27 Kasım 2007 Salı

Likya'nin Kaya Mezarlari - Lykia


LIKYA'NIN KAYA MEZARLARI

Cenaze törenlerinin en eskisinin günümüzden yaklaşık 150.000-60.000 yıl öncesine uzanan dönemde yaşamış Neandertal insan tipine ait olduğu saptanmıştır. Aletleri kullanmayı ve ateşi kontrol etmeyi öğrenen Neandertal insanının, ölülerini gömmeye başladığı, 1960'larda Kuzey Irak'ın Zagros Dağlarında yapılan bir kazı ile kanıtlanmıştır. Kazı sonucu, ölünün bedeninin toprak boyalarla boyandığı, etrafına yüzlerce çiçeğin bırakılmış olduğu, toprak analizleri ile tespit edilmiştir. Bu keşif, insanoğlunun bilinen en eski cenaze törenini ortaya çıkarmıştır.

Ölümden sonra tekrar hayata dönme düşüncesi her toplum için geçerli olmuş, ölümsüzlük üstüne düşünceler, giderek daha da gelişmiş, törenler farklılaşmış, insanların hayattan ayrıldıklarında sonsuz uykuya yatacakları mekanların düzenlenmesi kaygısı başlamıştır.

Ölen kişinin mezarına, öbür dünyada kullanması için eşyalar, kıymetli armağanlar bırakılmıştır. Mezar mimarileri de, kişilerin yaşamlarındaki standarda göre farklılaşmış, mezar yapılarının sade veya son derece ihtişamlı görüntüleri ortaya çıkmıştır. Hayattan ayrılan kişinin ekonomik ya da siyasi gücüne göre hazırlanan mezar yapılarının en etkileyici örnekleri Mısır'daki piramitlerdir.

Ölüyü, eve benzer bir mimari yapı içinde gömme adeti, Anadolu'da MÖ 3. binde başlamış, Roma İmparatorluk devrinin sonlarına kadar da kesintisiz sürmüştür. Küp ve oda şekilli mezarlar, lahitler, tümülüsler, anıt ve kaya mezarları, Anadolu'daki farklı uygarlıkların kültürlerini sergileyen en güzel örneklerdir.

Anadolu mezar geleneği içerisinde kaya mezarları ayrı bir özellik sergiler. MÖ 1. binde hüküm sürmüş Anadolu uygarlıklarına ait kaya mezarları, oldukça yaygındır. Antik Çağda Karia ile Pamphylia olarak anılan bölgenin arasında yer alan Lykia'da (günümüzde Antalya ile Dalaman Çayı arasında kalan bölge), Anadolu kaya mezarlarının en etkileyicileri bulunmaktadır. Anadolu'nun en güzel coğrafyalarından biri olan bu bölgenin kaya mezarları, doğayla eşsiz bir uyum içindedir. Lykia'yı ünlü kılan da budur.

İlk kez 18. yüzyılın sonuna doğru bölgeye gelen gezgin ve araştırmacılar tarafından farkedilen Lykia mezar anıtları, çeşitli yayınlarla dış dünyaya tanıtılmış, o tarihlerden itibaren yerli ve yabancı bilim dünyasının dikkatini çekmiş ve bir çok çalışmaya konu olmuşlardır.

Bıraktıkları anıtsal kalıntılardan, dağlık ülkelerinde, dışarıya kapalı bir hayat sürdürdükleri ve özgürlüklerine düşkün oldukları anlaşılan Lykialılar, Anadolu'daki çeşitli milletler arasında daima farklı bir yer tutmuşlardır. Yerel dilleri halen çözülemeyen Lykialılar, yabancıların hakimiyetine uzun süre karşı koymuş ve Anadolu'da Roma'ya dahil olan en son eyalet olmuştur.

Lykia halkı, bölgenin son derece dağlık ve ormanlık oluşu nedeniyle belli başlı şehirlerini ya kıyıya ya da Ksantos vadisine kurmuştur. Antik dönemdeki nüfusun tüm bölgede 200.000 kişiyi geçmediği sanılmaktadır. Bölge halkının yarattığı uygarlık izlerindeki taş işçiliğinin kalitesi dikkat çekicidir. Bu durum özellikle mezar mimarisinde kendisini göstermektedir.

Lykia'nın mezar yapılarının pek çoğu Büyük İskender (MÖ 4. yüzyıl) döneminden önceye aittir. Adeta birer tapınak görünümde olan Lykia kaya mezarları, dağların yamaçlarına, insanların kolaylıkla ulaşamayacağı noktalara oyulmuşlardır. Bölgenin jeolojik yapısının yumuşak kireçtaşından oluşması, kayaların kolaylıkla işlenebilmesine olanak vermiştir. Bu özelliğinden olsa gerek Anadolu'nun hiçbir yerinde Lykia'daki kadar yoğun kaya mezarına rastlanmaz.

Kaya mezarları genellikle İon düzeninde iki sütun, bir arşitrav ve alınlık içerir. Sütunlu bölümün arkasında kaya bloğunun oyularak derinleştirildiği iç cephe, mezar odasına girişi sağlayan anıtsal bir kapı ile içeri açılır. Mezar odasında da ölülerin yatırıldığı ve armağanların bırakıldığı taş sedirlerden oluşan sade mekanlar vardır. Sedirlerin sayısı, mezar odasının iç mekanının genişliğine göre değişmektedir.

Bazı kaya mezarlarının dış cephelerine, mezar sahibinin özelliklerini ya da dönemin önemli olaylarını anlatan kabartmalar yapılmıştır. Kabartmalarda cenaze yemeği olarak bilinen sympozyum sahneleri sıklıkla görülür.
Mezar kabartmalarında mitolojik figürler ve kahramanlar da konu alınmıştır. Anadolu efsaneleri içerisinde özgün bir yer tutan Bellerophon ve Chimaira (Bellerophon adlı kahramanın, kanatlı atı Pegasus'un yardımı ile ağzından ateşler çıkararak bölgeye korku salan üç başlı canavar Chimaria'yı öldürmesi) öyküsü, birçok Lykia kaya mezarında resmedilmiştir.

Bazen mezar yapıları o kadar sıklıkla yapılmışlardır ki uzaktan bakıldığında dağın yamacına oyulmuş binlerce kuş yuvası izlenimini vermektedir. Bazı merkezlerde 2000'in üzerinde kaya mezarı yer almıştır.

Antik çağda Lykia'da mezar kültürü dönemin zenginliğini göstermektedir. Bu zenginlik mezara bırakılan kıymetli hediyelerin çokluğu ve çeşidi açısından da kendini göstermiştir. Ancak, mezarların içindeki kıymetli hediyeler antik çağdaş itibaren soyguncuların iştahını kabartmıştır. Bu nedenle Lykia mezar yapılarının üzerinde, bir çok mezar kehaneti bulunmaktadır. Bu kehanetlerde mezarın tahrip edilmemesi ve başka amaçlarla kullanılmaması için etkili sözler bulunmakta ve mezara girecek kişinin tanrılar tarafından cezalandırılacağı anlatılmaktadır. Ne yazık ki, bu önlemler de, kaya mezarlarının soyulmasına engel olamamıştır.


* Şengül Aydıngün, sanat tarihçi.

19 Kasım 2007 Pazartesi

Bartın Amasra

Bartın'ın tarihi dokusuyla ünlü ilçesi Amasra'da, yılbaşı ve Kurban Bayramı için rezervasyonlar doldu.

Tarihi kalesi, anıt eserleri, cami, kilise, doğal güzellikleri ve mutfak kültürüyle turistlerin ilgisini çeken Amasra'yı, yılda yaklaşık 250 bin kişi ziyaret ediyor.

Yaklaşık 3 bin yıllık tarihi geçmişe sahip ilçe, kültür turizmi açısından da tercih ediliyor.

Amasra Belediye Başkanı Ali Yıldırım, Kurban Bayramı'ndan haftalar önce otel ve pansiyonlardaki odaların tamamının dolduğunu, yaklaşan yılbaşı için de doluluk oranının üst seviyede olduğunu söyledi.

Yıldırım, ''konaklama ücreti, otellerde kahvaltı dahil 50-100 YTL, ev pansiyonlarında ise konutun donanımına göre 60-100 YTL arasında değişiyor. İlçemizde, 2 bin civarında kişi konaklayabiliyor" dedi.

Amasra'ya turistlerin ilgisinin arttığına değinen Yıldırım, yaptığıklerı tanıtım çalışmalarının rolünün önemini de vurguladı.

17 Kasım 2007 Cumartesi

Didim - Aydin

Didim - Aydın
Didim Aydın'ın gözbebeği mekanlarından sadece birisidir. Ülke güzelliklerimizden sadece birisidir. Denizi muhteşemdir. Tuzlu olması yanında başka bir olumsuz özelliği yoktur. Altınkum Plajı Türkiye çapında meşhurdur.


Kuşadası ve Bodrum'a olan yakınlığı da diğer bir artısıdır. Sahip olduğu antik kentler tarihi zenginliğini ortaya sermektedir. Doğal güzelliklerinin yanında tarihi özelliği nedeniyle tercih nedenidir. Günlük turlar ile kültür turizmi mümkündür.


Didim Altınkum Plajı'nda deniz girilebilir. Didim Apollon Tapınağı, Milet, Milet Tiyatrosu, Faustina Hamamı, Serapis Tapınağı gezilebilir.

Didim - Aydın

Kemer - Antalya

Kemer - Antalya
Akdeniz kıyısında doğal güzellikleri ve doğası ile mükemmel bir tatil yeridir. Antalya'ya 40-4 km mesafededir. Kemer otelleri, oldukça uzun sahil şeridi, deniz, güneş ve kumun en güzeli ile tatil fırsatını Kemer'de geçirmek isteyenlere güzel bir tatil vadediyor. Kemer tatil yapmak isteyenler için hem lüks hem de daha hesaplı alternatifleri sunarak uygun bir tatil alternatifi oluşturuyor. Tekne ile deniz turları yapma ya da Toros'lara uzanan yürüyüş parkurlarına katılarak gezme imkanlarıyla diğer bazı tatil beldeleri ile arasında fark oluşturuyor Kemer. Sualtı sporları ile ilgilenenler için de Kemer pek çok doğal güzellik sunuyor. Pek çok dalış meraklısı her sene Kemer'e gidiyor ve bu sporun tadını orada çıkarıyorlar. Gece hayatı mı? E gündüzleri bu kadar güzel geçirten bir kent gecenizi ziyan edecek değil ya...


Kemer tatil cennetinde ilginizi çekebilecek başlıca eserler ya da bölgeler şunlardır: Phaselis, Olimpos, Chimera (Yanartaş), Tekirova, Beldibi, Peynirdeliği ve Sırtlanini Mağaraları, Idyros Antik Kenti, Adrasan, (Çavuşköyü).

Kemer ülkemizin gözbebekleri arasında yer almaktadır. Hiç düşünmeden gidilebilecek bir Antalya güzelliğidir. Referansı Antalya'dır :)

Kemer - Antalya

Abant Golu - Bolu

Abant diyince insanın aklına çam ağaçları üzerindeki kar tanecikleri geliyor olmalı. Şahsen benim aklıma Abant Gölü'nden önce karla kaplı çam ağaçları geliyor. Sivri uçları ile göğre yükselen bir sürü ağaç. Yazın ayrı kışın ayrı bir görselliği olan çam ormanları ile Abant daha da başkadır.

Gölü ise tam bir simge olmuştur. Güzelliğine güzellik katmıştır Abant'ın adeta..
Abant günü birlik geziler, hafta sonu tatilleri, bayram tatilleri için vazgeçilmezdir. Kafa dinlemek isteyen bir sürü insan kışın ve yazın bu merkeze ziyaretçi olarak gitmektedir.

Pamukkale Travertenleri

Pamukkale travertenleri ile ünlü, akla geldiğinde pamuk gibi beyaz travertenleri, sıcak suları ile gitmek istenilen güzide tatil mekanlarımızdandır.

Denizli mevcut sıcak su potansiyeli nedeniyle özel bir yere sahiptir. Yıllar öncesinde eski Ege medeniyetlerinden bölgede hakimiyet sürenlerden bazıları şehirlerin ısıtmasını yer altındaki kanallar vasıtasıyla gerçekleştirmiştir.

Bu bütün bir şehir ya da bölge için olmasa da sadece bir merkezi bile ısıtabilmesi veya kolaylıkla uygulanabilirliği sayesinde bölgenin termal enerji potansiyelini bizlere anlatmaktadır. Yıllar öncesinde bile bu projeyi uygulamaya imkan tanıyorsa termal enerjiye ulaşmanın son derece kolay olduğu anlaşılmaktadır.

Travertenler de bölgenin bu özelliği sayesinde ortaya çıkmıştır. O güzelliği görmemek ülkemiz insanı açısından son derece üzücüdür. Her insanımız o güzelliği görmelidir. Oluklardan dökülen sıcak sular, o doğal güzellik bir şaheserdir.


Korunmaya değer olması ise diğer bir konudur. Zaman içindeki sararmalar çok üzücüdür. El birliği ile sanat eserlerini, doğal güzellikleri koruma kültürü ülkemizde yerleşmelidir.

Uludag - Bursa

Bursa - Uludağ
Bursa'ya her haliyle etki eden bir dağ ve turizm merkezidir Uludağ. Otobüs firmasından içme suyuna kadar adını bu şehrin kültürüne yazdırmıştır.

İhtişamı ile göz kamaştıran bir dağdır. Ülkemiz kayak kültürüne olan katkısı merkezde olması nedeniyle son derece üst seviyede olmuştur.



İçme sularının ülke çapında ünlü ve tercih edilmesi ise ayrı bir konudur. Kayak merkezi olmasının yanı sıra yeşil bir çevre sağlaması, içme suları zenginliği gibi özellikleri nedeniyle korunması gereken bir alandır.

Uludağ'ın gözbebeği olduğu Bursa ilinin büyük bir şehir olması nedeniyle Uludağ çok talep görmüştür. Diğer merkezlere olan ulaşım kolaylığı nedeniyle ziyaretçi sayısı çok yüksek olmuştur.

Hafta sonu tatilleri, günübirlik geziler, bayram tatilleri için idealdir. Otel, motel, kalacak yer bakımından son derece gelişmiş tesisleri vardır. Ulaşımı da Bursa'da bulunması nedeniyle gelişmiştir. Nasıl gidilir?, Nerede kalınır? diye düşünmeden yola çıkabilirsiniz..

Bursa - Uludağ

Karayollari Haritasi - 16. Bolge

16. Bölgede yer alan iller

Sivas ve Erzincan










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 15. Bolge

15. Bölgede yer alan iller

Zonguldak, Bartın, Kastamonu, Karabük, Çankırı









Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 14. Bolge

14. Bölgede yer alan iller

Çanakkale, Bursa, Kütahya, Yalova, Bilecik, Balıkesir










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 13. Bolge

13. Bölgede yer alan iller

Antalya, Burdur, Isparta










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 12. Bolge

12. Bölgede yer alan iller

Erzurum, Kars, Iğdır, Ardahan, Ağrı










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 11. Bolge

11. Bölgede yer alan iller

Muş, Bitlis, Hakkari, Van










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 10. Bolge

10. Bölgede yer alan iller

Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Gümüşhane, Bayburt












Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 9. Bolge

9. Bölgede yer alan iller

Şanlıurfa, Mardin, Batman, Siirt, Şırnak, Diyarbakır












Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 8. Bolge

8. Bölgede yer alan iller

Elazığ, Tunceli, Malatya, Adıyaman, Bingöl










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 7. Bolge

7. Bölgede yer alan iller





İzmir, Manisa, Uşak, Denizli, Aydın, Muğla









Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 6. Bolge

6. Bölgede yer alan iller

Yozgat, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Niğde











Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.


Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 5. Bolge

5. Bölgede yer alan iller

Adana, Mersin, Osmaniye, Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay







Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 4. Bolge

4. Bölgede yer alan iller

Bolu, Düzce, Ankara, Eskişehir, Kırıkkale











Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 3. Bolge

3. Bölgede yer alan iller

Afyonkarahisar, Konya, Aksaray, Karaman










Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 2. Bolge

2. Bölgede yer alan iller

İzmir, Manisa, Uşak, Denizli, Aydın, Muğla









Karayolları haritasının büyük halini görüntülemek için üzerine tıklayınız.

Karayolları Bölge Haritası

Karayollari Haritasi - 1. Bolge

1. Bölgede yer alan iller

Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, İstanbul, Kocaeli ve Sakarya.


Karayolları haritasını görüntülemek için üzerine tıklayıp büyük halini görebilirsiniz.

illerimiz - Zonguldak

Zonguldak


Zonguldak antik dönemde Bithynia ve Paphlagonia sınırlarının kesiştiği noktada bulunmaktaydı. Bölgede,Hitit,İskit,Mariandin,Frig,Megara,M,let, Boietya,Kimmer,asur Pers,Makedon,Roma,Bizans,Ceneviz ve Türk kavimlerinin izlerini görmek mümkündür.

Özellikle Kdz.Ereğli(Herakeia Pontica) ve Filyos''ta (Tieon) kurulan ticari iskelelere bağlı olarak gelişen yerleşim birimlerinin kalıntıları günümüze kadar ulaşmıştır.Ereğli kalesi tarihi surlar, su sarnıçları,Heracles sarayı,Crispos anıt mezar, Çeştepe,fener kulesi,Bizans kilisesi,Filyos antik limanı, Filyos kalesi,açık hava tiyatrosu,kemerleri bunlardan bazılarıdır. Filyos Kalesi 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet''in Amasrayı almasıyla birlikte yörede Türk egemenliği pekişmiştir.

1829 yılında taşkömürünün bulunmasıyla farklı bir önem kazanan bölgede 1848''de ilk kömür ocakları kurulmuş;19.yy. sonunan doğru ngiliz,fransız,belçika,rus şirketleri taşkömürü üretimi yapmak üzere yöreye gelmişleridir.Yöredeki şirketlerin haklarını korumak ve üretimi artırmak bahanesiyle fransız askerleri önce Zonguldak''ı ardından Ereğli''yi işgal etmiş(1919);ancak Zonguldak ve çevresinde oluşturulan Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerine bağlı milis güçlerinin karşı koymasıyla 18.06.1920''de Ereğli''den 21.06.1920''de ise Zonguldaktan çekilmek zorunda kalmışlardır.Zonguldak,1 Nisan 1924 tarihinde, Cumhuriyet sonrası kurulan ilk il olma ünvanını kazanmıştır.

illerimiz - Yozgat

Yozgat


YOZGAT İSMİNİN VERİLMESİ

İlin, asıl adı "BOZOK" olup, zamanla "Yozgat" olarak değiştirilmiştir. Oğuz'ların; "BOZOK" koluna mensup Türkmenlerin bu bölgeye akınıyla birlikte, yöre "BOZOK" ismiyle anılmıştır. 1800'lü yıllara doğru bu ismin yanı sıra "YOZGAT" adı da telaffuz edilmiştir.

"Yozgat" adının menşei konusunda ise, değişiki söylentiler ileri sürülmektedir:

Bir rivayete göre, Yozgat Saray Köyü'nden (bugün itibariyle kasaba) itibaren aşağıdan yukarıya doğru kat kat yükselmektedir. Bu kat kat yükselişindin ve rakımının yüksekliğinden dolayı önceleri "Yüz kat" denmiş, zamanla bu isim söylene söylene "Yozgat" halini almıştır.

Diğer bir rivayete göre; Aşiret Reisi Ömer Cabbar Ağa'nın yüzü çopurdu. Bu yüzden kendisine Çopur veya Çapar Koca derlerdi. Söylentiye göre Cabbar Ağa, sürülerini bir yaz günü yaylakta otlatırken karşısına Hızır (AS) çıkıyor ve davar sahibi Cabbar Ağa'dan içmek için süt istiyor. Güler yüzlü Ömer Ağa hemen misafirine ikramda kusur etmeyerek, gönül hoşluğu ile sütü ikram eder. Hızır (AS) sütü içtikten sonra çok memnun kalır ve Cabbar Ağa'ya "Çobanoğlu, yozuna yoz katılsın, memleketinin adı Yoz-Kat olsun" diyor. Bu sözü söyleyerek kayboluyor. Temeli böyle olan Yoz-Kat söylene söylene Yozgat halini alıyor.

İsmin kaynağı hakkında her ne kadar tatmin edici bir bilgi yoksa da uzun yıllar bu havalinin böyle anıldığı
bilinmektedir.

Birinci Büyük Millet Meclisinde Kütahya Mebusu Cemil Bey tarafından verilen bir takrir ile Yozgat ismi Bozok olarak değiştirilmiş, bilahare 23 Haziran 1927tarihinde Bozok Mebusu Süleyman Sırrı (İÇÖZ) Bey ve arkadaşlarının verdiği bir takrirle Bozok ismi tekrar Yozgat olarak değiştirilmiştir.

illerimiz - Yalova

Yalova


Yalova yöresi , Türkler ‘den önce Roma - Doğu Roma (Bizans ) ‘ya , daha önce de Bitinya ‘ya bağlıydı.
Bitinya ‘yla ilgili Bizans arşivlerinin hemen hemen tamamının kaybolmuş olması , bu bölgenin Osmanlı fethi öncesindeki durumunun bilinmesini zorlaştırmaktadır.Ancak , Bizans kaynaklarının suskunluğu , arkeolojik araştırmalar ve bazı 15. yüzyıl Osmanlı kaynaklarıyla bir noktaya kadar giderilebilmektedir.
Bitinya ve önceki dönemde , Yalova yöresiyle ilgili olarak ; Prainetos – Prenektos (Karamürsel ) , Drepane – Drepanum ( Hersek civarında köy ) , Pylai ( Çiftlikköy civarında , olasılıkla Sahil Mahallesi civarında yerleşim yeri ) , Pythia Therma ( Termal Kaplıcaları ) , Soteropolis ( Koru Köy civarında bir yerleşim yeri ) , vb isimler göze çarpar.
Bazı kaynaklarda , 1236 yıllarındaki bir evrakta , Yalova yöresinin genel adının Pylopythia olduğu yazılıdır.Gerek Pylai ( Çiftlikköy ) , gerek Pythia ( Termal ) bu bölgede olduklarına göre , büyük bir olasılıkla bu iki isim birleştirilerek bölgeye ad olarak verilmiştir.
Daha sonra , bazı kaynaklarda , Yalova yöresiyle ilgili olarak Xenodochion ismine de rastlanır.
13. yüzyılda , günümüzdeki Karamürsel ve Yalova arasındaki düz kıyı ovası , Halizones Toprakları ya da Yalak Ovası olarak adlandırılıyordu.
Antik dönemde Arganthonios olarak tanınan Samanlı Dağları ‘nın adı da Sifones Dağları ‘ydı.
Türklerin eline geçtikten sonra , yöre hakkında çeşitli isimlerin kullanıldığı dikkati çeker.
Örneğin Katip Çelebi , Yalakabad adından söz etmekte ve kaplıcanın bulunduğu yere , Yalıova denildiğini işaret etmektedir.
Ahmet Refik Altınay ‘ın hazırladığı ,”Hicri Onikinci Asırda İstanbul Hayatı “ isimli kitaptaki Divan-ı Hümayun belgelerinde , Yalakabad hakkında çeşitli bilgiler vardır.Yalnız bir yerde Yalakabad yerine Yalive kelimesi geçer.
Dr. J. Siotis ‘in 1906 yılında hazırladığı “ Les Thermes de Pythia “ isimli kitapta ise YALOVA adı yer alır.
Türkçe ve Rumca , Yali / Yalı bugün , kıyı –sahil anlamına gelmektedir.Bu kelimenin sonuna Ova eklenmesiyle meydana gelen Yaliova / Yalıova , sahildeki ova anlamında kullanılmış ; Yalıova ‘ daki “ ı “ harfi , kullanım kolaylığından düşmüş ve YALOVA olarak halk diline yerleşmiş olabilir.
Atatürk ‘ün davranışı da , bu iddiayı doğrular görünümdedir. Atatürk , Türk Tarihi ile ilgili olarak Yalova ‘da yaptığı bir çalışmanın altını imzalarken , 16 / 17 .8.1931 tarihini yazmış ve altına :
( YALİ OVA / YALOVA ) DİYE NOT DÜŞMÜŞTÜR.

illerimiz - Van

Van


Van ve çevresinin coğrafya ve savunma bakımından önemli bir konumu olduğu için çok eski dönemlerden beri burası yerleşim alanı olmuştur. Çeşitli arkeolojik araştırmalar sonucunda Yenitaş Çağı''ndan, Kalkolotik Çağ''da ve Tunç Çağı''nın başlarında bu yöreye yerleşme olduğu kesinlik kazanmıştır. Ancak, Van Urartular zamanında (M:900-600) önem kazanmıştır. O zaman adı Tuşba olan Van şehri yaklaşık 300 yıl Urartu devletine başkentlik yapmıştır. İ.Sardur Tuşba''nın özünü teşkil eden Van Kalesi''ni kurmuştur. Van adı Urartu''ca Biane adının zamanla Viane, daha sonra Van''a dönüşmesinden oluşmuştur.

Van şehri M.Ö. 2000 yıllarında Doğu Anadolu yaylasına yayılan ve dilleri Türkçe''ye benzeyen Hurriler''in merkezi bölgesi olmuştur. Hurri Mitani devletinin Hititler tarafından yıkılması sonucu Nairi (Asurlular) ve Urartular tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. Urartular sanat, dokumacılık, sulama, bağcılık, bahçecilik ve mimari alanlarda çok ileri durumdaydılar. Bugün Urartular döneminden kalan eserler bütün ihtişamıyla ayaktadır.

Van Kalesi güneyinde bulunan eski Van şehri

Medler tarafından Urartu krallığına son verilmiş; Medlerden sonra Persler, Mekadonyalılar, Sasaniler, Romalılar, Bizanslılar; Van Bölgesi''nde egemenlik kurmuşlar. 1071 Malazgirt zaferinden sonra bu yöre Türkler''in eline geçmiş. Bu dönemde; Ahlatşahlılar, Selçuklular, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Sefeviler bölgede etkin olmuşlardır. Van, Osmanlı Devleti tarafından alınarak önemli bir merkez haline getirilmiştir.
Osmanlılar döneminde Van, Eyalet statüsü kazanmış olup; 1568-1574 tarihleri arasında 12, 1578-1588''de 27 sancağa sahipti. Osmanlı döneminde büyük inşa faaliyetlerine mazhar olan Van''da o dönemden kalan cami, kale, köprü, han, hamam vb. eserler bulunmaktadır.

19. Asır''da büyüyen ve gelişen Van''da yaşıyan Ermeni çeteler dış güçlerin tahrik, teşvik ve oyunlarıyla isyanlar çıkarmaya başladılar. Birinci Dünya Savaşı sırasında 20 Mayıs 1915''te Ruslar, Van''ı işgal ettiler. Van''da çok sayıda yerleşim yeri Ruslar ve Ermeni çeteleri tarafından yakılıp, yıkılarak yerle bir edildi. İşgal ve isyan sırasında Van''da 32.500 Müslüman Türk şehit edildi. Katliama uğrayan şehir halkının geride kalan yaşlı, kadın, çocukları ise muhacir olmuştur. 2 Nisan 1918''de kahraman Türk Ordusu, Van''a girerek düşman işgaline son vermiştir.
Van, düşman işgali sonrasında "Bağlar Mevkii" denilen bugünkü yerine yeniden kurulmuştur. Van 1923 yılında Vilayet olmuş, Cumhuriyet sonrası hızla gelişerek çağdaş bir kent konumuna ulaşmıştır.

illerimiz - Usak

Uşak


Uşak ili milattan önce 5000 yıllarından itibaren bir yerleşim bölgesidir.

M.Ö. 2500 yıllarına kadar Hitit hakimiyeti altında olan bölge bu tarihte Luvi istilasına ugramıştır. Hitit krallığı dağıldıktan sonra burasını Ege göçleri sırasında boğazlardan gelen Frigyalılar mesken edinmiştir.

M.Ö. 7. yüzyılda bu bölge Frigyalılar ve Lidyalılar arasında paylaştırılmıştır. Lidyalılar Uşak''ın batısında yaşamışlardır. Lidyalılar tarafından yapılan ve Ege ile Yakındoğu''yu birbirine bağlayan Kral Yolu Uşak''tan geçiyordu.

M.Ö. 6. yüzyılda bütün Anadolu Pers İmparatorluğunun egemenliği altında idi.

Yine M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender Pers İmparatorluğunu yıkar ve Anadolu''nun yeni hakimi olur. Bölgemizin hakimiyetini Makedonya devletinden sonra Bergama Krallığı daha sonra da M.Ö. 2 yüzyılı civarlarında Roma imparatorluğu devralır.

Bölgemiz M.S. 395 yılına kadar Roma İmparatorluğu hakimyeti altinda iken imparatorluğun ikiye ayrılması sonucu 700 yil boyunca Bizans hakimiyetinde kalır.

1071 Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu''nun fethi ile görevlendirilen 1. Süleyman Sah, Uşak''ı Selçuklu devletine katmıştı. Selçukluların dağılmasından sonraki beylikler döneminde Germiyanoğulları bölgede hakimiyet sürmüş, 1391 yılında yılında Yıldırım Beyazit tarafından Osmanoğullarına katılmıştır. Fetret Devri boyunca Karamanlılar elinde kalmiş, 1414 yılında tekrar Germiyanoğullarına geçmiş.

1429 yılında Osmanlı Devletine katılmıştır. Uşak''ın Istiklal savaşımızda önemli bir yeri vardır. Yunan Orduları Komutanı General Trikopis Merkez Göğem Köyünde esir alınmıştır. 1 Eylül 1922''de Uşak isgalden kurtulmuş, 2 Eylül 1922''de Atatürk ve Inönü şehre gelerek karargah kurmuşlar, Trikopolis''in kılıcını bugün Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi olan evde teslim almışlardır.

Kütahya iline bağli bir ilçeyken 15 Temmuz 1953 yilinda çikarilan 6129 sayili kanunla il olmuştur.

Osmanlı döneminde ''aşıklar diyarı'' anlamına gelen UŞŞAK sonraları ''oğul, evlat'' anlamına gelen UŞŞAK olarak anılmaya baslanmıs, söylenis kolaylıgı olarak S’nin biri düsmüstür. Il Kurulus yasasında da ilin adı UŞŞAK olarak geçmistir.

illerimiz - Tunceli

Tunceli


Cumhuriyet’ in İlanına kadar
Tarihte İlk Anadolu Birliğini kuran Hititler Tunceli’ye kadar ulaşmışlar, fakat çevreye tam hakim olamamışlardır. Tunceli’de Huriler, Babil ve Asur İmparatorluklarının da etkileri görülmektedir. Med’ ler zamanında kısmen ve Pers’ler zamanında (M.Ö.VI. Yy) Büyük İskender burasını Makedonya Devletine katmıştır.

M.S. 395’ te Roma’ nın ikiye bölünmesi ile bütün Anadolu gibi Tunceli de Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun payına düşmüştür. VII. yüz yıl ortalarından itibaren Araplar bu çevreye erişmiş, VIII. Yy Tunceli bir süre İslam İmparatorluğuna katılmıştır. Tabiat yapısı nedeni ile o dönemde yalnız Çemişgezek İlçesi önem kazanmıştır.

Tunceli 1071 tarihinden 1252 tarihine kadar Erzincan’da hüküm süren Mengüçlerin idaresi altında idi. Selçuklu ve Moğolların dağlık mıntıkadan Kızılırmak’ a doğru yaptıkları akınlardan sonra Dersim mıntıkasında bir çok Türk kabileleri yerleşmiş ve buralarda kalmışlardır.

Doğu Anadolu’da Akkoyunlu, Karakoyunlu, Türkmenlerin mücadeleleri zamanında Çemişgezek beyi (Mengüç ailesinden ) Emir Şah Hasan’ dan söz edilmektedir. Bunun torunu Hacı Rüstem Bey zamanında Şah İsmail Çemişgezek ’ e Nur Ali isminde birisini Halife olarak göndermiş, Hacı Rüstem Bey’ de İran’ a muhalefet etmeden Çemişgezek’ i Nur Ali’ ye teslim etmiştir.

Tam bu sırada Yavuz Sultan Selim’ in Çaldıran Savaşını kazanması ile tüm Doğu Anadolu Osmanlılara bağlandı. Ruslar I. Dünya Savaşında Tunceli’ ye girdiler ise de hakim olamadılar. Bundan başka Tunceli Osmanlı imparatorluğu döneminde hiç istila görmedi.


.............................................................................................................................................
Cumhuriyet ’in İlanından Günümüze

Bugün Tunceli İline bağlı Hozat İlçesi Cumhuriyet öncesi mutasarrıflık iken, Cumhuriyet ’in ilanı ile Dersim Vilayeti haline getirilmiş, 30 Mayıs 1926 tarih ve 887 sayılı kanunla bazı Vilayetlerle birlikte İlçe İdari kuruluşuna dönüştürülmüştür.

Dersim kelimesi, Gümüşkapı anlamına gelmekte olup, kök itibari ile Farsçadır. 25 Aralık 1935 tarih ve 2885 sayılı kanunla geçici merkezi Elazığ İlinin Nazimiye, Hozat, Mazgirt, Ovacık ve Çemişgezek İlçelerinin bağlandığı Tunceli İli teşkil edilmiştir. Aynı tarih ve 2884 sayılı kanunla Tunceli İlinin İdaresi için özel hükümler konarak Korgeneral rütbesinde Vali ve Kumandan yetkisinde bırakılmıştır.

Tunceli İline bağlı 8 ilçesi (Kalan Dahil) özel kanuna göre 01.01.1947 tarihine kadar geçici merkezi bulunan Elazığ’dan idare edilmiş, 30 Aralık 1946 tarih ve 4993 sayılı kanuna göre halen il merkezi olan Kalan Kasabasına nakledilmiştir.

illerimiz - Trabzon

Trabzon


Kent merkezi kuzeyde denizden, güneyde Boztepe''nin üzerine kadar düzgün olmayan teraslar halinde yükselir. Değirmendere, Kuzgundere (ya da Tabakhane) ve Zağnos dereleri yerleşimi güneyden kuzeye derin boğazlarla bölmüştür. Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan ve düzgün olmayan yüksek bir masa formundaki alan üzerinde, kentin bilinen eneski yerleşim kalıntıları tespit edilmiştir. İşte bu nedenle Trabzon adının eski Grekçe masa ya da trapez/yamuk biçimi karşılığı olarak "trapezos" kelimesinden geldiği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Trabzon adına, Trapezos olarak ilk kez, Yunanlı komutan Kesnophon tarafından kaleme alınan, M.Ö. 4. Yüzyılda geçen olayların anlatıldığı "Anabasis" adlı antik kaynakta rastlanmaktadır.
İyon kökenli Miletoslular Batı Anadolu''dan sonra M.Ö. 7. Yüzyılda Karadeniz''e de gelerek kıyılarda koloni kentleri kurmuşlardır. Trabzon da, merkezi Sinop olan bu kolonilerin arasında sayılmaktadır ve birçok araştırmacı, kentin ilk kuruluşu olarak bu dönemi göstermektedir. Oysa Kolkhlar, Driller, Makronlar gibi yerli kavimler Trabzon civarında çok daha önceden beri yaşamaktaydılar.

Aynı yüzyılda Karadeniz Bölgesi Kafkasya''dan gelen Kimmerler ve onların ardından İskitlerin akınlarına uğramıştır. Ancak bu akımların kolonilerin kuruluşundan önce mi yoksa sonra mı olduğu konusu tartışmalıdır. M.Ö. 6. Yüzyılda ise Trabzon Perslerin egemenliğine girerek, Pont Kapadokyası adı verilen satraplık içinde kalmıştır.

Makedonya Kralı Büyük İskender M.Ö. 334 yılında tüm Anadolu''da Pers hakimiyetine son vermiştir.

İskender''in ani ölümünden sonra oluşan karışıklık sırasında Pont satrabı II. Ariantes''in oğlu Mithridates, yerli halkın desteğiyle Karadeniz''de Pontus Devletini kurmuştur. Trabzon, M.Ö. 280 yılında merkezi Amasya olan Pontus devletinin sınırları içinde kalmıştır.

M.Ö. I. Yüzyılda batıda güçlenen Romalılar Anadolu''yu da işgal etmeye başlamışlardır. Roma kralı Pompeius''un Pontus Kralı V. Mithridates''i Kelkit vadisinde bozguna uğratması üzerine Pontus Krallığı dağılmıştır. Böylece Trabzon , M.Ö. 66 yılında Roma yönetimine girmiştir. Roma''da Avgustus''la birlikte M.Ö. 27 yılındanitibaren imparatorluk dönemi başlamıştır. Avgustus''un idari düzenlemesi sonucu Trabzon, Pontus Polemoniacus adı verilen vasallık içinde yer almış, İmparator Tiberius zamanında (M.S. 14-37), diğer bir idare bölüm olan Kapadokya Eyaleti sınırları içinde kalmıştır. İmparator Nero döneminde ise (54-68) serbest kent olma ayrıcalığına kavuşturulmuştur. Trabzon bu dönemde "ünlü" ve "zengin" kent tanımlamasıyla tarihçilerin kitaplarında yer alır. Roma İmparatorluğunun doğu sınırının savunmasına önem veren Vespasian zamanında (69-79) Trabzon, Kapadokya -Galatya Eyaletine dahil edilmiştir.

Ünlü Roma İmparatoru Hadrian Döneminde (117-138) tüm imparatorlukta olduğu gibi Trabzon''da da önemli imar etkinliklerinde bulunulmuş, birçok dini ve askeri binalar ile yollar, su kemerleri ve yakın zamana kadar kalıntıları görülebilen yapay bir liman inşa edilmiştir Hadrian''dan sonra Trabzon''un parlak dönemi sona ermiş, 244 yılında para basma yetkisi elinden alınmıştır. Roma Döneminde basılan Trabzon sikkelerinin ön yüzlerindeRoma İmparatorlarının büstü olmakla birlikte, arka yüzlerinde Pontus Krallığı döneminden beri süregelen kendi mitolojik figürlerine yer verilmiş ve Grekçe yazı kullanılmıştır.

Trabzon, 276 yılında tüm Doğu Karadeniz Bölgesine akınlar yapan Gotların saldırısına uğramış, bu saldırıda tüm kent yakılıp yıkılmıştır. Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde 4. Yüzyılın başında Diocletian Maximian, Constantinius ve Galerius''tan oluşan dörtlü idare zamanında Trabzon''da yeniden bir takım imar etkinliklerinde bulunulduğunu Trabzon Müzesindeki Latince bir kitabeden anlıyoruz.

Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Trabzon, merkezi İstanbul olan Doğu Roma / Bizans İmparatorluğunun sınırları içinde kalmıştır. Bizans İmparatoru Justinianus (527-564) Trabzon''da kent surlarını restore ettirerek yeni bir imar etkinliğini başlatmıştır. Heraclius zamanında (610-641) imparatorluk askeri bölgelere ayrılmaya başlanmış, Trabzon, Teophilos zamanında (829-842) kurulan Khaldia Temasının merkezi olmuştur.

Müslüman Araplar 8. Yüzyılın başlarından itibaren Anadolu''ya düzenledikleri baskınlarda Doğu Karadeniz ve Trabzon''a gelmişlerdir.

Bizans İmparatorluğunun 1204 de IV. Haçlı seferleriyle gelen Latinlerin eline geçmesi üzerine, imparator I. Andronikos Komnenos''un İstanbul''dan kaçan torunları Alexios ve David, Gürcü Kraliçesi Tamara''nın da yardımıyla Trabzon''da 1204 yılında bağımsız olarak Komnenos Krallığını kurmuşlardır. Anadolu Selçukluları ile evlilik bağı oluşturarak ve vergi ödeyerek siyasi varlıklarını sürdürebilen Komnenos Krallığı, I. Manuel Komnenos zamanında (1238-1265) en parlak dönemini yaşamıştır. Gümüşhane''deki gümüş madenlerinin etkisiyle de ekonomik olarak güçlenen Manuel I''in sikkeleri üzerinde "en mutlu" ünvanı yer almaktadır.

I. Bayezid''in 1398 de Samsun yöresini almasından sonra Trabzon Komnenos Krallığı Osmanlı Devletine yıllık vergi ödemek zorunda bırakılmıştır. David Komnenos, iktidarı döneminde (1458-1461) vergi ödemeyi durdurarak, önceden ödediklerini de Akkoyunlu Devleti Sultanı Uzun Hasan aracılığıyla geri istemiş, Osmanlılara karşı Avrupa''daki büyük devletlere ittifak önerisinde bulunmuştur. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet''in öncülüğündeki Osmanlı Kuvvetleri Bölgeyi kuşatarak, 1461 yılında Trabzon''u ele geçirmiş ve Komnenosların egemenliğine son vermiştir.

Trabzon, Osmanlı Döneminde önce eyalet ve sancak olarak şehzade ve mutasarrıflar tarafından idare edilmiştir. İlk sancak beyi Hızır Bey''dir. 1470 yılında sancak beyliği küçük yaşta Şehzade Abdullah''a verilmiş; Abdullah, annesi Şirin Hatunla birlikte 1479 yılına kadar Trabzon''da yaşamıştır. Yavuz Sultan Selim de şehzadeliği sırasında (1491-1512) Trabzon''da Sancak Beyi olarak bulunmuş, sonradan Kanuni ünvanı alacak olan oğlu Sultan Süleyman burada doğmuştur.

Trabzon 16. yüzyılda, merkezi Batum olan Lazistan Sancağı ile birleştirilerek eyalete dönüştürülmüş ve bu yeni idari birimin merkezi olmuştur. 1867 yılında Trabzon''da büyük bir yangın çıkmış, bir çok kamu binası da bu sırada yanmış ve kent daha sonra yeniden düzenlenmiştir. 1868 yılında vilayet olmuş, merkez sancağı dışında Lazistan, Gümüşhane, Canik Sancakları da buraya bağlanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar Trabzon''a saldırır (14 Nisan 1916). Trabzonlulardan oluşan vurucu güçler (Milis), bu saldırı sırasında gerilla savaşı verirler. Bu sıralarda, cepheye gönderilmek üzere Hamidiye Zırhlısının desteğinde Trabzon Limanına gelen cephane Trabzonlu gençlerce büyük bir heyecan içinde boşaltılıp Maçka''ya taşınır.

Çaykara''da Sultan Murat Yaylasında (10 Haziran 1916), Of''ta Baltacı, Arsin''de Yanbolu Derelerinde Ruslara karşı başarılı savaşlar verilmiş, ancak o yıllardaki koşullar altında düşmanın Trabzon''a girmesine engel olunamaz ve Ruslar 14 Nisan l916 yılında Trabzon''a girer. Rusların Trabzon''da kaldığı bir yıl, on ay, on günlük süre içinde özellikle Rumlar ve Ermeniler, yerli halka büyük işkenceler yaparlar; sayısız insan öldürürler.

1917''de Rusya''da "Bolşevik Devrimi" olur, Çarlık Yönetimi yıkılır. Bunun üzerine Rus ordusunda büyük bir panik başlar. Bu Rusların Trabzon''dan çekilmesine de yol açar. Öte yandan, batıdan doğuya doğru kayan ve Karadağ''da toplanan Türk Çeteleri, Akçaabat''a inerek Yüzbaşı Kahraman Bey''in komutasında üç koldan Trabzon''a doğru yürürler ve 24 Şubat 1918 tarihinde Trabzon''a girer.

Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet döneminde Trabzon''a üç kez gelir; l924, 1930 ve 1937 yıllarında, ilk geldikleri 15 Eylül 1924 günü, Trabzonlularca "ATATÜRK GÜNÜ" olarak kabul edilir ve bu kendisine bir telle bildirilir.

illerimiz - Tokat

Tokat


Bilindiği gibi 19. yüzyılın ikinci yansın­da sanayinin gelişmesi, sömürgecilik ve diplomatik ilişkilerin hızlanmasına neden oldu. Bu durum ise aynı zamanda büyük devletler arasında siyasi rekabet, ekonomik çıkar çatışmaları ve anlaşmazlıkları meydana getirdi. I. Dünya savaşı öncesi karışıklıklar merkezi durumuna gelen Avrupa, adeta bir barut fıçısından farksızdı.

Teknik üstünlük kompleksine kapılan Avrupa, Osmanlı Devleti''''ne "Hasta Adam" gözüyle bakıyor ve onu sömürülecek bir devlet; Türk Milleti''''ni de idare edilmeye muhtaç bir millet olarak görüyordu.

Osmanlı Devleti''''ne gelince; I. Dünya Savaşından önce 1911 yılında girdiği Trablusgarb Savaşı''''nda son Afrika topraklarını İtal­ya''''ya kaptırmış, 1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşları''''nda aldığı mağlubiyetle de Rumeli''''deki nüfuzunu kaybetmiştir.

Çanakkale mucizesine rağmen I. Dünya Savaşı''''ndan da yenik ayrılan Osmanlı Devleti, Mondros Mütarekesi gibi haysiyet kırıcı bir antlaşmayı imzalamak mecburiyetinde bırakılmıştır.

Türk Milleti''''ne esaret zinciri vurmaya yönelik mütarekenin imzalanmasıyla Osmanlı Devleti artık resmen değilse bile, fiilen yıkılmış sayılmakta idi.

Türk Milleti, maddi ve manevi bakımdan iyice sarsılmıştı. Memlekette, açlık, sefalet, asayişsizlik ve gelecek konusunda ise ümitsizlik hakimdi.

Ancak, bütün bu olumsuzluklara rağmen, millet egemenliğine dayalı yeni bir Türk Devle­ti kurma fikri ile yola çıkan Mustafa Kemal, Türk Milleti''''nin kurtuluşu yönünde hiç bir za­man ümitsizliğe kapılmadı. O, Türk Milletinin vatanı, bağımsızlığı, bayrağı, namusu... gibi kutsal saydığı değerleri korumada her türlü fe­dakârlıktan kaçınmayacağını çok iyi biliyordu.

Türk Milleti''''ne olan güvenini her fırsatta ifade eden Mustafa Kemal, bilindiği gibi 19 Mayıs 1919 günü Samsun''''a çıkarak Kurtuluş Savaşımız yolunda ilk adımı atmış oldu. Samsun''''da başlayan bu yolculuk Kavak, Havza, Amasya ve Tokat istikametinde devam edecek­tir.

Tokat, Birinci Dünya Savaşı sonlarında Sivas vilayetine bağlı bir sancak merkezi duru­munda idi. Bu tarihlerde nüfusu yüz bini aşan Tokat Sancağı''''nda, Türkler çoğunlukta, Rum ve Ermeniler ise azınlık durumunda idi. Zile, Reşadiye, Niksar ve Erbaa Tokat''''a bağlı kazalardı.

Mondros Mütarekesi''''nin imzalandığı günlerde ve hemen sonrasında Anadolu''''da baş gösteren sıkıntı, şüphesiz Tokat Sancağı halkını da üzmüş ve gelecek hakkında endişeye düşür­müştür. Bilhassa, Tokat''''ta azınlık durumunda olan Rumların, merkezi Samsun olmak üzere Tokat''''ı da içine alan bölgede Pontus Devleti kurmak istemeleri, Tokat halkının tedirginliğini daha da artırmakta idi. Bu durum karşısında Tokat''''ta yaşayan Müslümanlar tedbir amacı ile 25 Şubat 1919 tarihinde "Karadeniz Türkleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" Tokat şubesini kurdular. Bu şubenin bir ay sonra da merkezi İstanbul''''da olan "Vilayeti Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti''''ne" bağlandığı bilinmektedir.

Tokat Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti''''nin yaptığı hizmetler konusunda araştırmacı merhum Halis CİNLİOĞLU''''nun tespitleri şöyledir:

Erzurum Kongresi''''ne gönderilen Rıfat Bey''''in 800 liralık yol harcını ödediler. (O zamanın Müdafaa-i Hukuk Heyeti bu parayı hiç bir yardım görmeden yalnız kendi keselerinden verdiler).

Maraş ve izmir''''de çatışan yurttaşlarımıza "iane" toplandı. Çamaşırlar diktirildi.

Bir yerden diğer yere taşınan "Darüleytâm" talebesine yardım edildi.

Genci harpten dönen esirlerimizin yurtlarına kavuşmalarına çalışıldı.

Şehir içinde yaya Kuva-yı Milliye kuruldu. Çoğu bu gibi işlere yeni atılan gençlerden ibaret olarak bu kuvvet, ihtiyat zabitleri kumandasına verildi.

Şehir dışı için Mütevellioğlu Nuri Bey kumandasında süvari "Kuva-yı Milliye" kurul­du.

Numara kullanan, adlarını ve sayılarını saklayan adamları vasıtasıyla olan biten işlerden haber alınmaya çalışıldı.

Tokat Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti İdare Heyeti''''nde görev alanlar: Tahir Rüştü. Hacı Hüsnü, Rıfat (Hamamcıoğlu), Nuri (Mütevelli­oğlu), Mehmet (Yağcıoğlu), Vahap (Baloğlu). İbrahim (Yoğurtçuoğlu), Fuat (Evliyaoğlu), Hacı Mustafa (Müftükâtipoğlu), Hafız Agah (Emekli Komiser), İzzet (Gençağaoğlu). Remzi (Doktor), Fehmi (Celepoğlu), Şevki (Emekli Binbaşı), Vehbi (Muhasebecioğlu) ve Salih (Bekçioğlu) beylerdir.

15 Mayıs 1919''''da Yunanlıların İzmir''''i işgal etmeleri Tokat halkı tarafından tepkiyle karşılanır. Tokat ve kazalarında Redd-i İlhak Cemiyetleri kuruldu. Yunan işgalini protesto et­mek amacıyla da 20 Haziran 1919 günü Niksar''''da miting yapıldı. Niksar halkı nümayiş (miting) sonunda alınan kararları "Redd-i İlhak Cemiyeti Reisi Mahir" imzasıyla itilaf Devletleri temsilcileri ile A.B.D. Cumhurbaşkanı Wilson''''a gönderir. Bu kararlarda "Biz Türk olan her vatan parçasının Türk kalmasını istiyoruz. Siz de buna söz vermiş idiniz. Şimdi ise sözü­nüzde durmadığınızı görüyoruz. Anadolu''''ya uzatılacak bir tecavüz bizi öldürmek için uzatılan bir adımdır. İnsaniyet ve adalet namına suikastten vazgeçiniz." denilmektedir.

Bu arada, 1. Dünya Savaşı''''ndan dönen ihtiyat Zabitleri Tokat''''ta "İhtiyat Zabitleri Teavün Cemiyeti" adı altında bir cemiyet kurdular. Bu cemiyeti kuranlar hem kendi aralarında yardımlaşmayı sağlamak hem de memleket davalarıyla ilgilenmek amacıyla ortaya çıkmışlardır. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti''''nin çalışmalarını yeterli görmeyen ihtiyat Zabitleri: "Memleketin derin yaralarını saracak vatanperver adamları göremiyoruz. Kuvvetli bir heyet yoktur ki, Tokat''''ı bu hususta tanıtabilsin. Kendilerini idareden aciz adamlar, bu tehlikeli zamanlarda Tokat halkım nasıl yönetecekler?" diyerek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti İdari Hey eti''''ne gençlerin de alınmasını istemişlerdi. Sonunda istekleri yerine getirilerek gençlerin de Müdafa-i Hukuk Cemiyeti''''ne girmeleri sağlanmıştır. Bu durum Tokat''''taki mücadele azmine daha da güç kazandırmıştır.

9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu''''ya gön­derilen Mustafa Kemal Paşa, 26/27 Haziran 1919 gecesini Tokat''''ta geçirdi ve ertesi sabah Sivas''''a hareket etti. Mustafa Kemal Tokat''''a geldiğinde Belediye binasında şehrin ileri ge­lenleriyle bir toplantı yaparak memleketin duru­mu hakkında genel bilgi verdikten sonra Milli Mücadele''''nin kaçınılmaz olduğu konusunda Tokatlıları ikna etti. Tabii bu arada Mustafa Ke­mal Paşa''''nın bazı engellerle karşılaştığımı belirt­mek gerekir. Mesela, Sivas''''a hareketi sırasında Sivas Valisi Reşit Paşa, Mustafa Kemal''''i tevkif etmesi için özel olarak görevlendirilir. Ancak Mustafa Kemal Paşa, tedbirliliği ve ince zekâsı sayesinde bu engelleri aşmayı başarmıştır.

23 Temmuz 1919''''da toplanan Erzurum Kongresi''''nde vatanın bütünlüğü ve milletin is­tiklâli ile ilgili kararların alındığı bilinmektedir. Bu kongreye Tokat''''tan Rıfat (Hamamcıoğlu) Bey ile Sabri Efendi (Emekli Askeri Kâtip) katılmışlardır. Rıfat Bey, kongrede yaptığı konuş­mada davalarının "Hak ve istiklal" davası olduğunu belirtmiştir. Sivas Kongresi''''ne Tokat''''tan temsilci katılmamasına rağmen, Erzurum Kongresi''''nde Temsil Heyeti üyeliğine seçilen Bekir Sami Bey''''in Tokatlı olmasından dolayı Tokat''''ın Sivas Kongresi''''nde temsil edilmiş ol­duğunu söyleyebiliriz.

Sivas Kongresi sona erdikten hemen sonra Temsil Heyeti, Damat Ferid Paşa hükümetini istifaya zorlamak amacıyla İstanbul ile haberleşmeyi kesme kararı aldı. Alınan bu karara Tokat da aynen uymuştur. 12 Ocak 1920''''de açılan son Osmanlı Mebusan Meclisi''''nde Tokat, Ahmet ve Şevki Beyler ile Ömer Fevzi Efendi tarafından temsil edilmiştir.

İstanbul''''un İngilizler tarafından işgal edilmesi ve İngilizlerin Meclis-i Mebusan''''ı basarak bazı Mebusları tutuklayıp sürgüne göndermeleri, diğer illerde olduğu gibi Tokat''''ta da nefretle karşılandı. Türk Milleti''''ne yapılan bu haksızlıkları protesto etmek için Tokat ve kazalarında mitingler tertip edildi. Ayrıca, bu vahim olayı kınamak amacıyla itilaf Devletleri mümessillerine telgraflar çekildi.

İstanbul''''un işgali ve Mebuslar Meclisi''''nin dağıtılmasından sonra artık İstanbul''''un dışında yeni bir hükümet kurma fikri iyice kuvvet kazanmaya başladı. Nihayet, 23 Nisan 1920''''de Ankara''''da açılan TBMM İstanbul''''u tanımadığını ilan etmek suretiyle Türk Milleti''''nin kurtarılması görevini üzerine almış oldu. Açılan bu yeni mecliste Tokat''''ı temsil eden milletvekilleri ise; Rıfat (Hamamcıoğlu) Bey, Hamdi (Mütevellioğlu) Bey, Mustafa Vasfi (Süsoy) Bey, Nazım (Eski Harput Valisi) Bey ve İzzet (Gençağaoğlu) Bey''''dir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi''''nin açıl­ması kararını tepkiyle karşılayan İstanbul Hü­kümeti, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efen­di''''ye 11 Nisan 1920''''de bir fetva verdirerek bu yolla Kuva-yı Milliye ruhunu yok etmeye çalış­tı. Anadolu''''nun her tarafına duyurulan bu fetva bazı bölgelerde etkisini göstererek isyanların çıkmasına sebep oldu. Nitekim, 14 Mayıs 1920 günü Postacı Nazım adında biri, Sivas''''ın Yıldızeli kazasına bağlı Kaman köyünde isyan etti. Bu isyana karşı tedbir maksadıyla Tokat''''ta 50 kişilik Kuva-yı Milliye kuruldu. Ayrıca Köprü­başı, Niksar Yolu, Çay, Beybağı ve Erenler ma­hallelerinde dışarıdan gelebilecek bir tehlikeye karşı kuvvet bulunduruldu. Bu arada Niksar ve nahiyelerinden de yardım sağlandı.

9 Mayıs 1920''''de Postacı Nazım Yenihan Kaymakamlığı''''na gönderdiği mektupta: "Kavak''''ta verilen söze itimadan milletçe muhafaza! sükuna karar verilmişken, 50 kişilik bir müfre­zenin sevk edilmesinden arada itimat kalmadı. İsteklerimize tahriri cevap alamaz isek muhafa­za! sükunu mevcut kuvvetimizle ihlâl edeceğiz" diyordu. Bu isyanın bastırılması için Mustafa Kemal, Zile''''de bulunan 3. Kolordu Komutanı

Sefahattin Bey''''i görevlendirdi. Merkezi Amas­ya''''da bulunan 5. Kafkas tümeni Komutanı Yarbay Cemil Cahit (Toydemir) 3. Kolordu''''dan al­dığı emir üzerine bir tabur askeri Zile yoluyla Artova''''ya, bir başka taburu da Tokat''''tan Yıldızeli''''ne gönderdi. Ancak, gönderilen bu birlikler asiler karşısında başırılı olamadılar. Bu durumdan iyice cesaret alan asiler Zile''''yi işgal ettiler. Tümen komutanı Yarbay Cemil Cahit, Yıldızeli''''nde bulunan askeri birliğin de desteği ile Zile''''ye girdi ve burayı işgalden kurtardı. Suçlular ve asiler yakalanarak ağır şekilde cezalandırıldı. Postacı Nazım, Samsun bölgesinde yakalanarak Amasya''''ya getirildi ve idam edildi.

illerimiz - Tekirdag

Tekirdağ


ÜÇ KEMALLER DİYARI TEKİRDAĞ

Tekirdağ ve topraklarını “Üç Kemaller Diyarı” olarak nitelemek yanlış olmaz. Atatürk’ün hürriyet aşkının ilk kıvılcımlarını aldığı vatan ve özgürlük şairi Namık Kemal Tekirdağ’lıdır. İkinci Kemal, Mustafa Kemal Atatürk’tür. Topraklarını önemli tarihsel olaylarla ilgili olarak beş kez şereflendirdiği Tekirdağ’da; 23 Ağustos 1928 tarihinde harf devrimi ile ilgili olarak Tekirdağ ve Tekirdağ’lılardan memnunluğunu şu içten sözlerle ifade ediyordu; “…az zaman sonra ve Türk harfleriyle, göz kamaştırıcı Türk manevi inkişafının vasıl olabileceği kudret ve itibarın beynelmilel seviyesini gözlerimi kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki, bu manzara beni gayşediyor (Kendimden geçiriyor). Ben yalnız bu gün Tekirdağlılarda sezdiğim ruh ve hissihalete, yalnız buna dahi istinaden kat’i olarak beyan edebilirim ki, bütün Türk Milleti bu mesele de benim gördüğümü, benim hissettiğimi aynen görmekte ve hissetmektedir...”

“Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ” derken, üçüncü Kemal, gene Balkanlar’da (Üsküp) doğmuş büyük şair Yahya Kemal Beyatlı’dır. Kendisi; Atatürk döneminde 1 Mart 1935’te V.Dönem ve 3 Nisan 1939’da VI.Dönem Tekirdağ Milletvekilliğini yapmış, Tekirdağ’a olan bağlılığını ve ilgisini şiirinde “Fetihler Ufku Tekirdağ” sözleriyle ifade etmiştir. İşte bu nedenle Tekirdağ’dan “Üç Kemaller Diyarı Tekirdağ” diye söz etmek yanlış ve anlamsız sayılmamalıdır

illerimiz - Sirnak

Şırnak


Sınırlarının 4/1 Doğu Anadolu Bölgesi, 4/3'ü Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunmaktadır. İlimiz kuzeyde Siirt, batıda Mardin, Kuzeydoğuda Van, doğuda Hakkari, güneyde Irak ve Suriye Devletleri ile komşudur. İlçeleri; Beytüşşebap, Cizre, İdil, Güçlükonak, Silopi ve Uludere'dir. İlimize bağlı 6 ilçe, 137 köy ve 64 mezra olmak üzere toplam 221 yerleşim birimi mevcuttur.

İlçelerimizin ilimize uzaklıkları şöyledir: Yüzölçümü :6904 Km Rakımı :1400 M. Cizre : 46 Km. Silopi : 75 Km. İdil : 75 Km. Uludere : 50 Km. Beytüşşebap :111 Km. Güçlükonak : 83 Km.dir.

TARİHÇESİ: Çok eski bir geçmişe sahip olan Şırnak ilinin tarihi Katip Çelebinin 17.yy'da yazdığı "Seyahatname" isimli kitabına göre Nuh tufanı öncesine kadar dayanır. Bu rivayete göre Nuh'un gemisinin ilimiz sınırları içerisinde bulunan yüksekliği 2089 metreye kadar uzanan Cudi dağının tepesinde bulunduğu rivayet edilir.

İlimiz genelinde Km kareye 45 kişi düşmektedir. İlimiz nüfusunun büyük kısmını Kürt nüfusu oluşturmaktadır. Az sayıda İdil ilçesinde Süryani nüfus bulunmaktadır. İlimizde, iklim koşulları ve dağlık arazi nedeniyle, yerleşim birimleri oldukça dağınık ve son derece elverişsiz bir durumdadır. Sık sık yaşanan terör olayları nedeniyle yöre halkı küçük yerleşim birimlerini terk etmek zorunda kalmıştır. İlimizin geçim kaynakları madencilik, sınır ticareti, küçük esnaflık ve kısmen de olsa hayvancılıktır.

illerimiz - Sanliurfa

Şanlıurfa


PEYGAMBERLER ŞEHRİ ŞANLIURFA

:Güneydoğu Anadolu Bölgesi''nin Orta Fırat Bölümü''nde bulunan Şanlıurfa, doğuda Mardin, kuzeydoğuda Diyarbakır, kuzey batıda Adıyaman, batıda Gaziantep ve güneyde Suriye toprakları ile çevrelenmiş bir sınır şehridir.Şanlıurfa, coğrafi özelliği nedeniyle üzerinde birçok bağımsız devlet ve beyliğin kurulmuş olduğu, değişik kültürel oluşumların kaynaştığı bir yerleşim olmuştur. Gerek tarihinin başladığı ilkçağlarda ve gerekse diğer devirlerde Şanlıurfa, hemen her zaman Doğu ile Batı kültürleri arasında bir köprü olmuştur. Doğu'' ya Batı'' ya bağlayan ticari ve askeri yolların buradan geçmesi Şanlıurfa''ya geçmiş dönemlerde büyük önem kazandırmıştır.

Bu tarihi şehrin, ilk kuruluşu hakkında kesin bilgiler yoktur. Meşhur Arap tarihçisi Ebul Faraç''a göre Şanlıurfa, Nuh Tufanı''ndan sonra yeryüzünde kurulan ilk yedi yerleşim merkezinin ilki ve en önemlisidir. Hz. Adem (A.S.)''ın çiftçilik yaptığı, Hz. İbrahim Halil, Hz. Eyyüp, Hz. Şuayp, Hz. Elyasa gibi peygamberlerin yaşadığı bu bölge bugün "Peygamberler Şehri" diye anılmaktadır. Hatta Hıristiyanlar, Hz. İsa''nın mendilinin Şanlıurfa''da bulunmuş olmasından dolayı buraya Dir-Mesih adını vermişlerdir. Şanlıurfa''nın yüzyıllar boyu ayakta durmuş olması, manevi bir himayenin eseri olsa gerektir.

illerimiz - Sivas

Sivas


Sivas Bölgesinin M.O. 7000 - 5000'li yıllardan itibaren (Neolitik Dönem) iskan edildiği anlaşılmaktadır. Bölge coğrafi yapısı gereği arkeoloji literatüründe Doğu Kapodokya'diyede adlandırılır.
Anadoluda M.d. 1800 lü yıllarda ilk siyasi birliği kurarak imparatorluğa geçen Hititler'in yerleşim alanları içerisinde bulunan Sivas, Firigyalıların, Lidyalıların, Romalıların ve Bizanslıların egemenliğinde, Diapolls ve Sebastgibi isimler de almıştır.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın komutanlarından Emir Danişment 1071 de Sivas'ı fethederek Danişrnent Beyliğini kurmuştur.
Sultan İzzettin Keykavus Sivas'ı 1220 yılında Selçuklu Devletinin başkenti yapmış, 1343 8217 te Eratna Devleti, de Kadıburhanettin Devleti Sivas'ta kurulmuş....
1413 yılında Sivas Osmanhılar'ın egemenliğine girdikten sonra Eyalet-i Rum adı altında Amasya, Çorum, Yozgat, Divriği, Samsun ve Arapkir şehirlerini kapsayan geniş bir bölgenin eyalet merkezi olmuştur.
Milli mücadelenin en önemli tarihlerinden biri olan 4 Eylül da Büyük Atatürk'ün BaşkanIığında Sivas Kongresi Sivasımızda toplanmış ve yeni Türkiye Curnhuriyeti'nin temelleri Sivasta atılmıştir.
Kısa Genel Bilgiler:
Sivas Adı!...
Rivâyete göre Sivas kurulmadan önce ulu ağaçlar altında kaynayan üç pınar varmış. Bu pınar Allahü teâlâya şükür, ana ve babaya minnet ve küçüklere şefkat duygularını ifâde edermiş. Bu üç pınara "Sipas Suyu" denirmiş. Zamanla mukaddes sayılan bu üç pınarın etrâfında küçük bir yerleşim merkezi kurulmuş ve "Sipas" ismi verilmiştir. Diğer bir rivâyete göre ise Sivas ismi eski kavimlerden"Sibasipler"den gelmektedir. Başka bir rivâyete göre "Ogüst şehri" mânâsına gelen "Sebast" kelimesinden gelmektedir. Sivas ilk çağlarda Talavra, Megalapolis, Karana ve Diyapolis isimleriyle anılmıştır.
Sivas ismi için en kuvvetli rivâyet, Selçuklu Oğuz Türklerinin lehçesinde "üç değirmen" mânâsına gelen "Sebast" kelimesinden gelmiş olmasıdır. Sebast ismi zamanla halk dilinde Sivas olarak yerleşmiştir.

illerimiz - Sinop

Sinop


Sinop Coğrafyası

Kuruçeşme Sokağı

Sinop, Karadeniz kıyı şeridinin kuzeye doğru sivrilerek uzanmış bulunan Boztepe yarımadası üzerinde kurulmuştur. Batı ve Doğu Karadeniz Bölgeleri arasında bir geçiş bölgesinde yer alan il toprakları 41, 2-43, 5 paralelleri ve 34, 5-35, 5 meridyenleri arasında bulunmaktadır.

Sinop 5.862 Km2''lik yüzölçümüyle Türkiye topraklarının % 8''ini kaplar. İl doğudan Samsun''un Alaçam, güneyden Samsun''un Vezirköprü, Çorum''un Osmancık, Kargı, Kastamonu''nun Taşköprü, batıdan Kastamonu''nun Taşköprü ve Çatalzeytin ilçeleriyle çevrilidir. 475 Km. uzunluğundaki sınırlarının 300 Km.si kara, 175 km.si denizdir.

İl olarak 8 ilçesi (Merkez ilçe hariç), 2 beldesi, 11 belediyesi ve 465 köyü bulunmaktadır.

İlin nüfusu 2000 sayımına göre 225.574 olup, aynı sayıma göre İl Merkezinin nüfusu 30.502''dir. İlçeleri, Merkez, Ayancık, Boyabat, Dikmen, Durağan, Erfelek, Gerze, Saraydüzü, Türkeli''dir.

Şehrin kuzeybatısında Akliman, güneydoğusunda bulunan Hamsilos koyu, eski devirlerin barınak yerlerindendir.

Dağlar


Sinop ormanlık dağları

İl''deki yeryüzü şekillerinin ağırlık bölümü (%74,3) oluşturan dağların yükseltileri pek fazla değildir. Sinop genel olarak engebelidir. Karadeniz kıyılarından iç kısımlara doğru görülür derecede yükselme vardır. Yüksek dağlar, daha çok doğuda ve kuzeybatıdadır. İl''in doğu tarafını Kuzey Anadolu dağlarının kolları çevreler. Bu dağlar, Karadeniz kıyısına paralel uzanırlar. Bölgedeki dağlar sık, dik ve sert değildir. En yüksek dağın 2000 m.yi aştığı görülmez.

AYANCIK''ta: Çangal Dağı 1.065 m., Zindan Dağı 1.750 m .dir.
DİKMEN''de: Göktepe Dağı 1.200m .
GERZE''de : Elma ve Köse Dağları 900 m.dir. Dıranaz 1.345 m. dir.
BOYABAT''ta: Elekdağı 1.400 m .dir.

Bu dağlar ormanlarla kaplıdır. Güneye inildikçe, iç Anadolu''ya yaklaştıkça orman azalır.

Yaylalar


Kurugöl Yaylası

Sinop yakınlarında yayla yoktur. Boyabat ve Gerze ilçeleri yayla bakımından oldukça zengindir. Durağan ve Boyabat''ta Mehmetli, Aluç, Marif, Gün­düzlü, Darıözü, Doğaçam, Yaylacık, Uzunöz, Sakızlı, Bayat, Yassıalan, Gökalan, Buzluk yaylaları vardır. Gerze''de Altmışdört, Güdek oğlu, Avlağısökü, Kuzfındık, Çam Altınyayla bulunmaktadır. Türkeli ilçesinde de Kurugöl yaylası bulunmaktadır.


Sinop ovaları

Sinop''ta ovalar genellikle kıyı ya da ırmak ovalaridır. Daha ziyade büyük düzlükler halindedir. En önemlisi Boyabat Ovasıdır. Bu ovayı Gökırmak, Arım, Gazidere, Asarcık ovaları meydana getirir. Yüksek dağlar arasında uzanan bu ovalar çok verimli ve sulaktır. Gavur ovası da denilen Karasu Ovası ile Akliman yöresindeki Aksaz ve Sarıkum ovaları kıyı ovalarıdır. Bu ovalar, yer yer bataklık durumundadır.

Vadiler

Arap Yaylası - Çatak köyü

Sinop''ta Boyabat ve Durağan ilçeleri çevresinde yer alan ve Kızılırmak''sın kollarından olan Gökırmak Vadisi dışında büyük vadi yoktur. Bununla birlikte küçük akar sularca açılmış çok sayıda küçük vadi vardır. Bunlar il topraklarını engebeli hale getirmiş oluşumlardır. Gökırmak Vadisinden başka Ayancık Vadisi, Kabusu Vadisi, Kanlıdere Vadisi sayılabilir.

Akarsular

Sinop akarsuları

Sinop, yağışlı bir bölge olduğundan her tarafta çay ve derelere rastlanır. Bu akarsular, yağmur ve kar sularıyla beslenir. Sular yağmur mevsiminde çoğalır, dereler kabarır. Yaz aylarında azalır ya da kurur.

Çay ve nehirler ulaşıma elverişli değildir. Yatakları taşlı, akışları hızlıdır. Sulamada ve orman ürünlerinin taşınmasında yararlanılır. Hepsi Karadeniz''e dökülür.

Başlıcaları şunlardır:

Gökırmak: Kastamonu''dan çıkar. Daday''da Ballıdağ eteklerinden inen sular, Daday Çayı''nı oluşturur. Bu çay Taşköprü''nün Gölveren kesimin­de Kastamonu''nun içinden geçen bir suyla birleşerek Gökırmak adını alır. Gökırmak Boyabat Ovası''nı sular ve doğuda Kızılırmak''a karışır.

Kızılırmak: İlin güneydoğu sınırlarını çizer. Yurdumuzun en uzun nehri olan Kızılırmak, büyük kollarından Gökırmak''ı Sinop''tan alır.

Tepeçay: Sinop''un Türkeli ilçesi ile Kastamonu''nun Çatalzeytin ilçesi arasında sınır oluşturur. Denize döküldüğü yerde hayli genişler.

Ayardın Deresi: 1.000 m yükseltide Çatakgeriş Köyü yakınlarından doğar. Türkeli ilçe merkezinin hemen doğusundan denize dökülür. Uzunluğu 240 km. kadardır.

Ayancık Çayı: Küre Dağları''ndan kaynaklanan çok sayıda küçük derenin birleşmesinden oluşmuştur. Uzunluğu 90 km. kadardır, ilçe merkezin­den denize dökülür.

Karasu Çayı: Küre Dağları''nda, Gündüzlü Ormanları''ndan doğar. Uzunluğu 80 km.dir. Sinop''un 8 km. batısından denize dökülür.

Çakıroğlu Çayı: Dıranaz Dağları''ndan doğar. Gerze-Sinop arasında Çakıroğlu yöresinde denize dökülür. Denize döküldüğü yerde küçük bir delta oluşturur.

Kanlı Çay: Uzunöz Dağları''nın eteklerinden doğar. Çok sayıda küçük kolu vardır. Çayağzı denilen yerde denize dökülür.

Göller

Sarıkum gölü

Sinop''ta çok sayıda doğal göl vardır. Bunların tamamı çeşitli jeolojik zamanlarda oluşmuştur. Başlıcaları şunlardır:

Sarıkum Gölü: Sinop yarımadasının batısında yer alan Sarıkum Gölü, il merkezine 21 km. uzaklıktadır. Gölün uzunluğu 2 Km., genişliği 750 m. ve alanı 400 hektardır. Deniz düzeyinde olan gölün sulari kışın çoğalır, yazın azalır. Küçük akarsularla beslenen gölün fazla suları denize dökülmektedir.

Aksaz Gölü: Karagöl''ün kuzeydoğusunda yer alan Aksaz Gölü, denizle hemen hemen aynı düzeydedir. Yılın büyük bir bölümünde saz ve kamışlarla kaplı olan gölün yüzölçümü 200 hektardır. Yağışlı dönemlerde ise gölün suları denize ulaşır.

Karagöl: Akliman''a yakın bir bölgede Aksaz ve Sankum Gölleri yakınında yer alan, deniz düzeyindedir. Yüzölçümü 80 hektar dolayındadır. Denize uzaklığı 40-50 m. kadar olan gölün suları kışın artar, yazın ise göl kurur.

Sülük Gölü: Sinop yarımadasının üzerindedir. Yükseltisi 210 m. dolayında olan Sülük Gölü, eski bir yanardağ krateridir. Derinliği 1-2 m.dir Yaz mevsiminde kurur.

Akgöl: Ayancık İlçesi''nin güneyinde Ayancık Boyabat yolunun 31. Km.de, 4 Km. içeride yer alan Akgöl, çevresinde sık çanı ormanlarının oluşturduğu çangal ve Akgöl ormanlan içinde bulunmaktadır.

Bitki Örtüsü

Doğa manzarası

Sinop yöresi, Karadeniz ikliminin bir özelliği olarak her zaman yağış aldığından orman ve bitki örtüsüyle kaplıdır. Ormanlar hem zengin hem de çeşitlidir. Çam, köknar, meşe, gürgen, kayın, dişbudak, karaağaç ve kavak başlıca türlerdir. Ağaç denizi olarak nitelendirilen Çangal Ormanları, Ayancık, Türkeli ve Boyabat yörelerini kaplar. Dıranaz, Göktepe, Soğuksu ve Elekdağı Ormanları da hem önemli doğal güzellikleri oluşturur, hem de ekonomik yönden büyük değer taşır.

Ormanların altında yaban menekşesi, çuha çiçeği, mayıs karanfili, küçük kırlangıç otu, ciğer otu gibi bitkilere de rastlanır.

Sinop yöresindeki bitki örtüsü, çok çeşitli ağaç türlerinden oluşmuştur. Kıyı şeridinde Akdeniz bitkileri de görülür. Meşe, defne, karaağaç, çınar, fın­dık, kızılcık, kayın, gürgen, karaçam ve sarıçamdan oluşan bu bitki örtüsü, yükseltinin 1.800 m.ye ulaş­tığı kesime kadar yayılır.

İlin güneyine doğru gidildikçe iklim kuraklaşmaya başlar. Bu kesimde kuzeydeki gür bitki örtüsünün yerini bozkır bitkileri alır.

İklim Verileri

Sinop, Doğu ve Batı Karadeniz iklim özellikleri­nin içiçe geçtiği bir yöredir, ilde mevsimler arası sıcaklık farkları pek büyük değildir, ilin kuzey kesiminde Karadeniz iklim tipi görülür, güney kesimlerinde ise Karadeniz ikliminin etkisi giderek azalır. Burada yağışlar azalır, sıcaklık düşer ve bozkır ikliminin etkileri görülür.

Sıcaklık

Sinop İl Merkezinde yıllık sıcaklık ortalaması 14 derece, en yüksek sıcaklık 29.4 derece, en dü­şük sıcaklık -2 derecedir. Yıllık nispi nem ortalaması % 78''dir.

Kaynak: Sinop İl Yıllığı, 1993


Sinop''ta Gezilecek Yerler

Sinop Kalesi

SİNOP KALESİ:

M.Ö. 7. y.y. da şehri korumak amacıyla yarımadanın üzerine kurulmuştur. Roma, Bizans ve Selçuklular döneminde onarılarak kullanılmıştır. Günümüzde hâlâ özelliğini koruyan kalenin 2050 m. uzunluğu, 25 m. yüksekliği, 3 m. genişliği olup, iki ana giriş kapısı bulunmaktadır. Kale duvarı şehri çevrelemektedir.

Cezaevi surları

SİNOP CEZAEVİ:

Tersane alanında iç kalenin ortasında etrafı yüksek kale bedenleriyle çevrili alandır. Bu özelliğinden dolayı mahkumların kaçışını imkansız kılmıştır. Cezaevi Osmanlılar döneminde 1877 yılında kullanılmaya başlanmıştır.

Paşa Tabyası

PAŞA TABYASI:

Yarım adanın güney doğusunda 19. y.y. da Osmanlı Rus savaşları sırasında denizden gelen tehlikeleri önlemek amacıyla yapılmıştır. Yarım ay şeklindedir. 11 top yatağı bulunan cephanelik ve mahzenlerden oluşmaktadır.

Çömlek Örneği - Sinop Müzesi

SİNOP MÜZESİ:

Şehir merkezinde bulunmaktadır. Sinop kazılarında ve çevresinde bulunan eserler sergilenmektedir. Müze bünyesinde Prehistorik, Helenistik, Roma, Bizans, Etnoğrafik eserler ile, Sinop çevresinden toplanmış ikonalar bulunmaktadır.

İkona Detayı - Sinop Müzesi

İKONALAR:

Sinop Müzesi''nde teşhir edilen eserler arasında ayrı bir yeri ve önemi bulunan, sanat tarihi bakımından seçkin bir örnek teşkil eden ikona koleksiyonudur. Koleksiyonda yer alan ikonalar; İkona Aziz Minas, Melek Mihail, İkona İsa, İkona Meleklerin Düşmanlarla Savaşı, İkona İsa ve Meryem, İkona Büyük Ruh, İsa ve Azizler yer almaktadır.

AKLİMAN:

Şehre 9 km. uzaklıktadır. Kilometrelerce uzanan ince beyaz kumu, ormanla denizin adeta kucaklaştığı orman içi piknik ve mesire yerleriyle ünlüdür. Kumsal boyunca plajlar, kamp-çadır yerleriyle moteller bulunmaktadır.

Hamsilos Koyu

HAMSİLOS:

Akliman piknik alanına 1 km. uzaklıktadır. Denizin kara içine bir ırmak gibi girdiği, çevresi çam ağaçlarıyla kaplı, güzelliğine doyum olmayan Hamsilos Fiyordu, Türkiye''nin tek fiyordudur.


Erfelek Şelaleleri

ERFELEK TATLICA ŞELALELERİ:

İl merkezine 42 km. uzaklıkta, Erfelek ilçesi Tatlıca köyü sınırları içerisindedir. Aynı vadi içinde ardarda sıralanmış 28 irili ufaklı şelaladen oluşmuştur. Bu özelliği ile dünyada benzeri yoktur. Dar ve 2 km. uzunlukta bir vadi içinde, şelaleler kenarında, kayın ormanları içinde yapılacak iki saatlik yürüyüş oldukça zevkli ve heyecanlıdır. Doğal sit alanı olan bölgede trekking, piknik, gezi ve av turizmi olanakları sağlanmaktadır. Bölgede yeme içme, haberleşme ve kamp çalışmaları ile ilgili iyileştirme çalışmaları devam etmektedir.

İnaltı Mağarası

İNALTI MAĞARASI VE AKGÖL:

Her ikisi de Ayancık ilçesi sınırları içerisindedir. İnaltı mağarası köknar ormanlarının ortasında 1070 m. yükseklikteki bir yaylada yer almaktadır. Ayancık ilçesinden 50 km. ve İnaltı köyü yakınlarındaki Akgöl''den 6 km. uzaklıktadır. Mağaranın gerçek derinliği bugüne kadar ortaya çıkarılamamıştır. Bugüne kadar sadece 2200 m. derinliğe kadar olan bölge keşfedilebilmiştir. Ortalama 15 m. yüksekliğe ve 12 m. genişliğe sahiptir. Muhteşem sarkıtları ve dikitleri hala oluşma safhasında bulunmaktadır. İnaltı mağarası jeolojik olarak kireçtaşı katmanlarında oluşmuştur. İnaltı mağarasına giderken yolda muhteşem ormanların ve derin vadilerin güzelliğinin tadını çıkarabilirsiniz.
Ayancık ilçesinin güneyinde bulunan Akgöl, Ayancık-Boyabat karayolunun 31. km''sinden 4 km. kadar içeride yer almaktadır. Çam ormanları ve Çangal ormanı ile çevrilidir. Elektrik üretimi için 1926''da inşa edilen bu baraj gölünün çevresinde çok güzel piknik yerleri bulunmaktadır.


Akgöl manzarası

KARAKUM YÖRESİ:

Kente 2 km. uzaklıktadır. Sinop yarım adasını çevreleyen yol üzerindedir. Mevcut plajları harika simsiyah kuma sahiptir. Kamu ve özel kişilere ait oteller, tatil köyü, kafe, restoran, bungalov tipi evler, kamp, çadır yerleri bulunmaktadır. Sinop halkının yürüyüş parkurudur.

Karakum Plajı

BAHÇELER MEVKİİ:

Şehrin girişinde iç limana bakan kısımda ağaçlarla kaplı kumsalı ve plajı bulunan mesire, piknik, kamp ve çadır alanıdır. Yanında kamu kuruluşlarının sosyal tesisleri bulunmaktadır.


MOBİL MEVKİİ:

Gelincik mahallesinin devamıdır. Plajları, otel, motel ve restaurantlarıyla güzel bir tatil yeridir.

illerimiz - Siirt

Siirt


GENEL KONUM

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 41° 57'' doğu boylamı ve 37° -55'' kuzey enlemi üzerinde yer alan Siirt doğudan Şırnak ve Van, kuzeyden Batman ve Bitlis, batıdan Batman, güneyden Mardin ve Şırnak İlleri ile çevrilidir. İl topraklarının büyük bölümü dağlarla kaplıdır. Kuzeyde Muş Güneyi Dağları, doğuda Siirt Doğusu Dağları İl’in doğal sınırlarını oluşturan sıra dağlardır. 1990 yılında değişen sınırlardan sonra Siirt İli ’nin yüzölçümü 6.186 Km²’ye inmiş Km² ’ ye ise 42 kişi düşmüştür. 1997 yılı nüfus sayımına göre 263.258 kişilik nüfusuyla Türkiye toplam nüfusunun %4’ünü barındırmaktadır.

