzadeler arasında mücadeleye dönüşmüştür. Amasya Valisi Çelebi Mehmet duruma hakim olarak ikinci defa Osmanlı birliğini sağlamıştır. Amasya; Osmanlı padişah ve şehzadelerinin gösterdikleri özel ilgi nedeniyle, "Şehzadeler Şehri " olarak ün yapmıştır. Şehzade Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmet, Şehzade Murat (II) (1404 yılında Amasya'da doğmuştur.), Şehzade Ahmet Çelebi, Şehzade Mehmet (II), Şehzade Alâeddin, Şehzade Bayezid (II) (oğlu Yavuz Sultan Selim Han 1470 yılında Amasya Sarayında doğmuştur.), Şehzade Ahmet, Şehzade Murat, Şehzade Mustafa, Şehzade Bayezid ve Şehzade Murad (III) çeşitli tarihlerde Amasya'da Valilik Yapmışlardır. Bu dönemde birçok âlim ve ulema yetişmiş, saray, çeşme, medrese, cami, türbe v.b. gibi kalıcı eserlerle kentimiz bir kültür merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Bu eserler günümüze kadar gelerek geçmişe ışık tutmaya devam etmektedir.Tarihin akışı içerisinde önemli roller üstlenen Amasya Kurtuluş Savaşı sırasında yine ön plana çıkmıştır.

19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'da başlayan Milli Mücadele'nin ilk adımı, 12 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal'in Amasya'ya gelmesiyle devam etmiştir.

Kurtuluş mücadelesinin planları hazırlanmış, Erzurum ve Sivas kongrelerinin toplanmasına burada karar verilmiş, 22 Haziran 1919 tarihinde yayınlanan "Amasya Tamimi" ile "Milletin İstiklâlini Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır" denilerek Milli Mücadele burada fiiliyata geçirilmiştir. Bu itibarla, Amasya, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda da ilk önemli adımın atıldığı yer olmuştur.

SAMSUN

SAMSUN İSMİ NERDEN GELMİŞTİR

Samsun’un ilk ismi Amisos olup şehir İyonyalılar (Miletliler) tarafından kurulmuştur. Ancak, bundan önce Gaskarlar tarafından da burada bir yerleşim yeri kurulduğu (MÖ 3500) bilinmektedir. Bu yerleşim yerinin ise denizden gelebilecek tehlikelerden korunabilmek ve yerleşmenin kolayca sağlanabilmesi amacı ile kıyıdan uzak vadi içinde ve yamaç eteklerinde bulunmaktadır. (Bugünkü Mert Irmağı Kılıçdede Mahallesi sınırları içerisinde kalan ve Gazi İlköğretim Okulu karşısındaki Öksürük Tepe –Dündartepe- çevresindeki alan ile Sosyal Meskenlerin olduğu alan) Bu yerleşim yerinin kurulduğu dönemdeki adının , şehrin eski isimlerinden olan Enete, Simisso, Sinusso ve Peiraeurs’dan hangisi olduğu tespit edilememiştir. Selçuklu Türkleri bu şehri feth edince mevcut yerin hemen yanına yeni bir yerleşim yeri daha kurmuşlar ve buraya “Samsun” ismini vermişlerdir. “Samsun” ismi, Selçuklu Türklerinin verdiği özel bir isim, olup eski “Amisos” ile ne kelime olarak ve ne de mana olarak herhangi bir ilgisi yoktur. Türkler şehir merkezine Samsun, İl sınırları ile çevrili bölgeye ise “Canik ” demişlerdir.

TARİHİ

Samsun”da ilk yerleşmeler tarih öncesi dönemlere kadar uzanmaktadır.İlk yerleşmenin Samsun”un 14 km doğusunda Tekkeköy”ün hemen güneyinde yer aldığı tespit edilmiştir.Buradaki mağaralarda düz yerleşim yerlerinde yapılan kazılarda PALEOLİTİK(eski taş devri-M.Ö.600,000-10,000) ve MEZOTOLİK(orta taş devri-M.Ö.10,000-8,000) çağa ait eserler bulunmuştur.

Samsun “un bilinen en eski halkı faskalardır.Son tunç çağında(M.Ö.1600-1200) bu bölgede yabani bir kavim olan Faskaların oturduğu Hitit yazılı kaynaklarından da alınmıştır.Faskaların mert ırmağı ağzında bugün Dündar tepe ve öksürük tepe olarak bilinen yerde bir site kurdukları ileri sürülmektedir.

Samsun ve Karadeniz”in kıyıları coğrafi konumu nedeniyle bu kıyıları ele geçirmek isteyen bir çok koloninin saldırısına uğramıştır.

Önce frizlerin egemenliğin giren bölge (M.Ö.1182),M.Ö.7.yy “ın ilk çeyreğinde Frig devletini yıkan Kimmerlerin eline geçmiştir.M.Ö.8.yy. ortalarında Anadolu da yunan kolonileri kurulmaya başlanmıştı.Karadeniz kıyılarında en çok koloni kuran İon şehir devletlerinden Miletos (Millet) lulardır.

Grekler(Yunanlılar)samsun yöresine geldiklerinde Kızılırmak”ın batısındaki bölgede Paphlagonlar dedikleri halk yaşamakta, Themiskyra”dan (terme) doğuya doğru ise amazonlar; Khalybler,tibarenoslar ve Mossynoikoslar adı verilen halk toplulukları bulunmaktadır.

Antik kaynakların belirttiğine göre bu günkü S amsun”un kuzey batısında Kara Samsun denilen yerde,ENETE adı verilen küçük bir site bulunmaktaydı.Bu yerleşme M.Ö.6.yy başında miletoslular tarafından zapt edilerek kolinize edilir ve yenden inşası yapılarak AMİSOS adı verilir.

Bu çağlarda şehir pek çok defalar el değiştirmiştir.M.Ö.5, yy “da Atinalılar;M.Ö.4,yy”da önce Persler daha sonra da Makedonyalılar(büyük İskender)egemen olmuştur.M,Ö.331. yılında Büyük İskender Amisos”u bağımsız şehir olarak ilan etmiştir.

Amisos M.Ö.3.yy “ınortalarında merkezi Amasya”da olan PONTUS DEVLETİ”nin sınırları içersine girmiştir.Amisos pontus kralı Mithridates VI.zamanlarında(M.Ö.120.-M.Ö.63)en parlak dönemini yaşamıştır.

Pontus krallığı ile roma imparatorluğu arasında uzun süren savaşlar esnasında şehir Pontuslularla,Romalılar arasında el değiştirmiştir.Ancak M.Ö.47”de CAESAR”ın zile yakınlarında pontus ordularıyla yaptığı savaş Sonunda Amisos kesin olarak roma egemenliğine girmiştir. Bu savaş sonucu kısa surede kazandığı zaferi yüceltmek için”CAESAR” geldim, gördüm,yendim (veni,vidi,vici) şeklinde o meşhur sözlerini söylemiştir. Caesar “Amisos”a bağımsızlığın vermiştir.

395”de Roma imparatorluğunun Batı Doğu olmak üzere ikiye ayrılmasın ile Amisos şehri Doğu roma (Bizans)toprakları içinde kalmıştır.

Hıristiyanlığın yayıldığı Bizans döneminde Amisos bir Piskoposluk merkezi olmuştur.

Müslümanlığın doğuşundan sonra 634-635 lerde Bizans”a İslam seferleri başlamıştır.

863 de Malatya emiri Ömer.B.Abdullah Amisosu fethetmiştir.Ancak seferden dönerken Müslümanlar ağır bir yenilgi almışlardı. Müslümanların Bizans”a karşı düzenlediği seferler 1000 yıllarına kadar aralıklarla devam etmiştir.

1000 yıllarının ilk yarısında artık Bizans Anadolu’daki eski üstünlüğünü kaybetmiş durumdadır.

1040 yılındaki Dandankan savaşı ile bağımsız bir devlet olan Selçuklular ana doluya akınlara başlamışlardır.

1071”Selçukluların Bizans la yaptığı Malazgirt savaşı zaferle sonuçlanmış,zaferi izleyen 5-6 yıl içerisinde Anadolu’nun egemenliğine geçmiştir.

1071”den sonra Amisos, Anadolu”da kurulan Türk devletlerinden DANİŞMENTLİLER”in bölgesinde yer almıştır.

1086 “da Danışmentliler Amisos”u kuşatmışlarsa da ele geçiremezler. Ancak Amisos”un yakınında devlet kurarlar. Bundan sonra eski kente “Hıristiyan samsun “denir.

Anadolu Selçuklu devleti zamanında (1185) samsun kılıç aslanın oğullarından Rüknettin Süleyman şah”ın payına düşer. Bu tarihten sonra şehrin adı SAMSUN olarak geçmeye başlar. Hıristiyan samsun önce Bizanslıların; 14 yy”ın ilk yıllarından başlayarak da uzun süre Cenevizlilerin yönetiminde kalır.

Anadolu Selçuklu Devletinin zamanında Anadolu inşa ettiği Türk birliğinin Moğol istilasıyla 1243 “de dağılmaya başlamasıyla Müslüman samsun sırasıyla ilhanlıların,pervane oğullarının (1297), candaroğullarının (1322) ve Tacettinoğullarının (1348) denetimine girer.

Osmanlıların güçlenerek genişlemeye başladığı dönemde1393”te canik beyliklerinden kubat oğullarının eline geçer.Yıldırım Beyazıt 1398 de Müslüman samsun”u tekrar alır. Yıldırım Beyazıt tarafından tekrar oluşturulan Anadolu’daki Türk birliği Beyazıtlın”ın 1402 deTimurla yaptığı Ankara savaşında yenilmesiyle,bozulur. Osmanlı egemenliğine alınmış beylikler Timur tarafından tekrar canlandırılır.

1043 yılından sonra kubat oğulları,taşanlar oğulları, candaroğlları, Tacettinoğulları beylikleri tarafından yönetilir.

Anadolu da tekrar birliği oluşturmak için seferlere başlayan Osmanlı devletini ikinci kez kuran çelebi sultan Mehmet her iki samsunu 1413 de Osmanlı yönetimine katmıştır.

Cenevizliler aşağı şehri yakıp gemiller kaçmışlardır. Samsun bu dönemde liman acısından sinoptan sonra ikinci planda kalmıştır.

Çelebi sultan Mehmet canik”i oğlu şehzade murat”ın idaresindeki Amasya sancağına bağlar (1419). Şehrin valiliğin ise Tacettinoğlu Hüsamettin Hasan Bey e verir.Ancak 1421'de Osmanlıda çıkan karışıklıklardan yaralanmaya çalışan Tacettinoğlu Hüsamettin Bey bağımsızlığın ilan eder. Bunun üzerine Amasya sancakbeyi lala yörğüç paşa samsuna gönderilir ve samsun tekrar Osmanlı toprakların katılır. (1428)

Osmanlı yönetiminde samsun;canik bölgesinin merkezi olarak Amasya”ya sonra da sivas”a (paşa sancağı) bağlanır.1514 yılında ise Erzincan eyaletine bağlanır. 15yy”da samsun kazakların saldırısına uğramıştır.

18 yy “da samsun limanı kuzey limanları ile (özellikle kırım) önemli ticari ilişkiler kurmuştur. Ancak Osmanlının 1774”de kırımı terk etmesi bu ticareti canlanmaya başlayan kenti olumsuz etkilemiştir.

Samsun 19 yy. ilk yarısında Hazinedar oğulları yönetiminde kalmıştır. Bu dönemde buharlı gemilerin Karadeniz”de ticareti canlandırması;ayrıca, kaliteli tütün ekiminin Bafra çevresinde başlayarak samsun yöresine yayılması kentte gelişmelere neden olmuştur. Samsun”un Türk nüfusu artığı gibi Avrupalı tütün alıcıları ve çeşitli ham madde tüccarları samsun'a yerleşmeye başlamıştır.

1869”da çıkan bir yangında Samsun”un hemen hemen tamamı kül haline gelmiştir.Ancak o dönemde zengin bir ticaret merkezi haline gelmiş olan samsun yangından sonra çabuk kalkınmıştır.

I.Dünya savaşı sırasında deniz ticareti felce uğradığı için, ekonomik yönden büyük sıkıntılar çeken samsun, 1915”te Rus savaş gemiler 4 kez topa tutulmuş ve büyük ölçüde hasar görmüştür.

I.Dünyaya savaşından sonra parçalana ve düşmanlar tarafından istila edilen vatanımızı kurtarmak için harekete geçen Mustafa Kemal Paşa 9.ordu müfettişi sıfatıyla bandırma vapuruyla 19 Mayıs 1919”da samsuna gelerek, milli mücadeleyi başlatmıştır. Samsun bu özelliği nedeniyle kurtuluş savaşımızın bir simgesi durumuna gelmiştir.

19 Mayıs Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından”Gençlik ve spor Bayramı”olarak ilan edilmiştir. İlan edildiği 1936 yılından beri her yıl “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı”olarak kutlanmaktadır.

19 yy. sonlarında Trabzon vilayetine bağlı muta sarraflık olarak yönetilen samsun, 1925”te il olmuştur.

Burcunuza Göre Tatil Rehberi: BALIK

BALIK BURCU

Balık insanı iflah olmaz bir romantiktir. Tatilinden iyice zevk alabilmesi için biraz fantezi olmalıdır. Gerçek, günlük hayata benzeyen sıradan bir tatil ona göre değildir. Su elementi Balık için en iyi tatil, ada ve deniz kenarında olandır.

Dalga seslerinin duyulduğu, deniz manzaralı küçük bir otel, hassas Balık insanını rahatlatacak ve sakinleştirecektir. Balık fazla atletik olmayan yaratıcı bir burçtur, bu yüzden ağır sporlar yerine yüzmeyi, kürek çekmeyi, yelkenle açılmayı, şnorkelle dalmayı ve sahilde uzun yürüyüşlere çıkmayı tercih edecektir.

Tekne kiralamak harika bir fikir olacaktır, fotoğraf makinesi ile artistik yaratıcı fotoğraflar çekecektir. Balık burcu ayakları temsil eder. Balık insanı özellikle romantik aşk şarkıları ile dansetmeyi çok sever. Sezgileri gelişmiştir ve seyahat sırasında keşfetme duygusu ona zevk verir. Onu yapılması gereken tatil aktiviteleri ile programlamaya kalkmayın. İlginç şeyler bulursa kalmak isteyecek, özgür olamama hissi ise onu rahatsız edecektir.

Burcunuza Göre Tatil Rehberi: KOVA

KOVA BURCU

Sıradan turistik bir tatil, maceracı ve bağımsız ruhlu Kova burcunu sıkacaktır. Dünya kültürlerine, toplumların sosyal yapılarına ilgi duyan, entelektüel Kova, büyük sosyal değişimlerin olduğu Rusya, Çin, Hong Kong ya da Berlin gibi yerlere gitmelidir.

Kova burcu bilgisayarı olmadan yaşayamaz, tatilde iken aklı bilgisayarındadır. Diz üstü bilgisayarı varsa her yere taşır, yoksa mutlaka birisi onun için e-mail'ini kontrol ediyordur. Bağımsız ruhlu Kova insanının açık alanlara ihtiyacı vardır. Doğa harikası ıssız yerlerde özgürlük ve keşif duygusunu yaşayacaktır.

Her dakikası planlanmış turlar ona göre değildir. Kendi programını kendi yapacağı bir tatili tercih eder. Esintili bir karakteri olduğu için hiç bir gezinin katı kuralları ya da günlük programı olmamalıdır. Sürprizlere ve değişikliklere açık bir tatil düşünmelisiniz.

Burcunuza Göre Tatil Rehberi: OĞLAK

OĞLAK BURCU

Oğlak burcu için en ideal tatil, dağlık bir bölgede olacaktır. Bu burç geleneklere ve tarihe önem verdiği için antik ve tarihi yerleri gezmekten büyük zevk alır. Hala arkeolojik kazılar yapılan bölgelere gitmek ya da bu kazılardan birinde gönüllü çalışmak hayatının unutulmaz tecrübesi olacaktır.

Oğlak insanı eski, büyük ve geleneklerini koruyan otellerde kalmaktan büyük zevk duyar. İstanbul'da Pera Palas, New York'da Plaza, Londra'da Ritz Oteli gibi. Bunun yanı sıra Oğlak burcu doğada dere tepe yürümeye bayılır. Oğlak, tatilinde biraz iş yapabilirse çok mutlu olur.

Bu yanındaki insanı çıldırtabilir ama onun için iş, hayatının bir parçasıdır, ona büyük zevk verir ve bu yüzden de çok başarılıdır. Seyahatinde işle ilgili bir fırsat yakalayabilirse tatil daha da zevkli olacaktır.

Burcunuza Göre Tatil Rehberi: YAY

YAY BURCU

Yay burcunun seyahat etmeye karşı müthiş bir tutkusu vardır. Ne kadar uzak ve egzotik yerlere giderse o kadar çok heyecan duyar. Alaska'dan Kenya'ya tüm uzak ülkelere gitmek ister. Zıt burcu İkizler gibi kafaca zorlanmaya ve yeniliğe ihtiyacı vardır.

Yolculuğa çıkmadan çok önce gideceği yerin kültürü ve tarihi hakkında bilgi toplar. Lisan konusunda oldukça yeteneklidir ve gideceği ülkenin insanları ile hiç olmazsa biraz sohbet edebilecek kadar o ülkenin dilini öğrenmek ister. Atletik Yay burcu, tatil programını bol fiziksel aktivitelerle doldurmalıdır. Bol aktiviteli, spor faaliyetleri olan tatil köyleri Yay insanı için idealdir.
Doğada yürüyüşler, tenis oynamak, yüzmek, koşmak, at binmek ve spor salonunda aerobik dersleri ile çok mutlu olacaktır.