Milat’tan önceki yıllarda yaşayan insanlar büyü, fal gibi şeylere çok
inanırlardı. Bu inançları onların yaşamlarını yönlendiren en büyük
faktördü.
Dinsel duyarlılıkları karışık ve değişikti. Kendilerince her yararlı ve
güzel şeyin ayrı bir tanrısı olduğu var sayılırdı. Örneğin; Deniz
Tanrısı Poseiden, aşk tanrısı Eros, Şarap Tanrısı Baküs “Dionysos”, Işık
ve Güneş Tanrısı Apollon gibi.
Bu inançtaki insanlar genel olarak Ege Denizi çevresinde yaşıyorlardı. O
günkü koşullarda ticaret ve kültürde, sanatta bir hayli gelişmişlerdi.
Ulaşım kolaylıkları gereği denize yakın yerlerde Truva, Bergama, Efes, Priyon, Milet gibi büyük şehirler kurmuşlardı.
Didim’deki Apollon Mabedi de 20 km kuzeydeki Milet şehri ile diğer yöre
halklarının geleceklerini öğrenme ve dertlerine çare bulma isteklerini
karşılamak için yapılmıştır.
Ionya’nın en büyük kenti Milet’in Didim’de kurduğu Apollon Tapınağına
“DİDİYMEİON” denirdi. İlk çağ yazarları bu adın kaynağını tam olarak
veremiyorlar. Ama “İkiz Tapınak, ya da İkizler Tapınağı anlamına gelen
bu ad iki dorukta bir dağdan veya tanrı Apollon’un sevdiği ikizlerden
gelmelidir.” diyenler var. Nitekim, o çağlarda, şimdi “Tek Ağaç” muhiti
diye anılan yerde bulunan birbirine paralel iki Tepeye “Didymeion”
denildiğini Fransız tarihçi Charles Texsier belirtiyor.
Arkaik devre ait olan bu eski Apollon Mabedi bir çok hükümdar, hatta
Lidya Kralı Krezüz tarafından ziyaret edilmişti. Perslerin M.Ö. V.
Yüzyılda Anadolu’da yaptıkları saldırılar sonunda Dara “DARİUS” bu
tapınağı şehriyle birlikte yıkmış ve içerisinde bulunan bronz Apollon
heykelini bir çok esirle götürmüştü. Bu saldırı ve yıkımdan sonra
yaklaşık 150 – 180 yıl harap ve terkedilmiş bir halde kalan mabed, Büyük
İskender’in Pers’lere karşı zaferinden sonra bu gün gördüğümüz şekilde
yeniden yapılmaya başlanmıştı.
Yapım işi çok büyük çapta tutulur. Mimar olarak Efes’te yanan Artemis
Mabedi’ni yeniden yapan Panienie Mileti Dephnis görevlendirilir.
Tapınak bitince dünyanın sekizinci harikası olacaktır. Yapım işi uzun
yıllar sürer ve bu arada Milet’in hazinesini de bir hayli sarsar. Hatta
mabedin inşaatında çalışan usta ve işçiler ücretlerini alamadıkları
gerekçesiyle bir süre çalışmazlar. Bir anlamda tarihin ilk grevi
gerçekleşir. Bu konu ile ilgili yazılı belgeler Milet’te son yıllarda
yapılan kazılarda bulunmuştur.
Bütün bu zorluklara rağmen mabedin yapımı M.S. II. Yüzyıl ortalarına
kadar sürdürülmeye çalışılmıştır. Ama ne varki aradan geçen yüzyıllar
içinde nesillerle birlikte inançlar da doğal olarak değişmiş, örneğin,
İsa’nın ilan ettiği Hiristiyanlık dini Didim’deki halk tarafından da
benimsenmişti. Dolayısıyla Tanrı Apollon unutulmuş ve onun adına yapımı
sürdürülmeye çalışılan mabet de eski önemini yitirmişti. İnşaat Roma
krallarının gayretlerine rağmen bitirilemeden yarım bırakılmıştır.
Duvarlarının bir kısmına son işçiliğinin yapılması, bazı taşların traş
edilmemesi, güneşli tarafta görülen yüksek tek sütunun yevsiz oluşu bunu
belirtmektedir.
Didim – Didyma Mabedi düzgün en uygun bir alan üzerine inşa edilmiştir.
Temellerinde depreme karşı dayanıklı ızgara plan uygulanmış, çevresine
124 sütun konulması (çatıyı tutması için) düşünülmüştür. Sütunların
yüksekliği 19,4 metredir.
Mabedin en ilgi çeken tarafı 1,45 metre eşik bulunan anıtsal kapısıdır.
Sağında, solunda ve tabanın’da 7 şer metre uzunluğunda ve yaklaşık 60
ton ağırlığında tek parça mermer bloklarla çevrelenmiş bu dev eşik
mimari bir zorunluluktan ötürü yapılmış değildir. Bunda o zamanki, dini
görüşün oldukça rolü vardı. Çağın inanışına göre ibadete gelen halk
mabedlerin içerisine giremezler, önündeki sunağın çevresinde
toplanırlardı. Ancak Rahipler ve Apollon kültürü ile ilgili kahinler
mabede girerlerdi.
M.S. XV. Yüzyılın bitimine doğru meydana gelen bir deprem ve yangınlar mabedi çok büyük ölçüde tahrip etmiş ve yıkmıştır.