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ

İl toprakları asıl görünümünü III. Zaman’da kazanmıştır. Şiddetli kıvrılma ve kırılmalara uğrayan il alanı, üst-eosen ve oligosen boyunca deniz dışında kalarak aşınmış ve bir yarı ova (peneplen) niteliği kazanmıştır. Üst-miyosende Doğu Anadolu genel olarak yükselirken, il alanı da blok halinde yükselmiş ve Güneydoğu Torosları oluşmuştur. Bu yükselme hareketleri sırasında il alanının güneybatısını da içine alan güçlü çöküntü alanları ortaya çıkmıştır.G.doğu Torosları esnekliğini yitirmiş ve sertleşmiş kesimlerinde ortaya çıkan çöküntü olukları, akarsularca aşın dırılarak batı, güneybatı ve güney yönünde uzanan vadilere dönüştürülmüştür. Bir yandan vadi ler oluşurken, bir yandan da özellikle çöküntü alanlarında hızla genişleyen vadi tabanlarında IV. Zaman boyunca çeşitli taşınma maddelerden oluşan düzlükler ortaya çıkmıştır..

DAĞLAR

İlimizde yeryüzü şekilleri daha çok yüksek dağ ile platolardan oluşmaktadır. Siirt’ in kuzeyi ve doğusu yüksek ve sarp kesimlerdir.Genel olarak Güneydoğu Toroslar adıyla anılan bu dağ sırası, doğudan güneydoğuya genişçe bir yay çizerek Hakkari Dağları’yla birleşmektedir. Dicle Vadisi'' ne eğimli olan bu yüksek ve sarp kesimde yer alan önemli dağlar ve bunların özellikleri şöyle sıralanabilir.

SİİRT DOĞUSU DAĞLARI

Muş Güneyi Dağları’ ndan sonra,Bitlis Çayı Vadisi’nin doğusunda, dağlar güneye doğru açılarak Siirt’in doğusunu kaplar. Yükseltisi hızla azalarak Güneydoğu düzlükleri’ne doğru sokulan bu dağlar, bir yandan da Hakkari Dağları’yla birleşir. Siirt doğusu dağları genellikle tek tek kütleler halinde yükselmektedir. Bu kütleler, Dicle Irmağı’na karışan küçük akarsuların açtığı vadilerle parçalanmış durumdadır. Siirt Doğusu Dağları’nın ana gövdesini, Pervari, Siirt Merkez, Eruh ve Şırnak’ı da kapsayan Yazlıca Dağı (Herekul Dağı) oluşturmaktadır. Doğuda çok geniş bir kütle oluşturan Yazlıca Dağı 2.838 m.’lik yükseltisiyle İl’in en yüksek noktasıdır. Bu doruğu kuzeyden 2.444 m. yükseltili Meydanı Süleyman Tepesi ile daha düşük yükseltili Körkandil Dağı izlemektedir. Yazlıca Dağı, batıda, Uluçay ve Zorava Çay’ı Vadileri’nin birbirine yaklaştığı noktada daralırken, yükseltisi de azalır. Tosuntarla-Çizmeli çizgisinde yükseltisi 1.844 m.’ye dek düşen Yazlıca Dağı, Merkez İlçe alanında yükseltisi 1.500 m.’nin altında olan platolara düşmektedir. Siirt Doğusu Dağları, Yazlıca kütlesi dışında Şirvan-Pervari-Van üçgeni içinde de önemli yükseltiler oluşturmaktadır.

.......... ................. İl’in kuzeydoğusunda genellikle tek tek yükselen bu dağların başlıcaları 2.741 m. yükseltili Doğruyol Dağı (Beknovi Dağı), 2.631 m. yükseltili Kapılı Dağı ve 2.350 m. yükseltili Koran Dağı’dır. Siirt Doğusu Dağları, İl’in güneydoğusunda daha dağınık ve daha alçaktır. Bu kesimlerdeki en önemli doruklar, Eruh’un güneyindeki Yassı Dağı (2.280 m.), bunun batı yönündeki uzantısını oluşturan Şeyh Ömer Dağı (1.409 m.)’dır. Buradaki dağların dorukları dışındaki kesimler, batı ve güney yönündeki eğime bağlı olarak aşınmış ve platolara dönüşmüş durumdadır. Siirt’te bu dağların dışında da bazı yükseltiler vardır. Bunların en önemli si Kurtalan’ın güneyindeki 1.530 m. yükseltili Dilek Tepesi’dir. Genellikle çıplak olan bu dağların kuzey yamaçlarında yer yer meşe ağaçlarından oluşan topluluklara rastlanmaktadır.

. .................................................................................. .. ..... .......... ....................................PLATOLAR VE YAYLALAR

Siirt’te dağlardan sonra en ağırlıklı yeryüzü şekli platolardır. Büyük bir bölümü yüksek düzlükler şeklinde olan bu platolar, Siirt Doğusu Dağları’ nın kuzey bölümünü oluşturan D.yol, Kurtalan, Kapılı ve Yazlıca Dağları’nın Botan Suyu ve kollarınca yarılmış vadilere bakan yamaçlarında toplanmıştır. Başlıcaları, Pervari de Cemikarı, Ceman ve Herekul Yaylaları ile Şirvan’da Bacavan Yaylası’dır.Yaz, kış bol yağış alan bu yaylalar,zengin çayırlarla kaplıdır.

............Yöre halkı ve göçerler bu yaylalarda sürülerini otlatır.Sert kış aylarında güneydeki daha düşük yükseltili platolarda otlatılan hayvanlar, yaz mevsiminde havaların ısın masıyla yeniden yüksek düzlüklere çıkarılır. Bozkır kuşağına yakın dağların eteklerindeki plato larda verim daha düşüktür. Yağışlar daha düzensiz, su kaynakları daha kıttır. Büyük ölçüde orman örtüsünden yoksun olan bu kesimde aşınma güçlüdür. Çayırların oluşumuna elverişli toprak tabakası yer yer ortadan kalkmıştır. İl platoları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 1.200m. ile 2.000 m. arasına dağıldıkları ve bozkır kuşağında kalanların dışındakilerin hayvancı'' lık açısından çok önemli oldukları görülür.

VADİLER

Siirt İli’nde vadi oluşumları çok önemlidir. İlimiz'' deki dağlar ve platolar II. Zaman’daki kırılma ve kıvrımlarla şekillenmiştir. Sarp yapıda kalkerli oluşumlar egemen durumdadır suya karşı direnci çok düşük olan bu kalkerler, akarsu ve yüzey sularıyla hızla aşındırılmış, dar ve dik vadiler ortaya çıkarmıştır. İl’in kuzeyindeki ve doğusun daki dağlık kesimlerden güneye ve batıya doğru yönelen vadiler, Güneydoğu Anadolu Düzlükleri nin doğu ucuna ulaşıncaya dek genellikle pek geniş değildir. Bu nedenle Siirt’te ovalık alanlar azdır.

Botan (Uluçay) Vadisi Bitlis’in güneyindeki dağların eteklerinde başlayan Botan Suyu Vadisi, yüksek ve sarp yapılı bir kesimde güneye doğru uzanır. Doğruyol, Kuran ve Kapılı Dağları’nın arasında bulunan vadi, Türkiye’nin en dik ve sarp vadilerindendir. Bitlis Çayı Vadisi ile birleşen Botan Vadisi, Dicle Vadisi’ne açılır. Botan Suyu Vadisi ve bu vadinin önemli bir kolu olan Bitlis Çayı Vadisi pek geniş değildir. Vadiler; kuzey ve kuzeydoğudaki dağlardan kaynağı nı alan bol sulu akarsularla kalkerli yapıda oyulmuş derin yarıklar durumundadır. Yalnızca Bitlis Çayı Vadisi, Kurtalan İlçe alanında azda olsa genişlemektedir. Bu genişleyen kesimler yer yer ova niteliği kazanır. Kurtalan Ovası’da bu vadinin tabanındadır.

Behrancı Vadisi Yazlıca (Herekul) Dağları’nın güneydoğu yamaçlarından çeşitli kollar halinde başlayan Behrancı Vadisi’de dar ve diktir. Vadi kolları güneydoğudan güneybatıya genişçe bir yay çizerek Türkiye-Suriye sınırlarında Habur Vadisi’ne açılır

AKARSULAR

Siirt İli, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kuzeydoğu ucunda yeralır. Bölge, G.doğu Anadolu Düzlükleri’nden sonra birden yükselmekte, doğu ve kuzey kesimleri bol yağış almaktadır. Bu nedenle, kuzeyden Muş Güneyi Dağları, doğudan Siirt Doğusu Dağları’yla çevrili olan il alanı, Dicle Irmağı’nın önemli su toplama alanlarından birini oluşturmaktadır. İl topraklarının tümü Dicle Havzası’na girmektedir. Havza, Fırat, Kızılırmak ve Sakarya Havzaları’ndan sonra ülkenin dördüncü büyük su toplama alanıdır.

BOTAN (ULUÇAY)

Nordüz Platosu’nu batıdan kuşatan Siirt-Hakkari ve Siirt-Van sınırlarını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alan bu akarsu,önce batıya,sonra kuzey batıya doğru akar. Suyu iyice bollaşan Botan Suyu dar ve derin bir vadi oymuştur. Vadi tabanıyla dağ'' ların dorukları arasındaki yükselti farkı 1.000 m.’ye ulaşır. Akarsu, Pervari yöresinin sularını toplayan Çatak Çayı ve Bitlis’in doğusundaki dağlık yöre ile Doğruyol, Kapılı ve Kuran Dağları sularını toplayan Büyükdere’yle Çukurca da birleşir. Burada Botan Suyu adını alır. Batı yönünde akan Botan Suyu (Uluçay), Aydınlar İlçesi ve İl Merkezi’nin doğusun dan geçer. Bostancık yöresine ulaşır. Burada, doğudan Eruh yöresinin sularını toplayan Zorava Çayı’nı, kuzeyden Muş Güneyi Dağları’nın sularını toplayan Bitlis Çayı’nı alır. Bitlis Çayı, Botan Suyu’na karışmadan önce, Kavuşşahap Dağları’nın sularını toplayıp gelen Pınarca Çayı ile birleşir. Botan Suyu bu iki önemli akarsuyla birleştikten sonra, Çat Tepe’de Dicle Irmağı’na katılır. Yüksek dağlardaki kaynaklarla, kar örtülerinin ağır ağır erimesi ile ve yağmurlarla beslenen bu büyük çay her mevsimde bol su taşır. İlkbahardan yaz ortalarına kadar geçirdiği su, saniyede ortalama 100-300 m3’tür. Nisan ve Haziranda bu miktar 400-600 m3, Mayıs’ta 700-1000 m3’ü bulur, hatta arasıra bunu geçtiği de olur. Böyle zamanlarında Dicle’den de büyük bir ırmak görünümündedir. En çekilmiş olduğu yaz sonu ve güzün bile derinliği yine 1 m.’den çoktur ve yatağındaki su miktarı 60 -80 m3’ten aşağı düşmez. Bu ırmağın birçok yerinde hidroelektrik santrali kurma incelemeleri yapılmıştır. Kıyıdan kıyıya ancak kayıkla geçilebilir. Botan Irmağı çok yerinde dar ve derin dik inişli vadiler den geçer. Yolu boyunca alçak düzlükler azdır ve sulama da yararlı olamamıştır. Botan Irmağı’ nın Dicle’ye karıştığı yer yakınında Dicle Nehri keskin bir dirsekle güneye döner.

REŞİNAN

Bu su Pervari’nin Çemikari Yaylası’ndan çıkarak, Şırnak İli’nde oldukça geniş vadileri sular ve Dergül Köyü önünden geçerek Kasrik Boğazı’ndan sonra Dicle Irmağı ile birleşir.

GARZAN ÇAYI

Sason Dağları’nın güney yamaçlarından inen kollardan oluşur. Kozluk İlçesi yakınlarından (Pisyar) geçer. Kurtalan İlçesi’nde bir kısım araziyi suladıktan sonra Kaşüstü (Hendük) Köyü yakınlarında Dicle Irmağı’yla birleşir. Çay üzerinde, Pisyar ve Aviski adını taşıyan iki köprü bulunur. .

KEZER ÇAYI

Bitlis’in doğusunda Güzeldere denilen yerden çıkar ve Kırkçeşme Suları’nın birleşmesinden oluşur. Bu sular en son Şeyh Cuma Deresi’yle birleşip, İskambo Dağları’nı yararak Siirt’in batısında bir kavis çizer. Mağaralı (Hümriyan) Mezrası önünde Başur Çayı ile birleştikten sonra, Botan Çayı’na karışır. Çayın oluşturduğu vadilerde sebze yetiştirilir.

BAŞUR ÇAYI

Bitlis’in kuzeyinden çıkan bu suyun il hudutları içindeki uzunluğu 45 Km’dir. Siirt-Kurtalan asfaltı üzerindeki Başur Köprüsü’nün 2 Km. güneyinde Kezer Çayı ile birleşir.

JEOLOJİK YAPI

Petrol arama amacıyla, Siirt topraklarında bugüne kadar çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, il alanı değişik jeolojik yaşta kütlelerden oluşmaktadır. Bu kütlelerin en eskisi Siirt-Bitlis arasında kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanan başkala şım kayaları serisidir. III. Zaman kratase ve III. Zaman palojen ve neojen yaşlı olan bu seriler doğudan il alanına sokulmaktadır. Tebeşirli kalker taşları, yontulmaları ve işlenmeleri kolay olduğu için genellikle yapı taşı olarak kullanılmaktadır. İlimiz de geniş alanlar kaplayan, dağ ve tepelerde bolca rastlanan bu oluşumlara “Midyat Kal kerleri” denilmektedir. İçlerinde orta eosen yaşlı fosillere de rastlanan “Midyat Kalker leri” Merkez İlçe’nin güneyinde, Siirt-İdil arasında ve Midyat dolaylarında göze çarpar.

İl alanında sert kalkerlerin üzerine, kil, marn, silt ve kum taşlarından oluşan neojen yaşlı göl serileri yığılmıştır. Bu hafif eğimli yumuşak göl serileri geniş düzlükleri ve ovaları oluşturmak tadır. Genç oluşumlar arasında yer yer jipsli tabakalar yüzeye çıkmaktadır. Bu jipslere İlimizde “Cas Taşı” denir. Bu taşlar eskiden yakılıp ufalandıktan sonra yapılar da harç olarak kullanılma kta idi. Siirt il alanı, ülkenin başlıca kırık çizgilerinin dışında kalmakta, sarsıntıların zararsız geçtiği tehlikesiz bölgeler kapsamına girmektedir. Şehrin çevresi ve özellikle Botan Vadisi sert ve sarp kayalıklardan meydana gelmektedir.

YERALTI ZENGİNLİKLERİ

Siirt''in en önemli yeraltı zenginliği petrol ürünüdür.Petrol Siirt''in Kurtalan ilçesinde çıkarılmakta dır. Siirt''te Krom ve Bakır yatakaları da vardır. Baykan ve Şirvan yörelerinde ince damarlar halinde bulunan bakır yataklarının uzunluğu 70 m.genişliğin de 80 Cm''dir. Rezerv çalışmaları henüz tamamlanabilmiş değildir. Baykan''da zaman zaman üretime açılan Krom yatakları vardır. Etüt ve arama çalışmaları devam etmektedir.

İKLİM

siirt''te karasal iklim hüküm sürmekte ve dört mevsim en belirgin özellikleriyle yaşanmakta, Yazları sıcak ve kuraktır. En az yağış Kurtalan''da En fazla yağış Baykan''da görülür. GAP''ın devreye girmesiyle iklimde belirgin bir değişme gözlenmiş, İlkbaharda daha fazla yağış olmuş ve %40''ın altında olan nem oranı yükselmiştir.Gece ve gündüz arası sıcaklık farkı fazladır. Tespit edilen en yüksek ısı 43.3 Co,en düşük ısı ise -19.5 Co''dir

BİTKİ ÖRTÜSÜ ve ORMANLAR

Siirt il alanı Doğu Anadolu yapraklı orman kuşağı ile G.doğu Anadolu bozkır kuşağı arasındadır.Toros dağları ''nın G.doğu toroslar adıyla anılan bölümleriyle, buradan kuzeye doğru uzanan plato ve dağlarda önemli ölçüde azalmış meşe ağaçları vardır.


NÜFUS

Siirt ili''nin 1985 yılı il nüfusu 524.741 kişi iken 1990 yılında Batman ve Şırnak ilçelerinin il olmasıyla ilçe sayısında bir azalma olmuş ve ilçe sayısı merkez ilçe dahil olmak üzere 11'' den 7''ye düşmüş, nüfus ise 263.258 kişiye inmiştir. 1998''de Siirt''te Km²''ye 42 kişi düşerken, ülke ortalaması Km²''ye 78 kişidir. Siirt, doğurganlık oranı yüksek olan bir ildir. Bu nedenle il nüfusunun gelişimi ülke genelinin üzerinde olmuştur. Son yapılan nüfus sayımı na göre nüfusun %60''ı şehirlerde, %40''ı kırsal alanda yaşamaktadır.

illerimiz - Samsun

Samsun


TARİH

Dündar Tepe höyüğünde yapılan arkeolojik araştırma ve incelemeler Kalkolotik ve Bakır Çağlarına ait bir uygarlığın yaşadığını ortaya koymuştur.Anadoluda Yunan kolonilerinin kurulduğu dönemde Samsun, Amisos adlı küçük bir yerleşme merkezi idi. Şehrin İon şehir devletlerinden Miletos ( Millet) tarafından kurulduğu kabul edilmektedir.

M.Ö.47de Romalı Sezarın kesin egemenliğine giren Samsun, bu egemenliği izleyen ve Hıristiyanlığın yayıldığı Bizans döneminde bir piskoposluk merkezi olarak siyasal tarihte ve dinler tarihinde yer alır. 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu kapılarının Türklere açılmasından sonra Samsun, Anadolunun fethi ile görevli komutanlardan Melik Danişment Gazi ve onun kurduğu Beyliğin denetimi altına girmiştir .

Çelebi Sultan Mehmet eliyle 1413de Osmanlı yönetimine katılmış, 1427 yılında da Canik adıyla ilk kez haritaya geçmiştir. Samsun ve yöresinde tütün ekiminin yaygınlaşması ve buharlı gemilerin Karadenizde işlemesiyle 19.yy. da Samsun Karadenizde küçük bir iskele olma durumundan kurtuldu.


1869 yılında büyük bir yangın geçiren Samsunun hemen hemen tamamı yanarak kül oldu. Fransadan getirilen bir mimarın planına göre sokak ve caddeler boyunca evler yapıldı.Zengin bir ticaret merkezi ve şehri olduğundan kısa zamanda kalkındı.

1.Dünya Savaşından sonra parçalanan ve düşmanlar tarafından istila edilen vatanımızı kurtarmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919da Samsuna ayak basarak Milli Mücadeleyi başlattı.O tarih Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edilmiş olup;1936 yılından beri her yıl kutlanmaktadır.

COĞRAFYA

Samsun, Orta Karadeniz bölgesinde yer alır. Yüzölçümü 9.579 km2 dir. Nüfusu ise 1.161.619dur. Ordu,Tokat, Amasya ,Çorum, Sinop iliyle çevrili olup kuzeyini de Karadeniz kaplar.

Karadeniz kıyı şeridini takiben uzanan Kuzey Anadolu Dağlarının il sınırı içindeki kesimleri daha yüksektir. Kıyıdan uzaklaştıkça basık ve yuvarlak sırtlar halinde yükselen bu dağlar 1000 ile 1500mye ulaşır. Batı uç kısmıyla il içine sokulan Canik Dağları, Kunduz Dağı, Bünyan Dağı, Sıralı Dağ ve Yunt Dağı ile ilin en yüksek dağı olan Akdağ (2.082 m ) başlıca dağlarıdır.

Plato ve yaylalar fazla yüksek değildir. Yaylalar: Ladik, Havza, Vezirköprü ve Kavak ilçelerinde yer alır. Kızılırmak ve Yeşilırmak nehirlerinin taşıdıkları alüvyonların yüzyıllar boyunca kıyıda birikmesi sonucu verimli Bafra ve Çarşamba ovaları oluşmuştur.

Samsun, akarsu bakımından zengindir. Türkiyenin kendi sınırları içinde denize ulaşan en uzun nehri Kızılırmak Kızıldağdan doğar. Samsunun topraklarından denize dökülür. Uzunluğu 1.182 km.. dır . Başlıca kolları Delice Suyu, Devrez Çayı, Gökırmak tır .

Köse Dağ dan doğup Canik Dağlarını geçerek Samsun il sınırına gelen Yeşilırmak Civa Burnundan denize dökülür. 468 km.uzunluğu olan Yeşilırmak ın Tozanlı Irmağı, Tokat Çayı , Kelkit ve Çekerek Suyu önemli kollarıdır. Bunların dışında Samsun topraklarından çıkarak Karadeniz e dökülen Terme Çayı, Mert Irmağı, Kürtün Deresi ve Abdal Deresi gibi akarsuları vardır. Samsun, göl bakımından da zengin bir ilimizdir.

Samsunun iklimi, sahil ve iç kesimlerde değişiklik gösterir. Sahil şeridi Karadenizin etkisinde olmasına karşın iç kesimler Akdağ ve Canik Dağları etkisi altındadır. Bir günde havanın bir kaç defa değiştiği gözlenebilir. Kıyı kesiminde kışlar ılık, ilkbahar sisli ve serin, yaz mevsimi ise genellikle kuraktır

illerimiz - Sakarya

Sakarya


İklimi, verimli toprakları, ormanları, akarsuları, gölleri ve önemli göç yolları üzerinde bulunması dolayısıyla eski çağlardan beri önemli bir yerleşim merkezi olan Sakarya’nın ilk yazılı tarihi M.Ö. XII. yüzyıla kadar uzanmaktadır.

İlk yerleşik kavmi Frigler olan bölgede daha sonra sırasıyla; Bithynialılar, Kimmerler, Lidyalılar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar hakimiyet kurmuşlardır. Bizanslılara ait en ünlü eser, 560 yılında Sakarya Nehri üzerinde kurulan Justinianos köprüsüdür.

Selçukluların Anadolu’ya girmesinden sonra toprak kaygısına düşen Bizanslılar, iki devlet arasında hudut olan Sakarya Nehri boyunca çok sayıda hudut muhafaza kaleleri kurmuşlardır. Halen harabe halinde olan bu kalelerden en önemlileri; Seyifler, Harmantepe, Adliye, Kurtköy, Çobankale, Paşalar ve Mekece kaleleridir.

1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu’nun Türklere açılmasından sonra, Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutanlarından Artuk Bey’in İzmit yakınlarında Bizanslıları bozguna uğratmasıyla bölge, Selçukluların idaresine girmiştir.

Selçukluların zayıflamasıyla kısa bir süre İlhanlıların elinde kalan bölge,1291’de Osmangazi’ye bağlı boy beylerinden Konur Alp tarafından fethedilerek Osmanlıların hakimiyetine geçmiştir

1313-1337 yılları arasında da Osmaneli, Mekece, Pamukova, Geyve, Mudanya, Akyazı, Mudurnu, Düzce, Sapanca, Kandıra, Bursa, İznik, Gemlik ve İzmit’ in fethiyle birlikte bölge, tümüyle Osmanlı idaresine geçmiştir.

1563’te köy, 1646’da Bolu’ya bağlı bir nahiye olan Adapazarı’ nın 1658’de tekrar köy, 1692’de kaza, 1701’de Sapanca’ya bağlı bir köy, 1742’de nahiye ve 1837’de İzmit Sancağı’na bağlı bir kaza haline getirildiği tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır.

1852’de Kocaeli Mutasarrıflığına bağlanan Adapazarı, 22 Haziran 1954 tarihinde 6419 sayılı kanunla il olmuş ve “Sakarya” adını almıştır.

26 Mart 1921’ de Yunan işgaline uğrayan bölge, 21 Haziran 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtarılmıştır. Nitekim 21 Haziran tarihleri, ilin düşman işgalinden kurtarılışının yıl dönümü olarak her yıl törenlerle kutlanmaktadır.

Kurtuluş savaşında önemli bir yeri olan Adapazarı, Ali Fuat CEBESOY, Sırrı BEY, Hasan Cavit Bey, Koçzade Mahmut Bey, Yüzbaşı Abdurrahman Bey, Kaymakam Tahir Bey gibi Kuva-i Milliyenin pek çok kahramanına yardım ve destekle Milli Mücadelenin şerefli sayfalarında yer almıştır.

illerimiz - Rize

Rize


OSMANLILAR DÖNEMİ :
Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamış, 1461 yılında Trabzon''u feth eden Fatih Sultan Mehmet 1470 yılında Ali Paşa ismindeki Komutan tarafından Rize ve çevresi Türk egemenliği altına alınmıştır. Böylece Anadolu Türk birliğine katılan Rize bölgesine, 1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat''tan; 1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden; 1501 yılında Şil Şah İsmail''in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan; 1515 yılında Dulkadırli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri Trabzon ve Rize yöresine yerleştirildiler.
Yavuz Selim devrinde Trabzon''un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepniler''in elinde idi. Fakat Çepnilerin Trabzon''un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesinde yerleşmeleri sonraki yüzyıllarda olmuştur. Gerçekten Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır. Bilhassa Rize şehri ve bölgesinde Çepniler yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir. Şimdi Rize şehri ve bölgesinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Zamanımızda Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlandığı gibi, Çepni bu yörede "yiğit" , "gözü pek", "cesur ve çetin", adam manasına geliyor.

Yavuz Sultan Selim''in sancak beyliği sırasında Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize''ye gelerek kendi adı ile anılan camii yaptırmıştır.

19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize''de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskan edilmişlerdir.

Rize, 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır. 1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından Lazistan sancağı kurulunca Rize hem kaza, hem de bu sancağın merkezi oldu. Birinci Cihan savaşında 9 Mart 1916 tarihinde Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de bağımsızlığına kavuşmuştur.

CUMHURİYET DÖNEMİ :
Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde Vilayet olmuştur. 2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum''dan Yusufeli ilçesi, Rize''de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.

Atatürk''ün Rize''yi ziyareti "Atatürk''ün Sonbahar Seyahatleri" adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:

Atatürk 17 Eylül 1924''te saat 17 sıralarında Hamidiye Kravüzörü ile Rize''ye gelmiştir. Vali, kumandanlar ve halk motorlar ve kayıklarla karşılamaya çıktılar, büyük ve coşkun halk tabakaları karşılama için her türlü hazırlıkları yapmışlardı. Silah sesleri ve coşkun alkışlarla büyük misafir selamlandı.

Çeşitli heyetler, karaya ayak basmış bulunan Reisi Cumhuru büyük bir coşkunlukla karşılamışlardır.

Her tarafı bayraklarla donatılmış olan Rize, bir bayram yeri haline döndü, Reisicumhur hazretleri hükümet konağına ve bunu takiben belediyeye, halk fıkrası ve kumandanlığa teşrif etti. Görüşmek için gelen heyetler de kurbanlar keserek kendilerine büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır. Geceleyin fener alayları düzenlenerek bu sevinç devam ettirilmiştir.

Reisicumhur, ayrıca bir hoca heyetini de kabul etmiştir. Bu heyet sunmuş oldukları dilekçede kapatılmış bulunan medreselerin açılmasını arz etmişlerdir.

Gazi Paşa Hazretleri, memleket ve millet için nelerin tehlikeli olacağını ihtar ederek bu heyete özet olarak aşağıdaki sözleri söylemiştir.: "Mektep istemiyorsunuz, halbuki millet onu istiyor, bırakınız artık bu zavallı millet, bu evladı memleket yetişsin, medreseler açılmayacaktır, millete mektep lazımdır." Gazinin bu açıklamaları "Bravo" sesleri ile alkışlanmıştır.

17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk''ün Rize''ye teşrif ettiklerinde misafir kaldığı ev bu gün Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açıktır.