Gezginler ve arkeoloklar uzun yıllar yıkıntı haliyle kalan bu yapı
XVIII. Yüzyıldan sonra ilgilenmeye başlamışlardır. İlk defa Nevton ve C.
Texier gibi gezginlerin yazılarında sözü edilen mabed üzerinde
çalışmalara 1858 yılında İngilizler tarafından başlanılmıştır. 1872
yılında tapınakta Fransızlar, Thomas ve Rayet başkanlığında çalıştılar.
Sistemli kazılar ancak 1904 de Berlin Müzesi adına Almanlar tarafından
yapılmaya başlandı. Bu kazı devrin ünlü Arkeoloğu Prof. Theodar Wiegan
başkanlığında 1913 yılına kadar devam etti.
1924 – 1925 yıllarında Almanlar tapınakta yine çalıştılar ve buğünkü
görüntüyü meydana çıkardılar. Bu kazının toplu sonuçları 1941 yılında HI
Kneckfusa tarafından “Didyma” adlı bir kitapta yayımlandı. Son yıllarda
ise Alman Arkeoloji Profösörü Dr. K. Tuchelt başkanlığında tapınakta
yeniden çalışmalara başlanıldı. Nitekim bu çalışmalar sonunda varlığı
bilinen “Mukaddes Yol”un kalıntıları gün ışığına çıkartılmıştır.
Bu mukaddes yol tapınakla, bu günkü Mavişehir’in bulunduğu yerdeki
Panormas limanı arasındadır. Dua ve bir takım istekleri için gelenler
Panormos Limanında karaya inerler ve 4 km. çevresi aslan ve Branhid
heykelleriyle süslü mermer “Mukaddes Yolu yürüyerek Tapınağa varırlardı.
Son yıllarda Altınkum sahil yerleşiminin sınırlarını alabildiğince
genişleterek sıkıştırdığı Didyma Apollon Tapınağı’nı ziyaret edenlerin,
bir zamanlar ücra bir köşede kalmış bu yerin o zamanki güzelliğini
tahayyül edebilmeleri neredeyse mümkün değildir. Son zamanlarda resmi
makamlar tarafından “Eski Görkemiyle” yeniden ayağa kaldırılması talep
edilen Apollon Tapınağı ve yakın çevresi, başka hiçbir yerle
karşılaştırılamayacak kadar etkileyicidir. Çünkü başlangıçta Königlich
Preussischen Museen zu Berlin adına Theodor Wiegand daha sonra Martin
Schede ve 1972 yılından itibaren de uzun süre Klaus Tuchelt yönetiminde
yapılan kazılarda, milattan önce 4 üncü yüzyılda öncüleri örnek alınarak
başlanmış olan ve Büyük İskender tarafından da desteklenen, devasa
mimarinin faniliğini gösteren yıkık durumdaki sütun tamburlarıyla bu
tapınak dışında, Artemis Kutsal Alanı ve Kutsal Alanın ziyaretçileri
için çeşitli yapılar araştırılmıştır. Bu bağlamda önemli ticaret merkezi
Milet ile Didyma’yı Arkaik dönemden beri birleştiren kutsal cadde de
araştırılmıştır. 26 kilometrelik bu tören yolu, büyük heykellerle
donatılmış dinlenme durakları tarafından bölümlere ayrılıyordu ve
imparatorluk döneminden beri en azından son kısmı özenli taş döşeliydi
ve sütunlu galerileri vardı. Şimdiye kadar ancak bir kısmı bilinen bu
kutsal alan, bir kent gibi programlı oluşturulmuş bir bütün olarak
algılanmalıdır.
19.yüzyılın sonlarında tapınağın hemen yukarısında, genellikle tapınak
malzemelerinin kullanıldığı ve yalnız terkedilmiş büyük kilisesi
günümüze ulaşmış ve halkı Rumlardan oluşan bir köy vardı. Örenyerinin en
yüksek noktası, böyle yerleşimler için karakteristik olan ve tapınağın
devasa parçalarının yanında son derece narin duran bir yel değirmeni
için en uygun yerdi.
19.Yüzyıl boyunca İngiliz ve Fransız araştırmacılarının birkaç kez
giriştikleri kazılara rağmen, daha önce kimsenin tasavvur edemediği bu
devasa yapının boyutları ancak 1906 yılından sonra büyük teknik
zorluklarla gerçekleştirilen kazılarla ortaya çıkmıştır. Ayrıca, 1979
yılında keşfedilen duvarların yüzeyine çizili ayrıntılı planların ortaya
çıkması da büyük heyecan uyandırmıştır.
2003 yılında Andreas Furtwangler yönetiminde başlayan çalışmalar, kutsal
alanın erken dönemlerinin anlaşılmasına yönelik olup, aynı zamanda
eserlerin ortaya çıkartılmasından hemen sonra onarım ve yeniden ayağa
kaldırma çalışmaları sürdürülmektedir. Ayrıca var olan mimari parçaları
korumak ve tapınağın etkileyici görünümünü muhafaza etmek için
yangınlardan zarar gören mermer parçaların özenle onarılıp çok zaman
gerektiren ince çalışmalarla emniyete alınması sürdürülmektedir.
3 Mart 2010 Çarşamba
Didim / Aydın
Kategoriler:
Aydın,
ege bölgesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder